zuxxi.com//sinema|geyiks

zuxxi

Paket Lastikleri

Arabanın yağını son değiştirdiğimiz tarihi, bir sonraki değiştirme kilometresini filan yazan o minik kartları da paket lastiği ile sabitlemezler mi sinyal kolumuza? Sabitlerler elbet. Ya o paket lastiği güneşi yedikçe böle pütür pütür olur da sağlamlığından ödün vermez mi? Verir. Bi bakiym diye elini attığında kopar mı? Kopar. Başka var mı? Yok. Yuh olsun, at torpido gözüne.

Burun Karıştırma

Ben yalnız kaldığım vakit burnumu karıştırmıyorum diyen kişi yalancıdır. Asansör bu iş için en uygun yerdir. Aşağıya inilecek kısa sürede tatağı burundan çıkarmayı becerip "top" haline getirebilmelisiniz. Önce işaret parmağını hafif bir kanca hareketiyle gereken yere daldırmak ve ustaca çıkarmak gerekir. Daha sonra "Parayı görelim" nidasıyla beraber yapılan el hareketi uygulanır tatağa. İşaret ve baş parmak arasında yandım allah dedirtene kadar yuvarlanır ve top haline getirilir. Artık son aşamaya gelinmiştir. Malzeme baş parmak üzerinde dengede tutulur, orta parmakla vurulan sert bir fiskeyle cuff diye uzaklara fırlatılır. Hemen sessizlik sağlanır. Bir saniye kadar sonra huzur verici bir "pıt" sesi duyulur. Artık sümük yeni yerine kavuşmuştur. Bu nefis deneyimi yaşadıktan sonra sağda solda ben burnumu karıştırmam demek büyük ayıptır.

Sabah Ereksiyonu

Bel ile yön verme yöntemi: Dikkat ve beceri gerektirir. Önce yaramaz bir görüntü oluşturan organa şööle uzunca bir bakılır; deniz seviyesine olan açısı, ve bu durumda fırlayacak olan sıvının edineceği eğim hesap edilir. Tespitlerimizden emin olduktan sonra yeterli miktarda geri çekilir, koyveririz. İnşallah yanılmamışızdır; klozetin kapağını (damağını) isabet ettirmiş olabileceğimiz gibi, pekala yerlere de işiyor olabiliriz. Hedefi tutturduktan sonra mutluluk içinde işeyebiliriz. (Islık çalar ya da şarkı söylersek saadetimiz çok daha tatmin edici olur.) Çişimiz bitmeye yakın, tazyik ve eğim azalacak, dolayısıyla mesafe kısalacaktır. Suyuna gideriz, klozete yavaş yavaş yaklaşırız, ve bittiğinde işte olmamız gereken yerdeyiz. Hiç damlatmadan sonuna kadar gidebildik. Afferim bize; çok becerikliyiz. Noktayı koymadan; Yeter miktarda geri çekilmeye izin vermeyen minik tuvaletlere ölüm... El ile yön verme yöntemi: Saygısız bir yöntemdir. Onu, bastırarak, o anki doğasına aykırı bir şekle sokmaya çalışır, klozetin içine bakmaya zorlarız. Ondan sonra işimize bakarız. Az acı verir. Büyük saygısızlıktır, yapılmamalıdır.

Çeşitli Ayrıntılar

Yola Konulan Paspaslar

Yollara konulan paspasları sever misiniz? Ben çok severim. Civar esnafı temizlenmesi için arabaların güzergahına paspasını yerleştirir, işine geri döner. Paspas bir kaç saat boyunca arabaların tekerlekleriyle haşır neşir olarak günahlarından arınır. Yola ilk konuluşunu merak ederim. Acaba adam sabahın köründe, hepimiz fosurdarken, güven içinde mi koymuştur onu oraya; yoksa trafik kalabalığında riske girmiş, eğlenceli bir görüntü mü sahnelemiştir. Peki ya ben arabayı yol ortasında "zart" diye durdurup, inip, paspasa ayaklarımı silersem, "hüüeeloo... napıyosun kardeşim yol ortasında", diye kızarlar mı bana, yoksa "paspas, ayak silmek içindir" diyerek anlayış mı gösterirler?

Çeşitli Ayrıntılar

Onun Yeri Orası

Niye değiştiriyorsunuz siz benim eşyalarımın yerlerini bakiym? Onun yeri niye orası? Eşya, aklını kullanmış, orayı mı istemiş? Cansız bir varlık, nerenin yeri olduğunu bilmez, nereye koyarsan orada durur. E ben bana ait olan bu eşyayı buraya koymuşum, demek ki yeri burası. Bak hala değiştiriyo... Karışmayın ya eşyamla benim hayatıma. Özen Gösteren Annelere ve Temizlikçi Kadınlara Duyurulur.

Çeşitli Ayrıntılar

Yerimi Yadırgadım

Yerimizi yadırgarız ya... Lan neyi yadırgıyosun? Kelimenin orjinalliğine de bakınız. - Rahatsız mı oldun yerinden? - Yok benimkisi tam olarak rahatsızlık değil. Biraz yadırgama sadece. - sktr ya.

Çeşitli Ayrıntılar

Son Lokma Stresi

Üç beş kişi oturmuş muhteşem tıkınıyoruz tek tabaktan. Ne yiyoruz? Karpuz olsun mesela. Süper yiyoruz ama bitiyor haliyle, daha doğrusu bir tane kalıyor. Hepimiz kibarız ya, son lokma kalacağını anladığımız anda çatalları bırakıyoruz hemen, bi de utanmadan 'doydum' tiriplerine girerek. Üstelik kibar bizler arasında son lokmaya yaklaşıldığını anlayınca elini çabuk tutup, iki üç parçayı süratle götürenler de var. Son lokma birimizin cesaret toplayıp çatalı tekrar eline alarak müdahale etmesine kadar orada durur. Bazen kimse tavrından ödün vermez, dakikalarca, hatta sofrayı toplayan kişinin kendisini ağzına atacağı ana dek bekler zavallı lokma. Direk götürün o son lokmayı. Belki ayı diyecekler ama lokmanın yalnız başına kalmasından daha iyidir.

Çeşitli Ayrıntılar

Yerleri Sulayan Adam ve Siz

Toz kalkmasın, ya da etraf temiz olsun diye dükkanlarının önündeki kaldırımı sulayan bir çok adam vardır. Siz, sulanan kaldırımda, sulanan mekana doğru yavaş yavaş yaklaşırsınız, ama kendinizden eminsiniz: Racon gereği, tehlikeli bölgeye girdiğinizde çevik esnaf, hortumu hızla yere, kendine doğru tutar. Size bakmaz, siz de ona bakmazsınız ama o gizli anlaşma yapılmıştır işte. Siz ona, dikkatli olup sizi ıslatmadığı için; o da size, bu tiribi yapmasına olanak verdiğiniz için, müteşekkir. Hayata devam.

Çeşitli Ayrıntılar

Ne Vardı Sizin?

Bir kaç arkadaş hem lezzetli, hem de ucuz yemek yiyecek olmanın neşesiyle kebapçıya ya da büfeye doluşuruz. Gelsin ayranlar, gitsin dönerler, abi ketçap mayonez versene ... Yemekleri bitirip de sigaraları yaktıktan az sonra varsa garsona, yoksa kasadaki abiye sorarız; "Bizim hesabı alır mısın?" Hayır efendim alamaz. Çünkü adisyon denen, kullanımı kolay ve son derece yararlı sistemden haberi olmayan müthiş bir esnaftır o. Soruya soruyla karşılık verir: - Ne vardı sizin? Töbe ya! Nasıl sayacağım şimdi tek tek, yazsana baba sen biz yedikçe bi köşeye. Du bakalım: - Eee 3 ayran, 2 tost, 2 yarım döner, 2 hamburger ... - Hamburger 3 değil miydi?

Sonu Gelmeyen Geyikler

Kar Topluyo

Ortalık bembeyaz kar kapladığında kabus başlar hepimiz için. Kar, haldır huldur yağmaktadır, fakat biraz sonra kesilecektir ve güneş açacaktır. İşte o vakit bu lafı etmekle görevli arkadaşlar hemen etrafımızı sararlar. Ağızlarını açtıkları anda çıkarttıkları "Hımm" lafından anlarsınız ama susturacak vakit yoktur artık. Bu onların yeryüzündeki misyonudur ve o lafı ederler: "Hımm kar topluyo." Abicim bi kerecik de etmesek şu lafı? Belki toplamıyo.

Sonu Gelmeyen Geyikler

Ezeceksin Abi!

Trafikte aslanlar gibi ilerlerken kendini bilmez bazı yayalar önünüzden geçmeye başlarlar. O sırada yan koltukta oturan ve hayatı size zehir etmekten başka bir işi olmayan arkadaşınız o mendebur ağzını açar: - Var ya. Olacak bir Range Rover hepsini ezeceksin, hiç acımayacaksın" Vay seni eşşek sıpası. Ezeceğin varsa Şahinle de ezersin, Doğanla da ezersin. Neden Range Rover peşindesin? Manyak mısın? Hem niye eziyosun sen ya?

Sonu Gelmeyen Geyikler

Sallandıracaksın

Aslında bu kategoride başı çekmesi gereken bir durumdur. Bir grup kişi caddelerde protesto eder de, gösteri eder de, televizyon başındaki adamın ülkesini bölmeye kalkışmak suretiyle zibidilik ederse; kişi, "Var ya sallandıracaksın bir kaç tanesini Taksim'de, bak bakalım bir daha yapıyorlar mı" deyiverir. Ne mutlu bizlere ki artık bu cümle ciddiyetten uzaklaşarak, tamamen espri amacıyla kullanılmaya başlanmıştır.

Sonu Gelmeyen Geyikler

Her İşin Başı Sağlık

Bu çok iğrenç bir pozisyondur arkadaşlar. Bu sadece sonu gelmeyen bir geyik değil, sonu gelmeyen bir durum hikayesidir: Önce; sevgiyi, arkadaşlığı diline dolamış, hayatta başarılı olma ihtimali bulunmayan arkadaşınız, "Her işin başı sağlık" cümlesiyle konuya giriş yapar. Muhabbetin nereye varacağını anlayan siz, boş gözlerle rakibinizi süzmektesinizdir. Kişi bu bakışlarınızdan karşısında bir muhalefet olduğunu kavrar ve devam eder: "Abi öyle değil mi? Şimdi senin 100 milyar paran olsa, ama sağlığın bozuk olsa iyi mi olur?". Biz bunları çok gördük, diye düşünerek hala konuya bulaşmamakta ısrarlısınızdır, ama kişi yılmaz, üstünüze gelir: "De bakalım. Bol paran mı olsun istersin, yoksa bol sağlığın mı?". "Yeter ulan, yeter be" diyerek celallenir ve hak ettiği cevabı yapıştırırsınız: "Manyak herif. Niye bir seçim yapmak zorunda kalıyorum ben? He? Niye ikisi birden olmuyor? Hem sen niye böyle manasız şeylerle beni sinirlendiriyorsun ha? Sttr git." Kişi üzülmüştür. Sizin hiç de iyi bir arkadaş olmadığınızı düşünerek arkasını döner ve tıs tıs yürümeye başlar. Hala "Her işin başı sağlık" diye söylenmektedir. Ensesi de ne sinir bozucudur. Koşup bi tane vursam mı acaba?

Sonu Gelmeyen Geyikler

Beton Etkisi

Köprüdesin, ya da başka bir yerde. Yeter ki sudan bir miktar yüksek olsun. - Olm var ya bu yükseklikten su beton etkisi yapar... Yapma yaw! Hayatında kaç beton etkisi ile karşılaştın bre melun?

Sonu Gelmeyen Geyikler

Isırır mı?

Köpek sahibi arkadaşlarımızın kabusu, hiç bitmeyen, bitmeyecek olan geyik: - ısırır mı? - Kopartır bile.

Sonu Gelmeyen Espriler

Bugün Cuma Enseyi Kapa

Bu sonu gelmeyen espri ile büyüdük biz. Bugün Cuma enseyi kapa. Çotaaa! Ya tamam kafiye olayının arkasına sığınmışsın, eğleniyosun ama yok be abicim. Cuma - Kapa. Hani kafiye? Bi tek sonundaki "a" tutuyo diye kafiyeli oldu, komik mi oldu yani? Yok anacım yok. Laf etme hakkımda yok hani; devrisi gün "Bugün Cumartesi, enseyi kapartesi." diye bağırarak ve aynı eşşekliği uygulayarak yaktım insanların canını. Özür dilerim.

Sonu Gelmeyen Espriler

Test

- Merhaba zuxxi. Sana bir test yapayım mı? - Yap bakalım. - Aklından bir sayı tut. - Tuttum. - Ehi. Şimdi bırak abi. Eehhheiiii. Aaa... Kafama vurdun abi!!

Sonu Gelmeyen Espriler

Dakka ya da Saniye

Hani bir işi göreceksinizdir de bir minik soluklanmaya ihtiyacınız vardır. "Bi Saniye" dersiniz, ya da duruma göre "Bi dakka". Maymun hemen patlatır oradan esprisini: "Bi saniye doldu muhaha muhaha ekik kikik."

Sonu Gelmeyen Espriler

At İle Gelme

Yanılmıyor isem Zeki-Metin kabarelerinden birinde kullanılan, yerinde hoşnut eden ama yıllardır gereksiz kişiler tarafından tekrarlandığı için bayıltagelmiş bir at esprisini hatırlamanızı isterim. Dostunuzla (Yok yok birazdan bu espriyi yapacağına göre dostunuz olmamalı; en fazla arkadaştır.) telefonla konuşurken, "Tamam güzelim burdayız biz atla gel." dersiniz ve söz söyleme hakkı ona geçmiştir işte: "Ayyy atla gelmiyim çok uzun sürer, arabayla gelsem olmaz mı? Hihihi."

Kısa Kısa

Oturma odasından mutfağa doğru gitmek istiyom mesela, televizyonun önünden geçerken şeytan dürtüyo, parmağımı sürtüveriyorum ekrana. Çıtır çıtır çıtır. Aa ne güzel yaa... Mikroskobik karıncalar var galiba orada, ölüyolar parmamı sürtünce.

Sigara İçme

Bazen sigaramızı yaktıktan az sonra fark ederiz ki kültablasını yine kaf dağında bırakmışız. Etrafımıza, özellikle oturduğumuz masaya göz süzeriz. Ne görürüz? Evet boş bir bira ya da kola kutusu. O küçücük delikten özenle silkeriz külümüzü, "cozt" eder kül içine düşünce. Sigaranın bitmesine yakın kutunun üzeri kirlenmeye başlar. Sigara biter, izmarit de aynı delikten içeri. Bu sefer; "cozzzztt". Amma eğlenceli ya! Ama çok pis birisiyseniz ve üst üste o boş kutuyu kül tablası olarak kullanırsanız işin boku çıkar ha! Ona göre.

Sigara İçme

Gerçek bir tiryakisiniz, tuvalete mutlaka sigaranızı yaktıktan sonra giriyorsunuz. Tamam sigaramızı içtik, külünü de ulaşabildiğimiz lavaboya silktik, daha sonra su tutarak temizlemek üzere. Peki biten izmariti ne yapacağız? Elbette klozetin içine atacağız ama oturuyoruz üzerinde. Ya hassas organlarımızı yakmak pahasına bacaklarımızın arasından atacağız, ya da hafif öne kaykılarak kıçımızın arkasından. İkisi de neşelidir. Cozt!

Dallas

Yazmaya bile değmez. Millet olarak Ceyar'dan nefret ediyorduk. Anneannem "Boynun altında kalsın Ceyar" derdi seyrederken. Ben hiç boynu altında kalan adam görmemiştim. Merak içindeydim.

Görevimiz Tehlike

Of of, ne sıkı diziydi bu. Çok saçmaydı ama "Mantığına takılmayın, keyfinize bakın" mesajını vermeyi iyi becermişti. Çok becerikli bir ekipti bunlar. Jim vardı, patrondu. Her bölüm, Jim'in hiç tanımadığı birileri sayesinde görevini öğrenmesiyle başlardı. Bu kişiler genelde civar esnafından olup, Jim'e teybin saklı olduğu yeri anlatmakla görevlilerdi. Ama şifreli konuşurlardı ha... Jim giderdi elemanın yanına, Manda yuva yapmış söğüt dalına, diye anlamsızca bir cümle sarfeder, karşılığında, Yavrusunu sinek kapmış gördün mü, cevabını alır, dijital nanenin sinekliğin arkasında olduğunu anlardı. Çok önemli iki espri soktu hayatımıza bu dizi: Birincisi: "Senin görevin Jim, tabi kabul edersen" esprisiydi. Bunu her yerde kullandık hiç çekinmeden. Bir kere de görülmedi Jim'in görevi kabul etmediği. Her türlü maceraya hazır, paraya susamış, açgözlü bir ajandı bu. Bir kerecik reddet, "Bu hafta da çocuklarla maça gideyim, görevi de başka ekip üstleniversin" deyiver. Yok demezdi. İkınci espri ise şuydu: "Bu teyp kendini bilmemkaç saniye sonra imha edecektir." O teyp kendini imha ederdi etmesine ama sadece "pısss" diye dumanlar çıkartırdı. Yeterince imha olmamış gibi gelirdi bana. İmha lafını duyunca patlamalar çatlamalar hayal ediyordum çünkü ben. Belki de bizim çevirmenlerin hatasıydı; Belki orjinalinde "Bu teyp bilmemkaç saniye sonra pısırdayarak yok olacaktır" diyordu. Kim bilir?

Kara Şimşek

Vay. Ne acayip diziydi bu. Hepimiz deli gibi seyrediyorduk. Kit vardı orada akıllı araba, konuşuyordu, hopluyordu, zıplıyordu, sahibi Maykıl'ı her türlü durumda ihya ediyordu. Maykıl bi yerde sıkıştığı zaman hemen saatini çıkarıp telsizle Kit'e ulaşıyordu: "Kit, hemen kapıya gel." O da cevap veriyordu: "Yettim Abi." Bizzt dakkada kapıya gidiyordu. Kit'in ön tarafında bir sağa bir sola giden ışıklar vardı. "Ciyufbuh .. ciyufbuh" diye sesler çıkarıyordu. Bizim taksiciler pek sevmişti onu. Ortalık Kit'den geçilmez olmuştu. Manyak gibiydi.

Mavi Ay

Of pek süperdi. Bruce Wills ve Cybill Shepherd oynuyordu: David ile Madie. Devamlı kavga ederlerdi. Bunlar dedektifti. Ortak çalışırlar, birbirlerine her anlamda dellenirler ama aralarındaki aşkı asla kabullenmek ve yaşamak istemezlerdi. Her Cuma akşamı deli gibi bekler seyrederdik. Belki bu akşam sevişirler, hiç olmadı öpüşürler diye ekranı tırmalardık ama onlar devamlı kavga ederlerdi. Tam duygusal bi an olur, "Heh buzlar çözülüyo, yapışacak şindi David" derken, hobarey bir kavga çıkardı. Madie deniz mavisi gözleriyle erkeklerin yüreğinde taht kurarken, David kızlarımızın beyaz atlı prensi olmuştu. Bruce Wills yumurta gibiydi o dönemler. Bi de bayan Topesto vardı ki neden öyle komik ve güzel bir ismi olduğunu hiç bilememiştim.

Zenginler de Ağlar

Bu, memleketimizin ilk pembe dizisiydi. Kimse gerçek ismini telaffuz etmiyor, kısaca "Mariana" diyordu. Çünkü oradaki kadının ismi Mariana idi ve hakikaten hep ağlıyordu. Ufacıktım, içim bunaldıydı. "Ne ağlıyon aloo?" diyesim gelirdi.

Hayat Ağacı

Yazık oldu bu diziye; Sam denen fettan kadının gölgesinde kaldı her zaman. Kimse dizinin gerçek ismiyle ve konusuyla ilgilenmez, Sam ve Kayl Mestırs biraderin aşkıyla ilgilenirdi. Halbuki başka renkli karakterler ve konular da vardı. Marshall Ailesi vardı mesela. Bunlar dondurmacılık yaparak parayı bulmuş bir zenci ailesiydi. Edım diye saf bir oğlan dolanırdı ortalıkta, sanırım çok fazla efendiydi, kıllanırdım ben o heriften ve hayatta başarısız olmasını isterdim. Sam çok güzeldi çok. Ufacıktım, okuldan geldiğimde dizi başlamış olurdu, annemlerin yanına kurulur keyifle izlerdim. Aslında hep Sam'e bakıyodum ben. Yıllar sonra bir yerlerde tekrar rastladım bu diziye. Meğer ne dandik hatunmuş o Sam. Sarışın, hafif şaşı gözlü, biraz topluymuş suratı da.

MacGyver

Ajan mıydı neydi, tam belli değildi. Arkaya uzamış sarı futbolcu saçları olan sevimli bir adamdı ama hiç kız arkadaşı olmamıştı. Çok konuşmaz, işini yapardı. "Silah kullanmayacağım" diye her türlü maymunluğu yaptı. Kalemden roketatar, sifondan el bombası icad etti. Maganda ruhlu kahramanlardan değildi o, ilime bilime adamıştı kendisini. Hiç görülmemiştir rakiplerine uçarak kafa attığı. İllet gelirdi bu adamın zekasından rakiplerine. Bir gün hiç unutmam bu dizi ve sevimli karakterle kaptırmış dalga geçiyorken fizik hocası gelmişti aramıza. "Çocuklar o adamın yaptığı her şey bilimsel olarak gerçektir. Hastasıyım o dizinin" gibi bir şeyler söylemişti. Fizik hocasına Mc Gyver lakabı takmaya yeltendik ama pek tutulmadı öğrenciler arasında. Taşıyamadı demekki o karizmayı.

Cinayet Dosyası

Bi kadın vardı, yaşlı, kıl bi kadındı. Bayan Fletcher'mıydı acaba ismi? Bu kadın çok lanet, çok uğursuz bir kadındı. Her gittiği yerde gizemli bir cinayet meydana gelir, bu da kafasını yorar olayı çözümlerdi. Ben her hafta ısrarla beklerdim dişli bir katilin çıkmasını. Sonuçta karşıdan karşıya bile yardımsız geçemeyecek bir kadındı. Adam gibi bir katil çıksaydı, bunun boğazını rahatlıkla kesebilir, parçalara ayırarak omzunda taşıdığı o çantaya yerleştirebilirdi. Çıkmadı, şanslı kadınmış vesselam. Hep bir baltaya sap olamamış, cinayeti ortaya çıktığında muma dönen pasif katillerle uğraştı.

İlk Öpücük

Kötü olmasına rağmen her gün ilgiyle izlediğim, hiç bir bölümünü kaçırmamaya gayret ettiğim, ne kadar olabilirse, o kadar geyik bir gençlik dizisiydi. Justine ana karakterimizdi. Kıvırcık saçlı, senaryo icabı güzel, biraz mantıklı, bence vasat bir genç kızdı. Yine senaryo icabı, popüler ve yakışıklı olan Jerome ile çıkar, örnek ve parmakla gösterilen bir ilişkinin kadın karakterini oynardı. İkisi dizi boyunca öpüşürler, sevişmeyi kendilerinin ve hedef kitlenin büyüdüğü yıllara bırakırlardı. Justine'in En yakın arkadaşı, dizilerin vaz geçilmez unsuru, salak karakter, Anet idi. Anet, saçları iki yandan tutturulmuş, kırmızı çerçeveli koca gözlüklü, hilkat garibesi bir kızcağızdı. Dikkatli gözler bu makyajın altında Justine'den bin kat daha hoş bir genç bayanın olduğunu farketmişlerdi. Anet tam tipine uygun cırtlak bir sesle ara vermeden konuşur, dakikada bir "O La La" derdi. Karşı cinse somut biçimde takılmaz, hayatını Justine ve Jerome öpüştüğünde sevinerek, ellerini kalbininin üzerinde kavuşturarak, "O La La" demekle geçirirdi. İkinci salak karakterimiz, yani erkek olanı Fransuva idi. Uzun boylu, uzun kafalı, kıyafeti üzerine oturtamayan ilk ergenlerden biriydi. Anet kadar salaktı ama onun kadar eğlendirici değildi. Konuya kıyısından köşesinden bulaşır, aceleyle cafeye gelerek yaptığı bir salaklıktan bahseder, ya da aceleyle cafeden çıkarak bir salaklık yapmaya giderdi. Luke adlı grubun beşinci elemanı, Jerome'u yalnız bırakmamak için yetiştirilmiş, ikinci popüler erkek kişiydi. Hayatta tüm ikinciler gibi o da aklımızda hiç bir ayrıntı bırakmadı. Volta atarak, "Neydi, neydi ulan" diye yarım saat kendimi kasmasaydım, ismini bile hatırlayamayacaktım. Isabel benim gizli favorimdi. Fettan kadın rolünde oldukça başarılıydı, bana kalırsa çok da seksiydi. Jerome'u elde etmek için çeşitli kötülükler yapardı ancak gösteri dünyasının en eski ve en yıkılmaz kuralına her zaman yenik düşerdi. O kötüydü. Kaybederdi. Justine'in ebeveynleri tüm dünyaya örnek olmaları için yaratılmıştı. Anlayışlı, modern, zengin, neşeli ve kadirşinas kişilerdi. Hikayelerimiz ekseriyetle cafede, arta kalan zamanlarda Justine'lerin oturma odasında, eh nadiren de Jerome'un fakirhanesinde cereyan ederdi. Justine'lere en çok gitmek isteyen Anet idi, çünkü Justine'in babasına hasta olurdu. Diziyi solumuş olanlar gözyaşları içinde hatırlayacaktır, aranızda mutlaka hatırlamayan birileri vardır, inanın bana Justine'in babası hasta olunacak bir erkek değildi.

Aşk Gemisi

Eminim benden çok daha iyi ayrıntılar hatırlayacaktır çoğunuz; zira ben kaptan Stubink'den daha ileri gidemiyorum. Kel kafalıydı, yolcularla arayı iyi tutardı. Bazen eşler, sevgililer binerdi gemiye, araları bozuktu. Gemide bir sürü şey yaşanır, aşk yeniden keşfedilirdi eşler tarafından. Bazen de kalbi kırık yalnızlar binerdi gemiye. Bir inerlerdi ki kalpleri tamire uğramış, yanlarında da sevdicekleri. Vay anasını. Güzel diziymiş.

Cosby Ailesi

Bill Cosby önderliğinde sevimli bir ailenin başından geçenleri izlerdik. Hiç evden çıkmazdı bunlar. Bill ideal baba idi, çeşitli komiklikler yaparak nasıl aile olunur sorusuna cevap üzerine cevap verirdi. Sonra orada evin kızlarından biri vardı, Lisa Bonet oynuyordu. Sevimli ailenin sevimli kızıydı. Mickey Rourke ve Robert DeNiro'lu bir şeytan filminde oynadıydı da göğüsleri filan gözüküyodu. Hiç yakıştıramadıydık, Bill Cosby'nin iskele babası olduğuna kanaat getirdiydik. Teo vardı genç oğlan, hem sevimli hem de komikti. Evin en küçük kızının bilgiçlik ve şirinlik yapmaktan başka bir işi yoktu. Ben yapmacık şirinleri sevmediğim için onu da sevmezdim. Onun da pek umurunda olmadığını öğrendim yıllar sonra.

Muhteşem İkili

İşte bu gerçekten nefisti. Balki vardı orada, bi de Larry. Larry, kendini akıllı zanneden aptallardandı. Balki ise saf, umutlu, sevimli taşra adamıydı. Sanki bunlar için yaratılmış olan taş gibi hostes sevgilileri vardı üst katlarında oturan. Balki'nin sevgilisi saftı, yok yok kibar olmanın alemi yok, salaktı. Larry'nin ki ise daha modern görünüşlü ve akıllıydı. Her halde dizinin tek akıllısıydı. O kadar sevimli bi diziydi ki bir kerecik bile bu sevgililerin seviştiğine dair izlenim alamamıştık. Bir de Bay Twinkaseti vardı, okulda devamlı espriler yapardık: Ne Kaseti?. Twinkaseti ehehuh, filan diye. Güzel dizi idi.

Alf

Yahu ne sinir bozan yaratıktı. Uzaydan gelmişti ve bir evde sığıntı halinde yaşamaktaydı. Magandanın allahıydı. Ana bacı dinlemez evin hatunlarına sarkardı. Kedi yemekten hoşlanırdı. Tüm dizi boyunca evin kedisini kovaladı ama asla yiyemedi. Patavatsız, düşüncesiz bir yaratıktı. Evin babası emekli gibi etliye sütlüye dokunmayan, istese de mizacı el vermeyen gözlüklü bir adamdı. Antin kuntin teknolojilerle oynamayı severdi. Bir atölyesi vardı, burada minik tefek deneylerle oyalanırdı. Bir de telsiz vardı orada. Alf zaman zaman bu telsizle sözde "ailesine ulaşmaya" çalışırdı. Hiç alakası yoktu. Altı kuru, keyfi yerindeydi bulunduğu yerde. Evin annesi gayetle şekilli bir bayandı, o kel kafada ne bulduğunu merak ederdim hep. Dizinin başlama jeneriğinde Alf bir kamerayla evin bireylerini çekerdi. Anneyi duşta yakalamıştı, severdim. Evin kızının pek bi numarası yoktu, devamlı telefonla konuşurdu. Nitekim o da bir telefon konuşması sırasında yakalanmıştı Alf'ın kamerasına. Hem de dolabın içinde. Evin çocuğu tek kelimeyle iğrençti. Alf derken ağzında yumurta varmış gibi bir hal alırdı yanakları. "Sana var ya, bi koyarım" diye içimden geçirir, Alf'in kedi yerine onu yemesini isterdim.

Altın Kızlar

Altınmış. Peh. Hiç de altın değillerdi dostlar. Böylesine sert çizgilerle belirlenmiş karakterlere illet olmayı adet edindiğimiz bir döneme denk gelmişti. Haydi tanıyalım onları: Blanche: Kafayı erkeklerle, seksle, yatakla, dolayısı ile Yataş'la bozmuş (Reklamlarımızı hatırlayalım), seksi olduğunu düşünmekten hoşlanan karakterimizdi; aynı zamanda benim favorim. Diğerleri gibi yaşına uygun konularla ilgilenmez, hep belden aşağı takılırdı. Arkadaşları tarafından sık sık alaya alınmasına rağmen o dönemde arkasındaydım, şimdi de arkasındayım. Rose: Daha önce anlattık; her komedi dizisinde bir salak karakter bulunmalı. İşte bu dizininki Rose idi. Çoğu zaman yanlış anlar, şaşkınlık eder, diğerlerinin, "Şşş Rose... Sapıttın yine" diye sert çıkmalarıyla utanır, salaklığını kabul eder ve susardı. Bazen bölüm sonlarına doğru zihni açılır, bomba gibi yorumlarla konuya açıklık getirirdi. Bu da onu salak görmeye alışkın izleyici için keyifli bir oyun olur, dizinin seyredilebilirliğini arttırırdı. Dorothy: Aman aman. Karttı biliyor musunuz bu Dorothy. Türk olsaydı, komşu ailenin çocukları tarafından "Evde Kalmış" olarak tanımlanır, ve hatta belki de bu kavram bu kadın sayesinde oluşurdu. Asabiydi bi kere, herkese hayt huyt eder, "ben bilirim" yapardı. Upuzun boyu, koca ayakları vardı. Kıldı. Anne: Anne'nin ismini hatırlayamadım iyi mi? Ona artık anne diyeceğiz. Bu anne sevimliydi, iyiydi, hoştu, yatarken bile çantasını kolundan çıkarmazdı da; çok tehlikeli bir karakter tipini oynardı: "Ohh lafı nası gediğine koydum" meraklısı bir tip. Senaristler tarafından kayırılan bu yaşlı teyzemiz bölüm boyunca önüne kim çıkarsa bozardı, onları mal yerine koyardı. Yıllar sonra buradaki karizmasını kullanarak Sylvester Stallone ile "Dur anne ateş etme, şeytan doldurur" isimli filmde oynadı. Yaşasın başarısız oldu. Bir ilginç ayrıntı ise benim ufakken bu diziyi çok sevmemdi. Büyümüşüm, şimdi bir araba laf ediyorum. İnsanoğlu nankör.

Bay Yanlış ve Doğru Ahmet

Bi herif vardı, hep yanlış şeyler yapıyordu. Doğru Ahmet de gelip bunu uyarıyordu. Ben daha ufacık bir çocuktum; program bana yönelik olarak hazırlanıyordu yinede altıma sıçmadan edemiyordum bu çıktığı zaman. Kime hitap ediyordu? Nedendi? Nasıldı? Hiç belli değildi. Sonra Ahmet'i oynayan çocuk işten ayrılmış olsa gerek, Doğru Ahmet gitmiş, yerine Doğru Mehmet gelmişti. Bay Yanlış soruyordu: "Ahmet nerde Mehmet?" Mehmet'de şöyle diyordu: "Ahmet büyüdü lise Öğrencisi oldu. Artık ben senin dallamalıklarına son vereceğim." Eşşek gibi yapıttı.

Uykudan Önce

Rahmetli Adile Naşit bir sürü şey anlatırdı. Yararlı bir yapımdı bence. Adile Naşit programın sonunda öylesine isimler okur, onlara iyi geceler dilerdi. Biz de oturup salak salak "bakalım bu gün bizim ismimizi söyleyecek mi?" diye beklerdik. Kendimiz zannederdik söylenen ismi. Hiç utanmadığım, en güzel salaklımlarımdan biriydi. İsmim söylenirse mutlu uyurdum ama benim ismim pek nadir söylenirdi. zuxxi demek sıklıkla aklına gelmiyordu kadıncağızın. Tek dezavantajı, ismi dolayısıyla, bittiği zaman yataklarımıza gönderilmemizdi. Off amma da erken saatteydi. 8 de filan.

Can ile Tomtini

Heheyt. Bu da Bay Yanlış misali bir yapımdı. Can bir çocuktu, Tomtini ise bir walkswagen. Trafik kurallarıyla ilgili faydalı bilgiler vermesi amaçlanıyordu. Hem de bi şarkısı vardı: "Sağdan git hep sağdan, kaldırımın sağından. Trininnnom."

Susam Sokağı

Sev dünyayı, açılır her kapı; işte Susam Sokağıııı

Elektrik Fişi

Hani bi karı koca vardı: Ali ve Ayşegül Atik. Bunlar bir gün çok sıkılmış, "Haydi beraberce komedi ekibi kuralım" demişlerdi, kurmuşlardı da. KDV öğretilerinin yoğun olduğu dönemlerde şu parodiyle çıkmışlardı karşımıza: Adam'ın akşama misafiri gelecektir. Bir ihtiyaç listesi hazırlar ve Ayşe Hanım'ın eline tutuşturur. "Git bunları al gel, ama fiş almayı sakın unutma" der. Ayşe Hanım burada salak kişiyi oynamaktadır. "Ama bu listede fiş yok ki" der. "Aaaa" der adam. "Her alışverişte fiş alınacak. Bir alışveriş bi fiş." Kadın hala salaktır; "Anlamadım ama neyse" anlamına gelen bi hareket yapar ve işyerinden ayrılır. Adam kafasını bir sola bir sağa sallayarak; "Allahım ben bu kadınla ne yapacağım" gibi bir kompozisyon çizmektedir. Ama bu, sinirli bi şekilde değil, "başımın tatlı belası" kıvamındadır. Kadın, elektrikçi - bakkal - kuruyemiş üçgeninde hızlı bir alışveriş yapar ve ofise geri döner. Aldıklarını sayar ve elektrik fişlerini masaya döker. Adam, "Bu ne kızım" deyince "E fiiş, istemiştiniz ya siz" diyerek kafiyeli bir komiklik katar olaya. "Kızım ben sana bu fişlerden al demedim ki. Satış fişi al dedim." der Adam. İşte burada bilhassa kadınların uzun süre espri olarak kullanacağı şu laf edilir kadın tarafından: "Ayy ben yanlış anladım" ve devam eder: "Ama bunu söylemenize gerek yok ki. Ben zaten her alışverişte alırım satış fişi." Buradaki mesaj yeterince açıktır: "Artık salak insanlar bile fiş almaları gerektiğini biliyorlar, siz de alınız." Fakat burası Türkiye'ydi, gerçekten de sadece salak insanlar fiş alıyor ve tüm alışveriş merkezlerinde şu laf gırla gidiyordu: Fişini almazsam kaça olur? Hiç uğraşma TRT, hiç uğraşma Türkiye.

Erol

Delirirdim bu Erol çıkınca. Mutlaka hatırlayacaksınız: Erol adında bir yaratık bakkala girer ve şöyle derdi: "Bir kalem, bir pergel bir de çukulata alacağım." Nasıl bir alışveriş listesidir bu? Hadi kalem pergele takılacak ve daire çizilecek, o sırada şımarıkça çukulata mı yenilecek? Sanırım klasik bir "kabız metin yazarı" vakası idi bu alışveriş listesi. Bir çocuğun neye ihtiyacı olur ki, diye düşünen atalarımız, okulla igili olarak kalem; değişiklik olsun, tekdüze olmasın diyerek, pergel; eh her çocuk çukulata sever, bir de çukulata, diye düşünmüşler ve neredeyse yaşamımın sonlarına geldiğim şu günlerde bile aklımdan çıkmayan bir repliğe imza atmışlardı. Sevimli bakkal amcanın, istediklerini vermesiyle parodimiz devam ederdi. Arkadan bir ses duyulurdu: "EEEROOL" Erol dışarıya çıkar gibi yapınca bakkal amca: "Erol, fişini almayacakmısın oğlum?" derdi. "Tabiki alacağım, almaz olurmuyum hiç?" diye karşılık verirdi Erol. Bu diyaloğa o kadar çok sinirlerdim ki, Erol adındaki bütün arkadaşlarımı döverdim.

Büyükler Okulu

Kibarlık ve insanlık, tahsil ile edinilmez, insanın yapısında vardır bu, diye bir düşünceye ben sahip değildim ama bir zamanlar yayınlanan öğretici programlarımızdan birini hatırladığımda böyle düşünmeye başladım. Hatırlarsanız bir sınıf dolusu kocaman adam, kocaman kadın okuma yazma öğrenmek üzere bir okula gidiyordu. Bu koca öğrencilerin hepsi okumaz yazmaz kişilerdi, ancak ileri görüşlü, mantıklı, hatasını kabullenebilen, kibar, ama ne kibar zatlardan oluşurdu. Hiç okuma yazma öğrenip hayatlarını kirletmeselerdi keşke. Ne güzel bozulmadan kalmışlardı.

Perihan Abla

Bağrımıza bastığımız ilk yerli diziydi. Kandemir Konduk yazardı, biz de altımıza işerdik. Zamanına göre nefis bir yapıttı ama orada kalmalıydı. Hala Çiçek Taksi, Mahallenin Muhtarları gibi Perihan Abla'dan bir adım bile ileri gidememiş dizileri burnumuza sokuyolar. Perihan abla klasik Perran Kutman'dı. Asla değişik bir kişi rolü oynamadı zaten. Sivri dilli, babacan, hafif delikanlı, evcil, iyi insan. Şakir vardı, aşıktı Perihan'a. "Ama perihan" derdi mutlaka her hafta. Perihan ise bunu için için sever, acır, ama bir türlü de onunla beraber olmazdı. Şakir yavaş yavaş maymuna dönüşecekti ki dizi bitti. Küçük Surat adı verilen bir genç vardı, ders çalışırdı. Bir de evin kızı vardı. Kasap vardı, "Komik Biftek" derdi ona Perihan Abla. O günden sonra tüm komiklik yapmaya çalışan şişman insanlara böyle hitap edildi ve mizahtan soğumaları sağlandı. Bir manav vardı orada, herşeye sinirlenirdi. Dizinin tek illet karakteriydi. Meraklı Melahat çok başarılı olmuştu. Melahat'in sevgilisi ise taksi şöförüydü. Oradaki ismini hatırlamıyorum ama o yıllardır "Cafer" olarak tanınır ve sinir bozucu şekilde "Buyruuun" der. Hakikaten şu Bizimkiler ne zaman bitecek de buraya katılacak?

Kim Bunlar

Ne değişik bir tad vermişti bize. Absürd esprilerin işlendiği ilk yapımdı. Ali Poyrazoğlu dışında kimse şöhret değildi. Genç bir ekipti ve bomba gibi patladılar. Levent Tülek, Levent Kazak hep bununla başarıya ulaşmışlardı. Pelinsu Pir ve Nilüfer Açıkalın da vardı galiba, hasta olurdum onlara ben. Ali Poyrazoğlu'nu sevmez, diğerlerini severdim. Sonra abuk subuk yapıtlarla karşımıza çıkınca onları da sevmedim.

Uzaylı Zekiye

Aman aman! Türk insanının bilim kurguya karşı asla olamayan yatkınlığının bayrak taşıyan örneğiydi. Bi Zekiye vardı, uzaylıydı. Zamanı dondurur, çeşitli büyücülükler yapabilirdi. Fazlasıyla aptaldı. Her şeye kanar, başını belaya sokar, dizinin sonunda maksimum akıllı olurdu. Bazı Kemal Sunal filmleri gibi. Bir karakter salaksa salaktır. Neden film ilerledikçe akıllanıyor ki? Bu Zekiye aslında eşşek kadar bi kadındı ama saçlarını iki yandan bağlayarak insanların yaşını küçültebileceklerine inanmıştı bizim yapımcılar. Sonuç olarak zevkle olmasa da ilgiyle izledik ve gereken dersleri çıkarttık: Büyüyünce asla bilim kurgu dizisi yapmaya kalkışmayacak, mümkün mertebe uzaylı olmaktan kaçınacaktık.

Pamuk Hemşire

Ayrıntılarını asla hatırlayamıyorum ama ismini hafızamda ölene kadar taşıyacağım. Kim oynardı? Ne yapardı? Neden pamuktu bilmiyorum. Herhalde süper iyi kalpli, biraz da tombulca bi hanımdı. Cılız insanlara ne kadar iyi kalpli olurlarsa olsunlar "pamuk" sıfatı yakışmaz çünkü.

Musti

Ne hataydı! Musti diye abuk sabuk bir çocuk vardı, bir tek kolları oynardı; "Peki baba peki" filan derdi kolları ileri geri sallaya sallaya. Lan ne berbat bir şeydi, sinirlendim bak!

Vikingler

Bu güzeldi. Çocuk acayip akıllıydı. Herşeyi planlıyor, salak ebeveynlerini ve kavmini refaha taşıyordu. Vikinglerin başına bir bela musallat olduğunda çocuk hemen düşünmeye başlar, kafasında bir ampül yanana denk takılırdı. Ampül ile beraber parmaklarını şaklatarak "Buldummm" diye bağırırdı. "Ulen bu yezit bu kez ne buldu?" diye meraklanır, sonuna kadar seyrederdik. Fatih Sultan Mehmet gibi gemileri karadan filan yürütürdü. Ama biz bu fikrin padişahımıza ait olduğunu biliyorduk, onurlanıyorduk.

Voltron

Şu zamanlardaki antin kuntin bilim kurgu çizgi filmlerin babasıydı. Bizleri saf dünyamızdan alıp savaşçı diyarlara götüren ilk çizgi filmdi. Her pazar saat onda başlardı biz de hemen kalkar seyrederdik. Beş tane aslan vardı, "Voltran, Voltran, Voltran" deyince koskocaman robot olurdu. Ama bunlar kocaman robotu oluşturmadan önce illede tek başlarına savaşmaya çalışırlardı rakipleriyle. Sonra baktılar olmuyo, direk Voltron oluşturulurdu. Madem teknoloji mevcut, baştan oluştursanıza şunu karaktersiz herifler.

Tonton Ailesi

Bunlar da bi garip aileydi. Şekline asla anlam verilemeyen yaratıklardı. Daha sonraları başımıza peydah olan Aymar yaratığı büyük ihtimal buradan esinlenerek yaratılmıştır. Bıngıl bıngıl, gerektiğinde yuvarlanmasını bilen güzel şeylerdi. Bu ailenin bireyleri; "Hop hop hop. Değiş Tonton" diyerek değişirlerdi. Ata, böceğe değişseler gene iyi; otobüse, oturma grubuna bile dönüşebilirlerdi. Mesela ailecek pikniğe gidecekler ama taşıtları yok, hemen baba minibüse dönüşürdü. Evin oğlu da "Liselim" çıkartması haline gelerek babasının kıçına yapışırdı.

Biberleyelim

Süper bir şeydi. Sadece tek bir hikayeden oluşan, devamı falan olmayan bir çizgi filmdi. TRT akşamüstleri bişey bulamadığı vakit cart diye bunu sürerdi ekrana. Bir beyzbol topunun hayatı işlenirdi. Beyzbolcular "Haydi şunu biberleyelim" diyerek bu topu birbirlerine atarlardı. Zaman zaman canı yanardı minik topun. Çok önemli bir maçta, çok önemli bir oyuncu tarafından sahanın dışına atılması ve imzalanıp özenle saklanması ile biterdi. Çok severdim çok. Okulda bizden daha zayıf kişileri ele geçirmek ve "Şunu biberleyelim ha ha ha" sesleriyle birbirimize atmak gibi ayıca bir eğlence sağlamıştı bizlere. Seni hiç unutmayacağız minik top.

Tsubasa

Ne diyeyim benim aram pek iyi değildi bu tür futbol çizgi filmleri ile. Bu adamların sahası koş koş bitmezdi çünkü. Mesela bir takım kendi ceza sahasından atağa kalkıyor, benim telefon çalardı. Arayan arkadaşmış, bi on dakika sohbet eder, sonunda buluşmaya karar verirdik. Odama gidip güzelcene giyinir, kafaya jöle sürer, hazır hale gelirdim. Televizyonu kapatmak için bir bakayım; herifler daha yarı sahaya ulaşmamış. Be hey iki sattir koşuyosun! Yok yok... Maymun işiydi : )

Macit

İmar Bankası'nın hala devam eden "Kalitesiz ama etkili" reklam anlayışının ilk ürününü hatırladınız mı dostlar? Hani ayak fetişistlerine hitap ederdi, hani yüzünü bile göremediğimiz bir hanım ayaklarını birbirine sürterek, "Macit, beni otomobillendir" derdi. Ah ne üzücü bir yapımdı. O kadın Macit'in karısı mıydı, yoksa metresi miydi hiç bilemedik. Tavırları pek bir metrese benziyordu fakat reklamın bir aralığında "Aaa 600 Mark dediğin nedir ki? Mutfak harçlığımdan bile biriktiririm" demesi bende karısı olduğu izlenimini yaratmıştı. Hem o nasıl bir mutfak harçlığı idi öyle? Sen salamını al, sucuğunu al, pastırmayı dolaba döşe, üstüne de 600 Mark para biriktir, ne ala! Macit reklamın sonuna doğru yumuşuyor muydu nedir, hanım kızımız bornozunu pat diye düşürüveriyordu ayakları üzerine. Koca Türkiyemin televizyonunda, ailemizle yemek yeme esnasında, "Macit beni otomobillendir, ben de sana vereyim" mesajının verilmesi hoş değildi nitekim. Ama hafızanızı biraz daha zorlayın. Bu reklamın Star televizyonunun ilk açıldığı dönemlere denk geldiğini, İmar Bankası ile Star arasında ne şekil bir ilinti olduğunu hatırlayacak, neredeyse yozlaşma sürecinin kesin başlama tarihini, sebepleri ile beraber idrak etme şansını elde edeceksiniz.

Uçan Tekme

Basit: Arçelik, tüm çocukların gönlünde taht kurmuş bu döven adamı reklamlarında oynatmaya karar verir ve senaryo yazılır: Cüneyt yavaşça buz dolabına yaklaşacak, kapağı açarak sarma dolma tabağını alacak ve arkasına dönerek: "Elcağızımla yaptığım sarmaları hiç bir dolap Arçelik kadar iyi soğutamıyor" diyecektir. Cüneyt senaryoyu okur okumaz cellallenir, "Siz manyak mısınız? Koca Fahrettin bu maymunluğu yapar mı" diye hiddetlenir. Bunun üzerine reklam ajansındaki arkadaşlar, "Peki o zaman doğaçlama yap" derler. Cüneyt de ne yapsın uçarak doğaçlamaya başlar.

Eti Eti Eti

Tüm Türkiye'nin baştan sona bildiği nadir reklam şarkılarından biriydi. Kesinlikle iki farklı grup / kişi tarafından karşılıklı söylenmeliydi. Aynen şöyleydi: - Bir bilmecem var çocuklar. - Haydi sor sor. - Çayda, kahvaltıda yenir. - Acaba nedir nedir? - Bisküvi denince akla, - Tamam şimdi buldum. - Hemen onun adı gelir. - ETİ ETİ ETİ Ne güzel duygular veren sevimli bir şarkıdır. İsterseniz bunu deneyebilirsiniz. Birini karşınıza alın ve coşkuyla "Bir bilmecem var çocuklar" deyiverin. Karşınızdaki kişinin de sanki yıllardır bu anı bekliyormuş gibi "Haydi sor sor" diye bağıracağını ve sevinç içinde üstünüze atlayacağını göreceksiniz. Tecrübeyle sabittir.

Pazar Konseri

Aslında hala var ama eskisi gibi ağızlara sakız bir program değil. Pazar gününün en verimli saatine konan bu klasik müzik programını halk bir türlü kabullenemedi. Türkiye yıllar boyunca 2 - 4 arası televizyonlarını kapadı ve sıkıntıdan patladı. Programın ismi günlük hayata "Pazar Kanseri" olarak taşındı. TRT öyle karakterliydi ki yıllarca ne programı, ne de saatini değiştirdi, halkına klasik müzik aşılamaya kararlıydı. Başarabilirdi belki; diğer kanallar gelmeseydi, aynı güne Şahane Pazar'ı koymasalardı, şu anda Uygur Kardeşler'in götünde borazan çalan bir ırk olabilirdik. Kulaklarımız kendine gelirdi.

Necefli Maşrapa ve Arkadaşları

Tam keyif içinde televizyon izliyorken cart diye yayın giderdi. Sanırım TRT'de şöyle bir olay cereyan ederdi: - Oğlum Hüseyin kesildi yine yayın, napacaz? - Sorduğun soruya bak! Patlat güzelim oradan bir necefli maşrapa. İşte bu Hüseyin yüzünden biz saatlerce böyle görüntüler izlerdik. En ünlüsü bu maşrapaydı. Zaman zaman ekranda boy gösteren şelale görüntüsü ve çinili vazo da takdire şayandı.

23 Nisan Şenlikleri

Şimdi efendim, Atatürk 23 Nisan'ı çocuklara armağan ettiği vakit bizler "Bir türk dünyaya bedeldir." lakırdısından hareketle "Bir Türk'ün çocuk bayramı, pekala tüm dünyanın çocuk bayramlarına bedeldir", diyerek dünya çocuklarını ülkemize davet ederdik. Bu minik arkadaşlar günlük kıyafetlerini bırakır, yöresel kıyafetlerini kuşanır, ülkemize renk katarlardı. Kocaman bir stadyumda, illede Halit Kıvanç eşliğinde şarkılar türküler söylenir, eğlencede sınır tanınmazdı.

Muhammet Ali

Dahil olduğum nesil yakalayamadı ama mutlaka anasından babasından dinledi: Biz var ya sabaha karşı naklen yayınlanan Muhammet Ali maçlarını gerek uykusuz kalarak, gerek saati kurup uyanarak, seyrederdik. Merak etmedim değil; boks sevgisi mi? Yoo hiç bokssever bir ülkede yaşadığımı hissetmedim. Eee Muhammet Ali'ye sempati mi? Hangi sempati koca ülkeyi sabahın köründe ayağa diker? Yoksa müslüman birinin, başka bir adamı başarıyla dövmesi, sahur niyetine mi kullanılmıştı? Bilen var ise söylesin.

Falco

Ah ne süper bir arkadaşımızdı Falco. Alman'ların yüz akıydı. Almanca müzik yapılabileceğini, dahası güzel olabileceğini ispatladı. Amadeus vardı, Jenny vardı, Viana Calling vardı. En popüleri duygusal bir şarkı olan Jenny idi. Yarısı Almanca yarısı ingilizceydi ve şuna benzerdi: "Jeni kom, kamon, şteyauf bitte" (Ceni. Bi gel bakiyim sen şöyle. Ayağa kalk lütfen, heh böyle). Duydum ki ölmüş geçenlerde Falco abimiz. Üstelik bir kasabada halkın taptığı bir Belediye Başkanı olarak. Nur içinde yatsın.

Dr Alban

Bizim Doktor Erol Bey gibi sahteci değil, hakiki doktordu. Vizite'den arta kalan zamanlarında odasına kapanır, kendini müzik çalışmalarına verir, dünya insanlarına çeşitli öğretilerle ulaşırdı. No haşhaş, no eroin gibi garip şarkılarla karşımıza çıkarak hepimizi kıpraştırdı. Bir de "Tell me Africa, how are you?" filan gibi antin bir şarkısı vardı. Bitti gitti.

Cyndi Lauper

Cırtlak, çatlak bi kızcağızdı. İsmini bile büyük ihtimal yanlış yazdım. Hiç bir şarkısının melodisini ya da ismini hatırlamıyorum. Tek hatırladığım uçuk kaçık makyajlar ve saç modelleriyle konserlerde boy gösterdiği, Kaynanalar dizisinin kültürümüze kazandırdığı "Niiii" den bir gömlek dayanılır sesle şarkılar söylediği.

Sabrina

"Boys Boys Boys" diye bi şarkı, ama daha fazla memeleriyle girmişti gündeme. Seksi kadındı, döneminde tuvalete onu düşünerek giren genç sayısı hayli fazlaydı. Boşalttığı yeri Nadide Sultan doldurdu.

Samantha Fox

"Taç mi, Taç mi. I want to feel your body" isimli afrodizyak şarkısıyla tanıdık Samantha Fox'u. Samantha'nın memeleri Sabrina'ninkilerden fersah fersah ötedeydi. Klibi yayınlandığında görüntüye önce memeleri girer, sarı saçları ve yüzü on dakika kadar sonra katılırdı. Kısa boylu olmasına rağmen dönemin seks bombası olmayı başardı. Ben de tüm erkekler gibi severek izledim, hatta dolabıma iki tane de posterini yapıştırdım.

Technotronic

Takdire şayan insanlardı. Bugünün müziğini o zamanlarda sezmiş, ileri görüşlü bir gruptu. Pump Up the Jam ve Get Up isimli şarkıları bomba gibiydi. Kalamış Marina isimli bir gündüz diskosunda günde ortalama on iki kere çalar, biz de her birinde kalkar hoppidi hoppidi oynardık.

A-HA

Hiç hoşlanamadım AHA adlı maganda isimli gruptan. Tüm mahalleli anlaşmış gibi AHA muhabbeti yapardı, yabancı kalırdım. Yine de hiç ödün vermedim kendimden. Ne Cry Wolf isimli hitlerini, ne de James Bond filmine yaptıkları şarkıyı dinledim. AHA gitti, yıllar geçti. Aykut, Hakan, Ayşe adlarına sahip 3 genç kişi zamanında AHA'yı sevmem gerektiğini kanıtladılar. Aynı isimli bir Türk grubu kurdular ve bana hayatı zehir ettiler.

Milli Vanilli

İki tane uzun saçlı tropikal bölge insanı tipten oluşuyordu. Güzel şarkıları vardı ancak sahtekar oldukları, playback yaptıkları ortaya çıkmıştı. Çok sinirlenmiştik onlara. Ortalıkta "Olm Milli Vanilli" var ya milli ismini Türkiye gezilerinde çok kulağa hitab eder buldukları için almışlar" geyikleri dönerdi. "Hadi len" diye tepki göstermemize rağmen, "abi valla bak" derdi bu kişiler. Kıl insanlardı.

Europe

Güzel topluluktu, hayatımıza dan diye girmişti. "Final Countdown" (Ölümcül Geriye Sayış) isimli şarkıları çok tutmuş, tutmanın da ötesinde sıkı sıkı kavramıştı hatta. Buradaki Tempest soyadlı delikanlı bu şarkıyı söylerken o uzun ve ayaklı mikrofonu tepeye doğru dikip söylemişti ilginçti. Bir kaç hafta kadar sonra bir "Pazar Bilmemkaç" programında bizim yerli sanatçılardan birini mikrofonu tepeye dikerek şarkı söylerken gördüğümde sinirlerimde minik tahribatlar oluşmuş, bu siteyi açıp bunu yazabilme fikri kafamda ilk defa canlanmıştı.

Komançero

Bestekarını, güftekarını ve icra edenleri hatırlamamakla beraber, ne müthiş bir etki yarattığını asla unutamadığım bir şarkıdır.

Self Control

Laura Brinigan adlı, çoğu kişi tarafından "Taş" olarak tanımlanan esmer bir kadın söylerdi. You take my self, you take my self control... diye başlar ve devam ederdi. Yani; beni benden aldın, ne kontrol bıraktın ne bişey anlamına gelen bir şaheser.

Yeke Yeke

Bu acayip bir şeydi ya! "İssunkudun nanonikiya AAaaaa. Ameyo maye mo" diye bi şarkıydı. Mori Kante denen bir adam icra ederdi. Kalın dudakları vardı. O zamanlar "Bak araplardan da adam çıktı ama Türkler hala oturuyo" diye düşünmüştüm. Milliyetini bilmediğimiz, ama siyah derili bir adama arap diye hitap etmek o dönemlerde de mübahtı, şimdi de öyle. Yıllar hiç bir şeyi değiştirmedi. Hala araplar kişi olsun, grup olsun müzik dünyasına katkıda bulunuyor, bizler ise Çeliklerle çomaklarla tam gaz ilerliyoruz.

Cinema

"John Wayne ... huuu ... Eddie Murphy ... huuu" diye başlayan ve aynı mantık ile bir dolu sinema efsanesinin adını sayıp döken bir şarkıydı. Kim söylerdi bilemem ama çok sıkıydı. Annem ellerini bir sola bir sağa sallayarak mutlulukla söylerdi.

Lambada

Erkek tarafının, bacağını kız tarafının apış arasına sokması ile meydana gelen bir dans ile bağdaştırılmış kötü bir şarkıydı. Balon köpüğü idi ama çok sardı insanları. Herkes lambada dinliyor, biraz dans, biraz da oynaşma isteklerini karşılıyorlardı. Dünyanın her yerinde çeşit çeşit Lambada filmleri yapılıyordu. Türkiye de bu akıma kayıtsız kalmamış, Yaşar Alptekin ve Yasemin Evcim baş rolleriyle bir Lambada filmi çekmişti. Amanin ne komik filmdi. Ben daha film olduğunu bilmezken Kelebek gazetesinde fotoromanına rastlamıştım. Merakla ve kahkahadan yarılarak bu fotoromanı takip ediyordum fakat babam ani bir kararla eve Hürriyet gazetesi alımına son vermişti. Hikayenin sonunu merak eden mutsuz gözlerim bir gün Kadıköy sokaklarında berbat bir sinemada bu filmin afişi ile karşılaştı. Hemen parayı bastırdım ve içeri girdim. Sinemada yaşlı bir hanım ile baş başa seyrettiğim bu filmden aldığım hazzı başka hiç bir sinema filminden almamışımdır. Yaşar Alptekin'in manken ve oyuncu olmaya karar vererek ne büyük bir yanlışlık yaptığını, komedyen olsaydı paraya para demeyeceğini ilk olarak bu film sayesinde düşünmeye başlamıştım, hala da düşünürüm.

Feliçita

Bu facia bir şeydi. Aptal çift Al Bano ve Romina Power söylerdi. Mahalle ortamında; "Feliçita, anası babası çoluğu çocuğu limonata" diye espri yapardık. Neden yapardık? Amma iğrenç espri imiş.

Eye Of The Tiger

Acı yok Rocky!! Kızlarımızın uzak kaldıkları, erkeklerin ise köküne kadar yaşadığı bir kültürdür Eye of the Tiger. Dünyanın en nefis filmi Rocky'de gaza gelme bölümlerinde kullanılır. Bu yüzden çoğu kişi gerçekte kimin söylediğini bilmez. Raki arkasında binlerce veletle koşturur merdiven çıkar, bizler ekran, beyazperde başında yumruklarımızı sıkar, alnımızı kırıştırırdık. Hemen ertesi gün badiye yazılmaya karar verirdik. Yıllar geçti fakat kenar mahalle vücut salonlarında gaz şarkısı olarak kullanılmasına son verilmedi. Kişi bu şarkı eşliğinde milyonlarca mekik çekebilir, "tsih ... tsih" diye sesler çıkartarak kıpkırmızı olabilirdi.

Ice Ice Baby

Dın dın dın dını dın dın ... diye başlardı. "Vay anasını yaw, ilk beyaz repçi" derlerdi ona. Halbuki Beastie Boys ondan önce kralını yapardı rapin. Bu adam kafasının yanları traşlı, üstleri ise upuzun, jöle kabına düşmüş bir adamdı. Vanilla Ice diye de abuk bir sahne ismi vardı. Sorarım sizlere şimdi Tarkan, Tarkan olarak değilde "Vanilyalı Buz" olarak karşımıza çıksaydı kıçımızla gülmez miydik? Gülerdik ya. O dönemler gülmedik ama, kapıldık bu akıma. Biraz daha müzik kültürü olanlar ve bunu sağda solda göstermek isteyenler Ice muhabbeti açıldığında hemen "Queen'in şarkısı lan bu"yu yapıştırırlardı. Güzel bir albümdü nitekim. Kaynadı gitti.

We Will Rock You

Saygıdeğer Queen abilerimizin deyim yerindeyse en "piyasa" şarkısıydı. Tek bir ritm, no enstrüman, sadece gazdı. Fredie bir takım laflar ederdi ve büyük bir grup "vi vil rak yu" diye yeri göğü inletirdi. Sadece sonunda bir elektro gitar taksimi geçilir ve topluluk deşarj vaziyette dağılırdı. Okullarda, evlerde, heryerde söylenirdi. Maçlarda, özellikle avrupa kupası maçlarında "Dum dum tıs, dum dum tıs ... We will fuck you" şeklinde uyarlandı ve tüm dünyaya Türk'ün yaratıcılığı, Avrupaya da ayak sesleri duyuruldu.

U Can't Touch This

Ne bombaydı! MC Hammer denen karani bir kişi birden ortaya çıkmış, parlak şalvarıyla bu şarkıyı söylemeye başlamıştı. En önde kendisi, arkada çeşit çeşit insanlar acayip ayak hareketleri yapar, "heyoo heyoo" diye tepinirlerdi. Acayip bir repçi modasının doğmasına sebep oldu. Özellikle girişi damsız ve de beleş olan site diskolarında sayısız genç Mc Hammer olma yolunda telef olmuştu. Bu hareketleri normal kıyafetler ile yapanları anlayabilmiş ve saygı duyabilmiştim, ancak bir yerlerden edindikleri parlak şalvarlarla disko pistlerini aşındıran ilginç kişiler gözlerimi kocaman açarak boynumu hafif sola yatırmama sebep olurdu. Her türlü espriye ve geyiğe konu oldu. Grup Vitamin bunun "Dokındır" isimli bir versiyonuyla karşımıza çıktılar. Bir sürü insan neden "You" yerine "U" yazıldığını tartıştı. Hele "Yu ken taç diz" diyerek parmağımızla hassas bölgeleri işaret etmemiz "hayvanca espriler" listemize gururla eklenmişti.

I Love You I Love You

Ümit Besen hızla İngilizce öğrenmeye başlayan bir ırka yapabileceği en büyük zalimliği yapmış, bu şarkıyı peydah etmişti. Caddelerde, sokaklarda kekolar arabalarından bu yaratıcılık örneği şarkıyı bangırdatır, ufacık olmamıza rağmen ağız dolusu kusmamızı sağlarlardı. O dönemde, es kaza bir turist ile tanışırsam bu şarkıyı nasıl açıklayacağımı kara kara düşünürdüm. Yıllar sonra yabancı bir hanım ile sohbet ederken bu şarkı aklıma gelmişti. Kendisine böyle bir şarkının var olduğunu anlatıp, sözlerini söylediğimde bana sadece "I dont believe you" (hadi len) demişti.

Çiki Çiki Baba

Şarkı sözlerinin illede bir manası olması gerekmez, düşüncesinin bayrak taşıyan örneği oldu. Aynen şöyleydi: Çiki çiki baba. Ayni ayni yaba. Feli feli kuuli. El fakiri yaba. Oyyyy oyyyyy oyyyy. Ulan ne işti be.

Hayat Bayram Olsa

"Bütün dünya buna inansa, bir inansa" gibi hayaller içeren bir şarkıdır. Aslında sözleri gayet iyi niyetli, barışçıdır, fakat haddinden fazla ve sahtekar bir iyimserlik taşır. Üstelik melodisi çok basittir ve kolaylıkla sinir bozabilir. Hala heryerde çalınır ve insanlar elele tutuşarak bu güzel dilekleri tekrarlarlar. Bu gibi durumlarda yavaşça masadan kalkarak tuvalete doğru yol almayı yeğlerim. "Hocam nereye? El ele tutuşsak, birlik olsak" diyenler olduğunda: "Ya iyi diyosun da çok sıkıştım bilader. El ele tutuşsak ama prostat olmasak" gibi manasız cümleler kurarak sıvışır, şarkı bitene kadar ortama geri dönmezdim. Çıkıntı bir adam olmak değildi niyetim ama masada el ele tutuşarak "İnsanlar tutuşsa, kardeş olsa" diye avaz avaz bağıran bu insanların, bar ortamından çıkar çıkmaz "Vay it sıpası benim arabayı sıkıştırmış. Hüleaynn ancuk kafalı ileri alsana lan" diyerek söz konusu kişilere kafadan dalması ne kadar isabetli davranmış olduğumu anlatırdı bana. "Bütün dünya hızla sallansa, hayat ayran olsa" diye mırıldanarak yol alırdım karanlıkta.

Hayat Bayram Olsa

Yoo başka şarkılar da biliyorlar. Birbirlerine ne derece düşkün olduklarını vurgulayacakları gecelerde "Arkadaş," eski sanatçılara olan saygılarını ifade etme sırası geldiğinde "Eski Dostlar" şarkılarını kullanırlar. Ne yalan söliym bana da pek inandırıcı gelmezler.

Serseri

Hayatta ne oğlunun ne de kendinin ne iş yaptığını anlamadığım Selçuk Ural söylerdi bu şarkıyı. Aksi gibi şarkı adamın delikanlılık dönemlerine de denk gelmemişti. Kocaman adama kar yıkama bir kot takım giydirmişler, bu şarkıyı söyletirlerdi. Sözleri aynen şöyleydi: Serseriyim Ah serseri Okur yazar, Ve sevimli Biraz çapkın, Biraz deli Ama sevecen, Bir serseri... Ulaşılmak ve onikiden vurulmak istenen hedef sanıyorum Mickey Rourke tipi bir erkek anlatısı becermek idi. Gelin görünki koca serserilik felsefesi bizimkilerin dilinde "okur yazar bir sevimli" haline gelmişti. Çok yaşayın.

Abone

Şu anda Kral TV'nin elinden ne çekiyorsanız, işte bu yüzdendir dostlar. İlk Türk pop şarkısı değildi elbet ama bu günkü tarzı yakalayan ve gelişmesini sağlayan ilk şarkıydı. Sarışın, hafif toplu genç bir kız, tellerin arkasından, "Aboneyim abone. Biletlerim cebimde. Ballı lokma tatlısı. Aman hadi hayırlısı." diye bağırarak fitili ateşledi. Kötü sesli bu genç kızın isminin Yonca olduğunu öğrendiğimizde hafızamızı zorlamış ve Devekuşu Kabare'de geçirdiği günleri anımsamıştık. Demek ki bu kız bir şekilde şöhret olmayı kafasına koymuştu, oldu nitekim. Şarkıcı oldu. Evet oldu.

Habolo Şobolobo

Du ben sena anlatayım. Bu (İnşallah yanılmıyorum) Yonca Evcimik'in, "Saat 9.15 vapurunda. Onu gördüm karşımda. Dizlerimi titretti. Maymun oldum galiba." diye başlayan ve aynı şekilde devam eden bol renkli bir şarkıydı. Klibinde tahta çubuklarla yürüyen şaklabanlar, palyaçolar filan vardı. Daha da berbat bir şey söyleyeyim mi ben size bu şarkı hakkında: Severdim.

Barmen Minik

Barda durur barmen minik şişe elindeeeee... Biz çalarız o durmaz hep oynar yerinde... Ya bu nası şarkıdır? Barmen niye minik? Yoksa barmenin lakabı mı minik? Hakan abim, Peker abim. Nasıl bir ruh hali içindeyken yaptın sen bunu?

Çile Bülbülüm

İşte klasik bir sazlı sözlü eğlence yeri şarkısı. Ayıların kendini göstermesi için de bire bir. Şarkı başlar başlamaz grup kendi içinde göz temaslarıyla buluşur, "Allah" kısmı gelince insanlıktan çıkmak üzere anlaşır. Bakınız şimdi şarkıcımız söylüyor: Çileeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee AaAaAaAaAhhh Aaaaahh Çile Bülbülüm... <b>ALLAHHHHHH</b> Be hey ne oluyor!!?? Yahu bir adabı olmasın mı? Melodiye, besteye katkısı olmasın mı? Özellikle erkek vatandaşlarımız çok yapar bunu, korumanın ne alemi var; sırf erkekler yapar. Tüm eğlencelerimiz nasıl basitleşiyorsa, bu "Allah" bölümü de öyle ayılaşıyor işte. Adam gibi adamların bulunduğu bir grupta bu şarkıyı söyleyiniz, aksi takdirde uzak durunuz. Bir de "Allah" kısmını kaçırıp bir saniye sonra bağıranlar vardır ki, "Yallah" diyip kafa koyulmalıdır.

Break Dans

Çok önemli bir konudur çok. İlk olarak hangi şarkıyla ya da hangi grupla ülkemize girdiğini bilmiyorum ama birden ortalığı fena sarmıştı bu "breykçi"ler. Elektrik kavramının insan vücuduna yansıtılması, ana fikrini taşıyan bir dans çeşitiydi. Amaç elektriğe kapılmış kişi gibi titremek, yılan gibi kıvrılmaktı. Ama bu kıvrılmalar sadece belden yapılan bir oryantallık taşımazdı, vücudun her yeri, bilhassa kollar çok iyi kıvrılmalıydı. Bir kaç Breykçi bir araya geldiğinde mutlaka ufak bir şov düzenlenirdi. Aralarından biri ortaya geçerek, elektriğe de kapılarak kıvrım kıvrım titrerken diğerleri sakince sıralarının gelmesini beklerlerdi. Sonra ortadaki kişi olayını bitirir, vücudundaki son elektriği diğer arkadaşına geçirirdi. Bu transfer genelde eller ile yapılırdı. Elektriği alan kişi sara nöbetine tutulmuş gibi zıngır zıngır oynar, şaşkın bakışlarımız arasında yuvarlanarak gözden kaybolurdu. En kral breyk figürü olarak yere sırt üstü yatılan ve topaç gibi dönülen şekil gösterilirdi. Her mahallede mutlaka süper breyk yapan birisi bulunurdu. Artık hiç kalmadı o breykçilerden. Onlar; sırasıyla asitçi, rapçi ve Azer Bülbül oldular.

Saklambaç

Çanak çömlektir aslında patlayan ama o bağırtı için uydurulan melodiye pek uymaz çanak kelimesi. Biz de onu çamlak haline getiririveririz nedir yani! Çocuğuz biz.

Misket

Hiç bitmeyecek, sonsuza kadar sürecek bir eğlence olduğunu zannederdim ama yıllardır ne misket gördüm ne de oynayanı. Zaten misket toprak alanlarda oynanmalıdır ve günümüzde hiç toprak alan yoktur. Bir tek stadyumlarda, futbol sahalarının çevresinde kırmızı kumdan oluşan bir alan vardır ama burada da bizlere misket oynatmazlar eminim. Halı üzerinde de misket oynanabilir fakat bir çok sakıncası vardır. Bir zamanlardan bahsediyoruz, bir zamanlar duvardan duvara halılar yoktu. Tam ortaya yerleştirilmiş, dikdörtgen halı üzerinde misket oynamayı çok denedik ama tabiatında bir top olan misket mutlaka halının dışına kaçar, parkenin üzerinde sinir bozucu bir "fırr fır fır" sesi çıkartır ve yüzde yüz, odadaki koltuğun, kanepenin altına girerdi. Misketi oradan almanın şekilleri ise apayrı bir hikayedir. Bu heyecanları devam ettirmek için misketi tutundurmalı, başı, baş altıyı, kuyuyu, kafa karışı gençlerimize öğretmeliyiz. Misket denen bu minik topa çeşitli yerlerde bilye, hatta combalik denildiğini bilirim. Hafızam yanıltmıyorsa bin türlü daha değişik ismi olmalı.

İstop

Uzun uzun düşündüm ve gereksiz bir oyun olduğuna karar verdim. Kolaydı çünkü. Havaya atılan bir topu neden tutamayayım ki? Salak değilim, düşkün değilim. Oynamazdım.

Yakartop

Heh işte bu çok güzel bir oyundu. Elastikiyet, beceri ve zeka gerektirirdi. Üstü açık arabalar ya da zengin babaların henüz hayatımıza girmediği o dönemlerde kızlara hava atmanın iyi bir yoluydu. Hele tutulamayacak bir topu çotaa diye yakalayarak bir "Can" alırsan. Peh peh peh.

Mendil Kapmaca

Hız ve zeka ister. İki grup uzunca bir mesafede birbirlerine karşı dururlar. Ortada mendil tutmak için yaratılmış bir adam vardır ve mendili tepesinden kavrayarak, sanki pis bir şeyi ucundan tutuyormuş gibi havaya kaldırır. İki taraftan da birer yarışmacı gruplarından kopar ve ortaya doğru koşar. Mendilci sınırdır. Burada iki rakip dikkatlice birbirlerini süzmek zorundadır. Çünkü bu sinir savaşının nihayetinde biri hızla mendili kaparak kendi grubuna doğru koşacaktır. Bu durumda mendil kapılmadan sınırı aşmak yasaktır. Mendili kapıyormuş gibi yapıp almazsın. Rakip angut ise sınırı cart diye geçer ve sayı bizim olur. Yok biri mendili kapıp da grubuna doğru koşmmaya başlarsa diğeri onu kaleye ulaşmadan ebelemek zorundadır. Böyle de yorucu ve eğlenceli bir oyundur işte. Başarılı olanlar hayatta da tutunmuşlardır.

Ende Tura Bir Ki Üç

Pek keyif almadığım, abuk bulduğum bir oyundu. Ebe, yüzü duvara dönük "Ende tura bir ki üç" diye sayar, diğerleri bu sırada ona yaklaşırdı. Ebe sayma işlemini bitirip de arkasına döndüğünde hareket eden birisini yakalarsa o kişi yanar ve ebe olurdu. Bu durumlarda hemen caz yapılır, "Hadi len ben hareket etmedim" denir. Nasıl olsa ortada bir gözlemci yoktur. Diğerleri de "Evet hareket ettin" demezler çünkü az sonra aynısını senin ona yapacağını bilirler. Böyle, kesin çizgilerle belirlenememiş, muallaklarla dolu bir oyundu.

Dokuz Taş

Güzeldir. Herşeyden önce uzak mesafeden, dandik plastik topla dokuz taşı devirme becerisi gerektirir.

Yağ Satarım Bal Satarım

Adından da belli olduğu üzere yalama oyunudur. Bir sürü insan daire şeklinde oturur. Birisi bu şarkıyı söyleyerek etraflarında döner ve oturanlardan birinin arkasına mendili bırakır. Arkasına mendil bırakılan kişi olayı idrak edince "Hobarey" diye kalkarak ebeyi takip etmeye başlar. Deli danalar gibi katılımcıların etrafında dönülür. Koşarken kendilerini ayarlayamayıp, oyunculara ayaklarını çarpanlar filan olur, kavga çıkar.

Aç Kapıyı Bezirgan Başı

Sinir bozucu şarkısı ve içeriğiyle kesinlikle gereksiz bir oyundur. İki kişi ellerini kavuşturup bu şarkıyı söyler. Bu sırada diğer oyuncular tek tek bu kişilerin kolları arasına girip çıkmaktadır. Şarkı bittiğinde arada biri kalır, sorulur: "Elma mı, Armut mu?" Adam bilir, başı göğe erer. Sinir yaratır. Duvarda oturup çekirdek yiyerek bu oyunu oynayanları seyretmek ve kafayı sağa sola sallayarak "çık çık çık" etmek daha eğlencelidir.

İp Geçirmece

Bu da kız oyunu olarak bilinir, temennim hep öyle kalmasıdır. Ortada bir ip vardır, kız bu ipi elinde dikdörtgene benzer bir şekle sokar. Sonra sen onun ellerinden ipi daha değişik ama manalı bir şekilde almaya çalışırsın. Kızlar aslan gibi oynar, ben bi türlü beceremem. İki seçenek vardır: Aptal olduğunu kabullenmek ya da olay yerinden uzaklaşmak. Ben hep ikincisini yaptım.

Yılan

Yere tebeşirle çizilen bir yılan şekli ve gazoz kapakları yadımıyla oynanır. Eğlencelidir. Bakkaldan en düzgün, açarken yamulmamış gazoz kapağını seçersin, içine ıslak çamur doldurarak ağırlaştırırsın, arka tarafını da bir mermere sürterek pürüzsüz hale getirirsin. İşte nefis hazırlıklardan sonra kıyasıya mücadeleye hazırsın.

Uzun Eşşek

Ne biçim oyundu. Kızlar kesinlikle nefret ederlerdi. Bir erkek oyunu, hatta bir ayı oyunu olarak geçti ilgili literatüre. İki grup olunurdu. Herkes grubunun iri adamlardan oluşmasını isterdi. Bi tane adam yastık olurdu. Hep meymenetsiz tiplerden çıkardı bu yastık adamlar. Bunlar hoplamaya, zıplamaya, ezilmeye gelmezlerdi. Bu tür faaliyetlerden hoşlanan ayı bizler, bunları yastık olarak kullanırdık. Adamın apış arasına sokuverirdik kafamızı. Herkes birbirinin apış arasına kenetlendimi oldu sana uzun eşşek. Diğer grubun elemanları "Allah yarattı" demez koşar koşar atlarlardı üzerimize. Sonra "Tek mi çift mi?" faslı vardı ama burası önemsizdi. Oyunun esas can alıcı tarafı atlama bölümüydü. Herşeyimizi verirdik daha uzağa ve daha sert atlayabilmek için. En sıkı oyun buydu be. Bi ders boş geçmesin, otomatik olarak oluşturulurdu uzun eşşek. Doğamızda varmış.

Yerden Yüksek

Off, çok salakçaydı. Yerden yüksekde durduğun vakit ebe seni ebeleyemezdi. Etrafta yüksekçe bir şeyler bulur onun üzerine tünerdik. Fakat niye aşağıya inilmesi gerekiyordu ki zaten? Hiç hatırlamıyorum. Mesela çıktım ben çekirdek yediğimiz duvarın üzerine, ebe beni ebeliyemiyor haliyle. Fakat beni oradan inip süratle çöp tenekesinin üzerine doğru koşturan şey neydi? Ne kazanıyordum? Oyun nasıl başlar, nasıl biterdi?

Yağlı Kayış

Heh şööle. Dönelim biz gene ayı oyunlarına. İsme bak isme; "Yağlı Kayış". Önce oyunu bi anlatalım: Oyuncular arasında en salak olanın kemeri belinden çıkartılır. Ebe bu kemeri saklar ve "Evet arkadaşlar ehhueh" gibi sesler çıkartarak oyunu başlatır. Oyuncular kemeri aramaya başlarlar. Ebe, kemere olan yakınlığımıza göre "ılık, sıcak" gibi kelimeler kullanarak yardımcı olur. Eğer kemere çok çok yaklaşıldıysa "kaynıyooo" der. İşte bu laf edildiğinde tüm sinirler gerilir. Çünkü kemeri bulan kişi diğerlerine, yaradana sığınarak "şaka şuka" vurma hakkına sahiptir. "Kaynıyo" sözü ortalıkta çınladığı vakit kişi, "Allahım acaba kemere yakın olan ben miyim, yoksa başkası mı?" diye düşünür ve hayatı boyunca unutamayacağı ruhsal bir bunalım yaşar. İki alternatif vardır: Ya kemeri bulma hırsından uzaklaşıp dikkatlice diğer oyuncuları izlersiniz -ki kemer bulunduğu vakit hızla kaleye kaçabilesiniz - ya da vahşi duygularınıza yenilip kemeri bulmaya kitlenirsiniz. Ebe manyak gibi "kaynıyoo, kaynıyoo" diğe bağırırken siz de içinizden "evet ulan benim, ben bulacam" diye geçirirsiniz. Sonra birden bir gürültü kopar. Meğer kemer bir metre gerinizde olan arkadaşınıza yakınmış. "Şırrakk" diye patlar ensenizde kemer. "Hay toynağını sitiyim" diyerek var gücünüzle kaleye doğru koşmaya başlarsınız. Bu arada sırtınıza ve bacaklarınıza da bi kaç darbe alırsınız. Yemin edersiniz kendi kendinize "Bir dahaki elde hırsa kapılıp gözlemi elden bırakmayacağım" diye fakat nafiledir. Bu karakterinizde vardır. Oyun genelde "Hadi yeter, boku çıktı" cümlesiyle son bulur. Çünkü bir kaç el sonra insanlar intikam ateşiyle daha sert vurmaya başlarlar. Kemer tekrar ait olduğu yere döner ve grup sessizce dağılır. Dağılma sırasında biri mutlaka arkadaşına şu lafı eder: "Uff çok pis vurdun ya. Acıyo" Ben en çok bu oyunun oynandığı sırada çevredekilerin ne düşündüğünü merak ederim. Bir adam, elinde kemer, arkadaşlarını kovalıyor, yakaladığına indiriyor. İlginç.

Deve Güreşi

Sadece suda oynanan ilginç oyunlardan biridir. Bir deveyi oluşturmak için iki, güreşebilmek için dört kişiye ihtiyaç vardır. İki kişi üst üste binerek deveyi oluşturur. Alttaki insanlar devenin dengesini sağlamakla mükelleftir ve genelde pasif insanlar olurlar. Cevval kişiler her zaman devenin başı olurlar. Arkadaşınızın omuzlarına tünersiniz ve rakibinizi yere yıkmaya çalışırsınız. Bir taraf suya düştüğü vakit puan kazanılmış olur. Genellikle suya aynı anda düşülür ve "Yok lan siz önce düştünüz" kavgası edilir. Oyun başladıktan 10 dakika kadar sonra itme hareketleri sertleşir ve darbe haline gelirler, sinirler de bozulmaya başlar. Oyun güçlü olan taraf elemanlarının diğer taraftakilerin kafasını suyun içine bastırarak nefessiz bırakmasıyla sona erer. Sahile geri dönülür, kumlara yatılır. Bol su yutmuş kişiler, "Sizle kumsala gelende kabahat" diyerek sahil büfesine doğru yürümeye başlarlar. Bu kişiler hep çok uzun şortlarla dolaşırlar ve büfeye doğru yürürken penguene benzerler.

Dokuz Aylık

Dokuz Aylık, erkek takımının, girme, çıkma, sokma, kanırtma, hamile bırakma vs. ile ilgili sapkın esprileri yardımıyla yaratılmış, ancak çok zevkli bir oyundur. Oyuncular, basket potası ve basket topu yardımıyla oynanır. Kaç kişi olduğu önemsizdir. Potaya atış yapılabilecek bir yarım daire, ve potanın tam altı olmak üzere belirlenmiş bölgelerde oyuncular yerlerini alırlar. Potanın altındaki oyuncu, yatakta altta kalmış, ve hatta döllenmiş kişiye benzetilir ve ay sayımı yapılır. İlk atışı potanın altındaki adam yapar. Başarısız olduğunda top potanın solundaki amcaya geçer ve tüm oyuncular sırayla basket atmaya çalışırlar. Başarılı atış yapan, başarılı olduğu sürece atış yapabilir. Başarısız olunca top solundakine geçer. Oyuncular, bir tur bitene kadar dokuz basket atmayı başarırsa, Dokuz Ayı tamamlamış, yani çocuğu doğurtmuş olurlar; potanın altında kalan oyundan çıkar. Bu durum gerçekleştiğinde, "Ingaaaa" diye espri yapan zararsız kişiler, "Oğlumm sonuncuyu ben soktum nıhahaa" diyen ayı kişiler söz alırlar. Halbuki burada sokmak, sokmamak yoktur. Sokmak eylemi zaten meçhul kişilerce gerçekleştirilmiştir, bize düşen dokuz ayı bitirmektir. Ama olsundur; o adam o esprileri yapmadan yaşayamaz.

Dekmancılık

Mızıkçılığa çok elverişliydi çok. Büyüyünce müteahhit filan olması muhtemel sahtekar kişilerle oynanmaması gerekirdi. Çünkü dekman sesini bile çıkartmaktan aciz tahta silahlarımız, elbette ucundan lazer ışınları çıkartarak düşmanı şişlediğimizi ispatlayamazlardı. Vurdum olm ben seni, diye istediğiniz kadar kıçınızı yırtın, çamur ve pislik arkadaşınız, "Vuramadın olm vallaha bak tam omzumun yanından geçti." filan derlerdi. Ulan yezit nasıl bir istikamet duygusu varmış sendeki omzunun yanından geçen hayali kurşunları bile sezebiliyorsun! Vay it sıpası be.

Kutu Kutu Pense

Hiç böyle oyun olur mu arkadaşlar? Şimdi bir sürü insan yuvarlak olur oturur ve şu şarkıyı söylemeye başlardı: "Kutu kutu pense, elmamı yense, arkadaşım Abuzit, arkasını dönse." İyi güzel. Abuzit arkasını dönerdi. Tamam adam döndü işte arkasını, iş çevirelim arkasından, eşşek kulağı filan yapalım, dedikodu üretelim. Eylenelim yahu! Yok efendim aynen devam: "Kutu kutu pense, elmamı yense, arkadaşım Hikmet arkasını dönse... Oyun işte bööle devam ederdi dostlar. Başka bi olayı yoktu. Hiç bir oyun bütün katılımcılar arkasını dönene kadar devam etmedi. Ah keşke etseydi; oyunun bittiğini fark edecekler, "Allahım hepimiz arkamızı döndük şimdi ne yapacağız?" diye haykıracak, sarsılarak kendilerine geleceklerdi. Olmadı. Bi de "elmamı yense" (Bazıları "yerse" der, azarı işitir, yerine oturur) demenin olayını hiç anlamamıştım. Nasıl oluyosa!

Defter Tamamlamaca

Bunlar gavur icadıydı arkadaşlar. Kırtasiye dükkanlarında yaşlı amcalar bize bazı kitaplar satıyordu; Dünya Kupası, Arabalar filan. Bu kitaplarda konuyla ilgili boş dikdörtgenler vardı. Dikdörtgenleri doldurmak ve hiç bir işimize yaramayacak bu minik ansiklopediyi tamamlamak için aynı yaşlı amcadan ilgili yapıştırmaları almamız gerekiyordu. Bir paketten dört tane çıkıyordu ve hep de aynı boklar çıkıyordu, namussuz kitap inat ediyor, bir türlü tamamlanmıyordu. "Siterin Ha ..." diyerek kitabı fırlatanlar, kazandılar. Kitapla inatlaşan, dünyanın parasını harcayan benim gibiler ise hayatta başarılı olamadılar. Dangalak oldular. Embesil oldular.

Lak Lak

Bunu nasıl anlatacağımı asla bilemiyorum. Bi plastik oyuncak vardı. Bi sapı, iki tarafında da üçgenlere bağlı iki plastik top. Bu oyuncağı yukarı aşağı sallayınca; "Tak taka tak taka" diye ahenkli bir takurtu çıkardı. Nedendi? Etraftakilerin bu manasız gürültüden canı sıkılmaz mıydı? Hiç bilemem. Etraftaki olmadım ki; hep "Dambada dumbada" gürültü çıkarttım.

Hulahop

Ne illet bir şeydi. Bazı insan enfes çevirirdi, bazısının ise mayasında yoktu. Kıçını yırtsan çeviremezsin, madara olduğunla kalırsın. Çocuk olan her evde vardı. Akşamları ailecek çevirmeye çalışır, hiç birimiz beceremezdik. Hıyarlığımıza gülerdik.

Halhal

Eğer bu oyuncaklar bir takım kursalardı halhal, hulahop ile aynı takımda yer alırdı. Bu da kız oyunu olarak bilinirdi ve en iyi onlar yapardı. Ayak bileğine geçen bir ip ve ucuna bağlı bir top yardımıyla oynanırdı. Top diğer ayağımıza gelince üstünden atlardık. Bazıları ayak bileklerine çarptırıp morartır, bazıları ise atlamayı beceremez, ayağına dolandırır, düşer kafalarını yararlardı. Biz erkekler beceremediğimiz her oyuna karı oyunu demeyi işte o günlerde öğrendik.

Şebnem Bebekleri

Bunlar ucubik, garip, kartondan yapılmış bebeklerdi. Kağıttan elbiseleri olurdu. Kenarlarındaki küçük katlanan kağıtlarla sabitlenirdi bebeğe. Çeşit çeşit elbise giydirilebilirdi. Fakir ülkenin Barbie bebekleriydi onlar. Kardeşim oynardı, ben de özenirdim. Şebnem'in çıplak haline bakardım hep. Ama saf ve temiz bir oyun olduğu için çıplaklığı hiç erotik değildi. Kendimden utanmam gerektiğinden başka bir şey hissettirmedi bana bu çıplaklık.

Monopoly

Halı üzerine konan karton oyunlar familyasının babalarından biriydi. Borsa vardı bir de. Borsa yerli imalat idi. Burada bir şekil emlakçılık ve yer parselleme oyunu oynanırdı. Karton üzerinde çeşitli değerlerde bölgeler vardı. Amaç bunları parsellemek, gelenden geçenden para almaktı. Üzerine oteller yada evler inşa edilebiliyordu. Oteller kırmızı, evler yeşil plastikten bi şeylerdi. Arada bir kodese girerdi insan manasızca. Bu oyunlarda başarılı olmak insafsızlık isterdi. Başarılı olanlar oyunu gerçek hayata da yansıtarak otoparkçı oldular. İstanbulu metre metre parselleyip sattılar.

Kızma Birader

Niye kızıyim ya? Bu kadar basit mi herşey? Bu oyunda dostlar; bilgi, beceri, strateji gibi unsurlar sıfıra indirilmiştir. Atarsın zarını, kaç gelirse o kadar ilerlersin. Dört kişi oynanır. Amaç; sanırım, bilmemkaç turu ilk önce bitirebilmekti. Eğer rakiplerden biri zarı attıktan sonra senin bulunduğun kareye denk gelirse seni tekrar başlangıç noktasına döndürürdü ve hemen ardından; "Kızma Bilader. Ehhheuhu" filan derdi. Ne kızıcam sana be? Madem olayımız zar, barbut oynar para kazanırım daha iyi. Siz de birbirinize kızarsınız. Biradermiş!

Kız Kovalayan

En ucuzu ve en popüleriydi. Galiba isminden kurtarmıştı. Kızları korkutmayı görev bilen erkek çocukları bu isme iyi reyting kazandırdılar. Serçe parmağı boyunda, beyaz barutlu bir garip nesneydi. Kıçından ateşi verince deli danalar gibi havada savrulur, kız erkek dinlemez civarda kimleri bulursa onlara doğru tehlikeli uçuşlar yapardı. Bu esnada erkekler ruh hastası kahkahalara kapılır, kızlar ise kaçardı. Belki de ismi bu yüzden Kız Kovalayandı. Ya da ismi Kız Kovalayan olduğu için sadece kızlar kaçar, erkekler kız olmamak için kaçmaz, onun yerine kahkaha atarlardı. Karmaşık bir konuymuş bu.

Mantar

Bu daha komplike bir patlayıcıydı. Bir çok çeşit patlatma yöntemi vardı, yenileri de yaratılabilirdi. Mantar tabancası diye bir şey icat edildi o dönemlerde ama gözüpek gençlik pek itimat etmedi. Bir teli çengel haline getirip mantara saplayarak yaratılan küçük bomba, yerlere, duvarlara atılarak patlatılırdı. Telli mantar bazılarının elinde patlardı. Patlayan yere anne tarafından diş macunu tedavisi tatbik edilir, ardından yanak bölgesine bir de tokat aşk edilirdi.

Rubic's Cube

Yahu bunun bir ismi var mıydı? Dur şimdi anlatıcam hemen hatırlayacaksınız: Hani bir küp vardı, her bir yüzünde de çeşit çeşit renkli dokuz kare. Bu küp şeklini oluşturan, şu anda anlatmayı beceremediğim düzenekleri çevirerek küpün her yüzünde aynı renk kareler meydana getirmeye çalışırdık. Ulan amma zordu. Ben sadece oynaması zor sanıyordum, anlatması da zormuş. Hatırladınız di mi? Hani kırmızı, yeşil, mavi minik kareler. Çevir babam çevir. Ulan şunu da çevir olacak... Ah be bu sefer burada bir kırmızı kaldı... Çevir baba, orayı da çevir. Yaaa! Neydi ismi onun?

Solo Test

Herhalde kendi kendimize test uyguladığımız için solo idi. Birinin üzerinde delikler olan, birinin olmayan, birbirine geçen iki plastik yuvarlak ve üzerine serpiştirdiğimiz minik zımbırtılar yardımıyla oynanırdı, pardon test yapılırdı. Ortadaki delik boş kalacak üzere başlardık oyuna. Taşlardan birini diğerinin üzerinden atlatarak, ve üzerinden atlattığımız taşı deliğinden çıkartıp kenara fırlatarak en az sayıda taş bırakmaya çalışır, oyuncağın üzerinde yazan değerlendirmelerin en onore edicisi ile taçlandırılmaya çalışırdık. Eğer bir taş bırakmayı becerebilirseniz, "dahi" oluyordunuz. Sonra zeki, akıllı vesaire vesaire gidiyordu. Dokuz taş kalırsa eğer "beyinsiz" diyordu solo test size. Dokuzdan fazla bırakanlar da olabilirdi, kutunun üzerinde yazmıyordu ama biz onlara angut derdik. O dönem iyi eğlendirdi bizi, sonra sırrı çözüldü, bir taş bırakmanın yolu ezberlendi, solo testler çöpe atıldı. Benimki sarıydı.

Blue Jean Yapıştırmaları

Bi sıralar herkes alırdı. Böle dikdörtgen, içinde bissürü küçücük yapıştırma, hepsinde başka bi sanatçı. Çalışma masası, yatak başı, defter, kitap bunlarla dolduydu. Posterleri de güzeldi; heryerlere asmıştık biz onları. Soranlara, genciz biz, diyoduk; kanımız kaynıyodu. Artık değiliz, duvarlar bomboş.

Yavrunuzun Sayfası

Eskiden Fırt dergisinde "Yavrunuzun Sayfası" vardı... Cıbıldak bir kadın fotoğrafı ve minik karikatürler vardı bu sayfada. Kadını görünce yamulmuş çizgi kahramanlarımız sayfanın dört köşesine, meme başlarının üzerine, kadının omzuna filan dağılmıştı. Tamam mizah dergisi filandı ama sıkı bir hayal gücü ile karikatürler görmezden gelinebilir, sayfa başka amaçlar için kullanılabilirdi. Kullanıldı.

Ferrari ve Rayban İkilisi

Ah bir zamanlar ne mükemmel gözlükler vardı : ) Önce o katlanan ferrariler çıktı ortaya. Bunlar siyahtı, dandik plastikten yapılmıştı. Gözlüğü pıtır pıtır katlayıp minicik hale getirebilirdiniz. Ulan gözlüğü niye katliyim ki? Çarşaf mı bu? Neyse bu furyaya kapılmadan, yara almadan yırtmıştım da sonrakine fena yakalanmıştım; evet ilk raybanlar, yeşil olanları. Top Gun sağolsun. Ortalıkta dolanan yüzlerce Tom Cruise'dan biri olmuştum. Bir Kelly McGills yar olmamıştı ama bana. Salak olduğum için heralde.

Kalemtraş Makinaları

Hatırladınız mı kalemtraş makinalarını? Kocaman bir kutuydu. Ön tarafındaki metal zımbırtıların ağzını gevşetip kalemi sokuverirdik. Bi kolu vardı onun. Çevir babam çevir. Hop kalemin ucu açıldı işte saniyede. Amma da mantıksız icattı. Aslında iyidi tabi ama, devamlı masabaşında takılan, ve hep kurşun kalemle çalışanlar için yapılmıştı heralde. Bit kadar boyuyla çantasında kalemtraş makinası taşıyanlardan ve dersin ortasında bızır bızır kalem açan tiplerden tiksinmişimdir. Alırsın kırtasiyeden mütevazi bir kalemtraş, "hocam kalemimi açabilir miyim?" dersin, genelde karatahta civarlarında bulunan çöp tenekesinin yanına gider açarsın kalemini. Hem o sıkıcı ders ortamından biraz olsun uzaklaşmak, sınıfa farklı bir açıdan bakmak ve kalemi açarken sınıfa doğru anlamsızca sırıtmak ne eğlencelidir. Dakikalarca takılmak istersin orada. Sonra hoca anlar niyetini, "Otursana sıpa çocuğum" der, iyice sırıtarak oturursun yerine.

Yol Kesen Adamlar

"Dünyanın en zavallı insan grubunu oluştururlar." cümlesi sanırım çok ağır kaçmayacaktır. Bu tip kişilere zengin muhitlerde daha sık rastlanır. Siyah, oturaklı ve geniş bir arabanın park ettiği yerden yola çıkacağı zaman peydah olur, heyecanla yola zıplar, gelen arabaları durdururlar. Bu işi yaparken ölebilecekleri akıllarının köşesinden bile geçmez. O anda zengin kişinin yola rahatlıkla çıkması bu adamların önem verdikleri tek şeydir. Sizi bir el hareketiyle durdurduktan sonra, "Topla, evet sol yap, tamam abi kurtardı" gibi kelimeler kullanarak siyah arabanın yola dahil olmasına katkıda bulunurlar. Siyah araba bu adama bi düt yaparak gaza basar. Bu adam da minik düt'ün ona deste deste para olarak geri döneceğini umut ederek yolunuzdan çekilir ve hala havada olan kolunu aşağıya sallayarak size artk geçebileceğinizi belirtir. Genç de olsalar yüzlerinde kırışıklıklar bulunur, yaşlandıkça artacaktır.

Nasıl Olsa Parasını Ben Vermiyorum'cular

Hoho nasıl olsa parasını vermiyorum. İşte böyle adamlar vardır. Restoranlarda kürdanları kırarlar, tuzlukları boş yere boşaltırlar, tuvalete gidip bissürü havlu kullanır, on kilo sabun harcarlar. Kaza ile evinizde yalnız kalırlarsa hemen telefona sarılırlar. Bu adamlar manyaktır. Onlara çok dikkat edin, bir gün sizi bile yiyebilirler.

Uzun Anlatanlar

Hikayeyi dallandırmalarıyla ve başladıkları yeri unutmalarıyla bu sıfatı kazanmışlardır. Geçen gün makarna yaparken tencerenin nasıl yere düştüğünü anlatacakken, eltisinin oğlunun makarna yerken boğulma tehlikesi geçirmesine, oradan çocuğun okulda pek başarılı olamamasına, oradan kendi çocuğunun okul başarısına zıplayarak, her hikayenin cıcığını çıkaran, ancak hiçbirisini sonlandırmayan, üstelik başladıktan yarım saat sonra lan ben ne anlatıyorum, diye birden irkilen, ama bozuntuya vermeyerek "işte böyle." diyen mükemmel insanlardırlar. İşte nasıl ulan, işte nasıl?

Güvenmeyen Adamlar

Ortada beş tane telefon kulübesi vardır. Bizler dört tanesinin önünde bekleşirken, biri boş durmaktadır. Kahramanımız gelir, sıraya girmek yerine boş telefon kulübesine yönelir. On saniye sonra aramıza döner, "Bozukmuş ya" diye söylenir. Aaa iyi oldu tespit ettiğin. Biz de elli kişi niye bekleşiyoruz, o kulübeyi kullanmıyoruz, diye kendimizi yiyorduk. Öküz seni.

Sırada Öne Geçenler

Bu grup Türkiye'de yaşadığını ve sık sık sıraya girmesi gerekeceğini eşşek kadar olduğu halde anlayamayanlardan oluşur. Siz kuzu kuzu sıranızı beklerken amca gelir, önünüze dikilir. Önceleri ses etmez, du bakalım planı ne, diye beklersiniz. Amcanın sırayı iplemediğine kanaat getirince, "Sıra var birader" diyerek kendisini uyarırsınız. Sanki sırayı görmemiş gibi, "Aaa öyle mi?" diyerek ve homurdanarak arkaya geçenler olduğu gibi; "İşim kısa" diyen pişkinlere de rastlayabilirsiniz. Amca dediğime bakmayın, teyzeler de bu konuda çok başarılıdır.

Duyar Gibi Olanlar

Bir kısım medyada aktif olarak yer alan kişilerin arasından çıkarlar. Yazar, sunucu, dj, vj ve halka seslenme şansına sahip olmuş her türlü insan bu gruba dahil olabilir. Bu kişiler "Ah ah ah, nerede o eski şarkılar dediğinizi duyar gibiyim", yok "Ne olacak bu memleketin hali dediğinizi duyar gibiyim" gibi bir çok cümle ile aslında hiç demediğimiz, demeye bile yeltenmediğimiz cümleleri duyar gibi olurlar. Bu yazıyı okurken "Hakkaten böyle şeyler yapan adamlar vardır yahu" dediğinizi duyar gibiyim. Kılım çünkü ben.

Sanal Süs Meraklıları

Çoğunlukla takma isimlerini, bazen de yazılarını çeşitli figürlerle süsleyen tuhaf kişiler yaşar güzel İnternet'imizde. Bu insanlar büyük harfleri, küçük harfleri, ters soru işaretlerini ve klavyeden nasıl çıkartıldığını bile bilmediğim bir dolu karakteri kullanarak yazılarını süslerler. Bu insanların, ^KiN@_0F_tHe_UnIversE^ filan gibi takma isimleri vardır. Televizyonu dantel örtüyle süsleme geleneğinin dijital ortama yansımasından başka bir şey olmayan bu davranış biçimini sergileyen kişilerin fazla üzerine gidilmemelidir; çünkü onlar bizim velinimetimizdir. Ama siz istediğiniz kadar üzerlerine gidebilirsiniz.

Osurma

Eline osurup koklayan insan gördüm.

Osurma

Grup osurulmaya uygun olmaz da densiz bir götün rahat durmaması bir faciaya sebep olursa sakın olaydan yırtmak için offf çok kötü koktu ya, diyerek, ya da hiç bir şey demeden burnunuzu buruşturup havayı yelleyerek olaydan sıyrılmaya kalkmayınız. Çünkü o zaman biz hemen kimin yaptığını anlarız.

Hatıra Defterleri

Sepet sepet yumurta Sakın beni unutma Unutursan küserim Gözlerinden öperim Hayatının bana ayırdığın bu bembeyaz sayfa gibi olmasını dilerim. Şans yağmurlarında şemsiyesiz kalman dileğiyle. Hayatın dikenli yollarında, güvenli bi şekilde ilerlemeni temenni ederim. Seni hiç bir zaman unutmayacak olan arkadaşın Abuzit. Unutma ki unutulanlar asla unutmazlar. Behey behey biz neler ettik, neler ettik ufakkene.

Hatıra Defterleri

Ben hatıra defterleri ile uğraşmayarak matah iş becerdiğini sanan insanlar arasındaydım. Ne işim olur abi, abuk subuk şeyler, der geçerdim. Ama şimdi olsa fena mı olurdu? Ne güzel okurduk onları, ne güzel hatırlardık; hem gülerdik, hem duygulanırdık. Eşşek kafa.

Amerikan Traşı ve Tavuk Götü

Gençliğimizin en gençlik dönemlerinde ortaya çıkan bu kavramları unutmamalıyız. Önce amerikan traşı girdi hayatımıza. Kafanın yanlarını, derisi görünecek kadar kısaltmak, üstlerini de çim adam misali havaya dikmek suretiyle yaratılırdı. Bağdat Caddesi'nde, bütün hıyarların parasını almak üzere faaliyet gösteren Münih Erkek Kuaförü'ne gider, tek tatil günümüz olan Cumartesi'yi sabahtan akşama kadar sıra bekleyerek geçirir, dünyanın parasını, dünyanın en mükemmel traşını yaptığına bizi inandırmış olan bu adamlara verirdik ve amerikan traşı sahibi olurduk. Yaşı geçmiş birine rastlayana kadar sürerdi etrafa yaydığımıza inandığımız karizmamız. Abi bize, "Ne amerikanı ulan basbaya eşşek traşı bu." der ve asker öncesi, kafaya tas geçirerek en kral şekline ulaşılan meşhur eşşek traşından bahsederdi. Laf dinlemedik; büyüyene kadar eşşek traşını amerikan traşı ile karıştırmaya devam ettik. Ama büyümeden biraz önce tavuk götüne sevdalandık. Kafanın arkasında oluşturulan bir toparlak ile gençlik karizmamızı yeniden edindik. Bu kez abimiz traşımıza edecek bir laf bulamadı ama bizler de tavuk götü gibi aşağılayıcı bir tamlamayı kafasında taşıyan gençler olarak tarihe adımızı yazdırdık. Bravo bize.

Hesap Makinalı Saatler

Ufacık bilekler üzerinde, at penisi ve kelebek ikilisini çağrıştıran saatlerdi kendileri. Bilekler ufacıktı ama parmaklar pek de ufacık değildi herhalde ki, bir türlü istediğimiz rakama basabilmeyi beceremezdik bu saatlerde. 0.5 kalemlerin demir uçları ile, alışkanlıkla da ilgili olarak gayet etkili kullanılabiliyorlardı ama ne olursa olsun hiç bir zaman itimat edemedim, gerekliliğini kabullenemedim.

Karşıdan Karşıya Geçen Kadınlar

Memleketimiz karşıdan karşıya geçmesini bilmeyen, kadınlı erkekli insanlarla doludur ancak şimdi anlatacağımız kadın grubu spesifik özellikleriyle diğerlerinden ayrılarak buraya katılmaya hak kazanmıştır. Evlerinden nadir olarak çıkan bu kadınlar, yüksek ihtimalle akrabaya ya da eşe dosta çay içmeye, belki de pazardan üç beş bişey almaya gidiyorlardır. Sokak raconlarından ve trafik kurallarından bihaber oldukları için, üstelik evde oturdukları zamanları devamlı yerli dizi, yemek tarifi vs. izleyerek geçirdikleri, trafik programlarına rağbet etmedikleri için; ışık, yaya geçidi, dönemeç gibi kavramlardan haberdar değillerdir. Direk fırlarlar caddeye. Amaçları karşıya geçmektir, bu amacın önüne set çekecek ya da geciktirecek kurallar onlar için söz konusu değildir. Korna çalarsınız, elinizi "Ne yapıyorsun be kardeşim, ezileceksin." der gibi havaya kaldırırsınız ancak; "Kırk yılda bir evimden çıkıyom, sizin kurallarınızla kendimi sıkamam gari." bakışları ile sizi ezer, yerle bir ederler. Özellikle pazar kurulan alanlarda sık karşılaşabileceğimiz bu hanımlara dikkat edelim. Madem onlar bize uymaya niyetli değil, biz onlara uyum gösterelim; dupdururken katil olmayalım.

Cep Telefonları

Hani şarjı bitecekken "düt düt" diye bağırmaya başlar cep telefonumuz biz evdeyken. İşi gücü bırakıp, telefonu, kapanmadan şarj edevatına yetiştirmek için uğraşırız. Çünkü telefon kapanırsa onu yeniden açmamız, pin numarası zart zurtu girmemiz gerekecektir. Hem kendi kendine kapanan telefon pili iyice yemiş demektir; bir kaç dakika boyunca açılmayabilir. Ya başında beklemek zorunda kalırız, ya da sonra açarım diye bırakır, unutur gideriz. İşte o yetiştirme anında çok az başarı elde etmişliğim vardır. Mağdurum.

Ayakta Alkışlayanlar

Benim de uzun süredir üzerine kıllandığım bir gruptur ayakta alkışlayanlar. Alkışla efendi efendi, sahnedeki olay hakikaten seni can evinden vurduysa, "Breh be abi, beğenimi iyice ifade etmeliyim ki yapanlar uğraşlarının karşılığını alsınlar." diye düşünürsen fırla ayağa kop. Yok efendim alemin yalakasıyız ya, her temsili ayakta alkışlarız. Arkadaşımızın da dediği gibi ayakta alkışlayıp hemen uzamaya çalışan ve hem alkışlayıp hem de aynı zamanda salonu terketmeye uğraşan yan elemanları vardır bu grubun. Ben de onlara söyleyecek bir söz bulamadım.

Kıza Bakabilme

Cafede, barda, restoranda otururken de gelir başımıza bu. İşte biraz ileride, ama tam bakış alanımızın içine girmeyen bir yerde oturan kadın ilgimizi çekti. Çeker ya. Ama daha tam göremedik, şöyle bir ilgimizi çekti sadece. Biraz daha bakmak, gerçekten ilgi çekici olup olmadığını anlamak istiyoruz. Aksilik, tam onun bakış hizasındayız. Kafayı dönderip süzmek eşşeklik olarak algılanabilir. Gözümüzün yanına denk gelen görüntüsünden, en azından oturduğumuz tarafa bakmadığını anlayabildiğimiz bir an kovalar, hemen şööle bi süzeriz. aha yakalandık ... yanlış tespit etmişiz ... kaçır olm gözünü ... garsonu arıyomuş gibi filan yap ... yok abi yemez fena yakalandık ... bakmak olmaz artık; anlam taşır ... öff bea.

Araba Kullanma

Arabayı kullanırken hafifçe sağa eğilip aynadan kendine bakmak, yakışıklı - güzel olup olmadığını tespit etmek eğlencelidir. Ama çok yakından ve yüzünün yarısını gördüğün için bu gibi durumlarda hiç beğenmezsin kendini. Arka koltukta kur yapmayı düşündüğünüz biri oturuyorsa dikiz aynaları çok işe yararlar. O kişi konuşurken dikiz aynasından gözlerinin içine bakıp "Araba kullanıyorum ama seni de dikkatlice dinliyorum." mesajı verilebilir. Ayrıca dikiz aynasını dikkatle keserken, ani bir hareketle ama sadece gözlerle yan aynaları kontrol etmek, bunu yaparken son derece ciddi ve sert olmak, dikiz aynasından seni seyreden kişiye "Bak bak bak ne güzel araba kullanıyor." dedirtmek için yapılan bir salaklıktır.

Prenses Stephanie

Güzel ne kelime ilikti ilik. Poster delisi bir adam olmadım, kalın kafa Rocky'den başka tek büyük posterim işte bu Stephanie'ninki idi. Çizgili ve bedenini saran bir pantolunu ile. Çok baktım çok. Müziğini de dinlemiş gibi yapmışlığım vardır.

En Sinir Olduğu Bir Şey Olanlar

Hani mesela grup halinde oturuyorsunuzdur da gruptan biri, bir kıza "Kızım" diye hitap eder, kız hemen celallenir: - Ya en sinir olduğum şey bana kızım diye hitap edilmesidir... Ne yani sarhoş biri bıçağı gırtlağına dayasa daha mı az sinir olursun? Ya da ben işaret parmağımı kulağına soktuğumda? Bu kişileri takip edin arkadaşlar, her gün başka bir en sinir olduğu şey peydah edecektir. En filan değil ama sinir olduğum şeylerden sadece bir tanesi işte bu tip adamlar/kadınlardır.

Güzel Kardeşim'ciler

bir kişinin Güzel kardeşim'ci biri olup olmadığını ancak tartışma esnasında anlayabilirsiniz. Tartışmanın başlarında sakin sakin konuşan bu insanlar karşı tarafı ikna edemediklerini anladıkları vakit cümlelerinin başına 'Güzel kardeşim' getirmeye başlarlar. Tartışma ilerledikçe ve kahramanımız köşeye sıkıştıkça 'Güzel kardeşim'e yüklenen ton da iyice sertleşir, başına 'Bak şimdi' gelmeye başlar. Bak şimdi güzel kardeşim'in asıl manası; "Bak çocuğum benim dediğim kabul edilecek yoksa senin ağzına burnuna sıçarım"dır. Korkarım ben bu adamlardan, tehlikelidirler. Polis ya da benzeri 'Otorite Business' alanlarında karşılaşmanız daha olasıdır.

Çakmaklar

Çakmağı dibine kadar kullanma klavuzu: Çakmağın gazı bitti mi? Bitmedi. Önce alevin çıktığı yeri korunaklayan demiri özenle çıkarın. Şimdi çakın. Evet. En az 20-30 sigara götürür bu sizi. Bitti mi? Bitmedi. Şimdi gazı açmayı sağlayan o minik plastiği hafifçe yukarı kaldırın, gazı kısmadan sola getirmeyi başarın ve yerine oturtun, şimdi gazı açın. Bu tekniği bir kaç kez kullanarak bi 20 sigara daha içersiniz. Artık çakınca yanmıyor di mi? Hala bitmedi. Normal çakma işlemini bir kenara bırakın. Sol eliniz ile gaz vermenizi sağlayan düğmeye basılı tutun, diğer elinizle taşı çakın. Hehe. Çabuk biter ama kafadan bi 10 kere daha yanar bu çakmak. Bitti değil mi? Evet bitti ama eğlencesi bitmedi. Çakmağı var gücünüzle duvara fırlatın. Taş ve içindeki o azıcık gaz sayesinde çatır patır, her seferinde değişik olmak üzere eğlenceli bir minik patlamanız olacak. Evet bitti. İşte çakmaktan allahına kadar istifade ettiniz.

Çakmaklar

Hani iki çakmak vardır, birinin taşı bitmiştir, birinin gazı. İkisini birden kullanır, voltranı oluşturur yine içeriz sigaramızı biz be.

Çakmaklar

Ben çakmak çeşitlerine bir değineyim, gerisi gelir. Düz Çakmaklar. ("Düz lise" lafını siz yarattınız; düz çakmak dediğim için bana kızamazsınız.) Efendim bildiğimiz, şeffaf ya da değil, bakkallardan büfelerden edinilebilen, normal çakmaklardır. Normal boy, küçük boy ve öküz boy olmak üzere üçe ayrılır. Çeşit çeşit ancak hepsi zevksiz renklerden oluşur. Sebzeli Çakmaklar. Yukarıdaki grubun elemanıdır ama içindeki sebze faktörü ile ayrıca anlatılmaya hak kazanmıştır. İnanmazsınız arkadaşlar, bu çakmakların içinde semizotuna benzeyen bi ot bulunur. O otun orada ne bok yediğini yıllardır düşünürüm, hala mantıklı bir cevap bulamadım. Acaba ot, çakmakta göründüğünden daha fazla hacim kaplayarak üreticilerine gazdan mı kar ettirmektedir? Yoksa sadece estetik faidesi için mi oraya konmuştur? Bilemedim. Üstelik eskiden gerçek ot koyarlardı, artık plastiğini koyuyolar, üstüne de çiçek gibi bişey. Hey yarabbim. Zippolar. Gençlik heyecanı, tirip fırtınası. Şlak şulak, 'Magirus minibüsü vites değiştirme efekti'ne benzer sesler çıkartılarak bin türlü şekilde yakılır. Genç kişi cebinde gurur ile taşır, yaş ilerledikçe çekmecede yerini alır; özel gazı ile birlikte. "Bu zippolarda var ya, uçak benzini kullanılıyormuş." cümlesini Sonu Gelmeyen Geyikler'e eklemektense, şuracıkta harcayıverelim. Pezevenk Çakmakları. En bilineni Dupont'un başı çektiği, altın sarısı fiyakalı çakmaklardır. Gerçek veya sahte, ucuz veya pahalı olması benim için önemli değildir; o altın çakmaklar her daim pezevenk çakmağı olarak anılacaktır tarafımdan. Ejderhalı Çakmaklar. Evlerde, ortadaki sehpanın üzerinde ya da büfede dururlar. Kıçına bastırınca, ağzından alev, bazen de lazer ışını saçarlar. Sigara yakmak için kullanıldığını görmedim; süstür. Hassüstür!

Asansör

Eski tip asansörleri daha çok severim. Hani şu her katın demir kapısından sonra beton duvarın önünüzden geçtiği. İşte o duvar kısmına ayakkabımın ucunu dayarım, ama çok bastırmam. Tıp tıp tıp eder ayağım duvarda kalın kalın titredikçe. Demir kapıya da yapmak isterim aynısını; ama domp domp domp'a dönüşür o ses. İnsanlar "Bak ayıya." derler, kapı kirlenir, saygısızlık etmiş olurum ve yapamam. Bir kaç küçük kaçamak dışında...

Duman Arabaları

Onlar başka sebep yüzünden camları kapıyolarmış bilader. Bizimkiler "Aman aman şimdi içeri doluşur sinekler." diyerek kapatırlardı. Üstelik sanki ezberlenmiş gibi her kapatma esnasında bu cümle tekrarlanırdı. Tuhafmış.

Anahtarlar

Elinde torba filan vardır, tek elle açmak istersin kapıyı. Ama benim karşılaştığım tüm kapılar dengesiz; illa torbayı bırakıcan, sol elle tokmağından tutup kapıyı kendine çekicen.

Sayarak Anlatanlar

Tartışıyosundur, "Sen niye Ferda'nın çantasını denize attın ki dupdururken sorun çıkarttın, gürültü çıkarttın!" diye çıkışırsın sayın Sayarak Anlatan'a. Başlar: Ben Ferda'nın çantasını denize atmadım bu biiiiiiir, elim çantaya çarpınca çanta denize uçtu bu ikiiiiiiiii, Ferda zaten enseme vurarak bunu hak etmişti bu üüüüüüç... Ya yeter dur be neyi sayıyosun? Ben sana üç madde halinde suçsuzluğunu ispatla mı dedim? Hem niye uzatıyosun rakamları öyle? Ben çantayla aynı yere gidiyorum abi görüşmeyelim.

Aksi Durum ile İspat Etmeye Çalışanlar

Arkadaşlar, özellikle kadınlar; az sonra size çok önemli bir bilgi sunacağım dikkat kesilin. Sevgili sorar: - Beni seviyor musun? - Seni sevmeseydim ta ordan kalkıp ta buraya kadar gelmezdim. Sakın yemeyin bu numarayı. Cevap çok basit; evet ya da hayır. Niye dupdururken ispata kalkıştın bakiym? Demek ki sen bu hareketi sadece bu cevabını veremeyeceğin soruyla karşılaştığında apışmamak için yaptın. Ya da ta ordan kalkıp ta buraya kadar gelmiş olmanı kafama kakmaya çalışıyorsun. Seviyorum da diyemiyorsun, sevmiyorum da. - Beni özledin mi? - Seni özlememiş olsaydım bu saatte sana telefon açmazdım? Hop hop bak yine yapıyosun. Ya özlemedin ama "Hayır özlemedim." diyecek kadar cesur değilsin, ya özlemedin, 'Acaba bu gece bu hatunu düdükleme ihtimali var mıdır?' diye yoklamak üzere telefon açtın ve bu soruyla karşılaştın, ya da özledin ama özledim demeyi öküz ruhuna yediremiyorsun. Bu gerizekalı sorular tabi ki durumu anlatmaya çok elverişli oldukları için seçildi. Amaç, şöle şöle olsaydı şöle şöle olurdu'cuları tanımanıza ve bertaraf etmenize yardımcı olmak.

Pencere Önü Teyzeleri

Bana kalırsa bu grubu pencere ile kısıtlamamalı, içine kapı arkası teyzelerini de katmalıyız. Evet o her çıtırtıda utanmadan evinin kapısını açıp etrafı kolaçan eden ve sanki başka bir şey yapmak için kapıyı açmış gibi davrananlardan bahsediyorum. Hiç sempatim yok hiç, sinirlendiriyorlar insanı.

Mağaza Kabinleri

Kıyafeti giydikten sonra insan içine çıkmak yürek ister. Kabindeki aynaya bakarsın, ulan maymun gibisin. Hemen çıkarıp, geldiğin kıyafeti döşenirsin üstüne. Yeni kıyafetle çıkmanı bekleyen anne-arkadaş filan dumur olur. Eee? derler. Güzel olmadı der kestirir atarsın.

Tutti Frutti

Hugo'dan nefret ettiğim kadar çok az insandan nefret ettim. Pislik suratı, gereksiz geyikleri ve iğrenç esprileri delirtirdi beni. Belki de kıskanırdım. O toparlak suratlı adamı da kıskanırdık. Hani kızların kopçalarını açmakla görevliydi. Ulan bundan daha fazla sütyenle haşır neşir adam yoktur ha! geyiklerine girerdik grup olarak. Mandalinanın hastasıydık.

Yapmak Lazım Etmek Lazım İnsanları

Aslında sigarayı bırakmak lazım.

Dempsey & Makepeace

Yeni yeni ingilizce öğrenmekteyim. "Kardeşim 'Barışyap' diye isim mi olur?" diye hiddetlendiğimi hatırlarım.

05 Kalemler

Yazma halindeki tutuşu bozmamak için göğsünüze vurarak çıkarmaz mısınız ucu hiç?

05 Kalemler

Tepesindeki kapağı çıkarınca silgisi çıkar karşımıza. Silgi taşıyan insan değilseniz dibine kadar kullanırsınız onu, ama çabuk biter. Demiri ile aynı hizaya kadar erir silgi, biraz daha kullanayım dersiniz karartır, zedeler kağıdı.

Shell Rotella 20-50

Öyle muavin, bizim yağımız. Hiç eksilmez, basıncı düşmez. Dört mevsimde, her iklimde...

İnanamayanlar, İnandırmayanlar

Olana bitene inanamama ve sizin de inanamayacağınıza emin olma duyguları ile hayata yaklaşırlar. O gün bi araba görmüşlerdir, inanamamışlardır. Bi şarkı dinlemişlerdir, inanılmazdır. Başından öyle bir olay geçmiştir ki inanamazsındır. Baba nesine inanamıyim? Arabanın vitesi lazer tabancası olsa, şarkının süresi 234 dakika olsa, sokakta bir yıldır görmediğin dostunla değil de Clinton'la karşılaşmış olsan belki inanamam ama bu senin anlattıklarının nesine inanmayayım?

El Pişirmece

Öküz oyunuydu ama çok eğlenceliydi. İki elimizi böyle sanki mum ışığından faydalanarak duvarda köpek gölgesi çıkartırmış gibi (apayrı bi konu) tutardık rakiple beraber. Sonra çota diye rakibin eline vurmaya çalışırdık, rakip elini kaçırabilirse vurma sırası ona geçerdi. Ne yalan diyim süper oynardım, rakibin boş bulunmasını yakalamıyım; kan kırmızı edene kadar pişirirdim elini.

Esem Sport

Güzeldi, yerli malı yurdun malıydı, fiyat uygundu, ama bembeyaz çorapları leslecivert hale sokardı. Fena çorap boyardı namussuz.
  • Hayat Güzeldir - La Vita è bella

    Deneyelim Bakalım

    Bu yorum sayfasının son denemesini bu pek sevdiğim filmle yapmayı uygun gördüm. Gayetlen neşe ve de hüzün ile seyretmiştim. Herkese tavsiye ederim.
    Puan: 9
  • Gölge Oyunu - Gölge Oyunu

    Verdik Kurtulduk

    Aa nereye gitti? Vardı. Şimdi yok. Var mı yok mu? Kim bilir ?
    Puan: 8
  • Jude - Jude

    İnanmayın Ona

    Bence yukarıdaki arkadaşa kulak asmayın. Sadece bir sahnesi için bile izlenebilir: Çünkü Biz Fazlayız ! İyiydi.
    Puan: 7
  • Gerçek Suç - True Crime

    Kendimle çeliştim sayenizde

    Arkadaşlar Clint Eastwood'dan nefret ederim. Yani desen ki; minibüs yolunda karşıdan karşıya geçerken bir Magirus bu adama doğru hızla gelmekte olsa; "Şşt Clint abi kaçıl, ezileceksin" demem. İşte bu yüzden de filme asla gitmem. E buraya filme gitmeyenlerin yorum yapması da yasak. Amma sizler geleceğe miras kalacak olan bu sinema sayfalarında bana sorular soruyorsunuz olmuyor. Bu seferlik cevap, bi daha yok. e-mail denen bir şey var Benediction'un dediği gibi. İntikam bölümündeki fotomontaj olayları (Mahsun'a saç baş eklemek gibi) bitmiştir. Kimseye kaş göz yaparak eğlenmemeye karar verdik. Bunun yanında tıpkı bu zeki sayfalar gibi sayfalar İntikam ve nefret bölümünün birleştiği İntikam bölümüne de hazırlanacak. O zaman popüler kültürün kalesi, medyanın korkulu rüyası nefis bir bölüm çıkacak ortaya. Ama buralara yazılar yazarsanız, yapmam. Muhasebeci olurum.
    Puan: 5
  • Matrix - The Matrix

    This is a pencil

    Sanki kaliteli bir Amerikan pisliğiymiş gibi bir güzel paket edilen Matrix denen bu film, bence basbaya filmden öte bir şeydir. Bütün sorunun, hem tam anlamıyla İngilizce, hem de fonetik anlamıyla Türkçe; cop'lardan kaynaklandığını anlatabilen, çoğu kişinin söylemek isteyip de söyleyemediklerini bir çırpıda söyleyebilen, üstelik bunu yaparken Nokia'nın parasını da kullanabilecek kadar mizaha sahip, mis gibi bir yapıttır. Tüm emeği geçen arkadaşlara teşekkür eder, başarılarının devamını dilerim. Ben kardeşimle birlikte gittim, o da buralarda bir yerlerde olmalı. Aloo .. Nerdesin?
    Puan: 9
  • Amerikan Pastası - American Pie

    Veletlere bak be...

    İzlemeyenler için söylüyorum, filmde bi kaç tane velet var, vallahi güldürdüler bizi ya. Ben aslında ön yargılı idim, içimden hede hödö yapıyodum ama pek eğlendim. Herkes gidip, gülsün derim. Ama çok ahlakçı biri iseniz gitmeyin; gidip de canımızı sıkmayın.
    Puan: 7
  • Gözü Tamamen Kapalı - Eyes Wide Shut

    Bir Üsttekine

    Mükemmel diye başlık attığın, eğer yakınınızda düzmeyi düşündüğünüz bir kız varsa onunla beraber gidebilirsiniz, diyerek bitirdiğin şu yazıyı okuduktan sonra aptal olduğuna ve önümüzdeki beş yıl içinde kimseyi düzemeyeceğine karar verdim. Mesajını silmedim, ama bunu belirtmeden de duramadım.
    Puan: 8
  • Aşk Engel Tanımaz - Notting Hill

    Ohh Yumuşacıkmış!

    Hayalperest birisi olduğum için romantik komedilere her zaman hasta olmuşumdur. Nitekim sinema salonundan peygamber gibi çıktım; yolda insanlara iyilik etmek gerektiğini düşündüm. Bi de Julia Roberts ile evlenmek istediğimi düşündüm. Ama imam nikahıyla.
    Puan: 7
  • Gülün Bittiği Yer - Gülün Bittiği Yer

    Olmamış...

    Yukarıda hayran olan arkadaşların "Baba konu çok hassas, aman yalaka olalım" zihniyetine saplandıklarını tahmin ediyorum. Sıfır estetik, sıfır anlatım ve sıfır oyunculukla örülmüş bu filmi beğenmek için gözleri kör bir kişi olmak gerekir. Sadece niyet iyi olduğu için bu derece berbat bir yapıma yalakalık etmeyi hiç istemiyorum. Hele Cüneyt Arkın... Ah abim benim.
    Puan: 3
  • Çilek ve Çikolata - Fresa y chocolate

    Komedi Filmi Değil ki Bu!

    E tabi umduğunuzu bulamazsınız. Komedi filmi diye, Kübalı eşcinsel bir sanatçının kendini ifade etmesine olanak verilmemesinin anlatıldığı bir filme gitmişsiniz. Üstelik rejimin hem yanında, hem de karşısında duran bir film. Bunları bilerek gitseydiniz hiç hayal kırıklığına uğramazdınız.
    Puan: 7
  • Salkım Hanım'ın Taneleri - Salkım Hanım'ın Taneleri

    Maaşallah Be

    Aman abicim ne güzel olmuş.
    Puan: 8
  • Amerikan Güzeli - American Beauty

    İnsan Gibi Film Olmuş

    Ben de beğendim. Antrakt vaktinde sigaramı posurdatırken yanımdaki abilerin "Ya komikmiş ama.. Nebilim keşke Kahpe Bizans'a gitseydik." diye geydiklerine kulak kabarttım. Komedi filmi izlemeye gidiyorsanız gitmeyin, drama izleyeceğim diye de heveslenmeyin. İnsanı seyredeceksiniz.
    Puan: 9
  • Balıklar ve Rüyalar - Dream with the Fishes

    Camın arkasında kız belirdi ya...

    Oyuncak dürbün ile marketten dışarısını keserken, kızın camın arkasında belirmesi sahnesini daha çok olmak üzere tüm filmi tavsiye ederim. Yapmışlar olmuş.
    Puan: 8
  • Kumsal - The Beach

    Anlamadım ki!

    Ben bi kere direkt yönetmen ve senarist amcamın daha öncekli referanslarından etkilenerek gittim. Velhasıl ilk yarı (Sanki adam filmi çekerken ilk yarı, ikinci yarı diye ayırıyor da) gayet etkilendim, ulan vallahi burada neşeli şeyler olacak dedim. Boktan dünya, özgür ada ve çevresinde dolanan mesajlar her ne kadar kör gözüme sokulsa da anafikir beni heyecanlandırdı. Sonra olaylar karıştıktan sonra benim de aklım karıştı. Leo niye çıldırdı, olaylar neden öyle gelişti, neden çiftçi amcalara "hadi ulen biz burdayız, gitmeyiz, ülkemizi bekleriz" denmedi, adam niye silaha tek kurşun koydu, adam marihuana satıcısı değil de felsefe öğretmeni mi, çocuklar etliye sütlüye karışacaklarına neden o rüya gibi ormanda geberene kadar kafayı bulmadılar? vs. vs. Netekim romanda abimizin değerli bir şeyler anlattığını hissettim. Ancak ya film bunu bana anlatmayı beceremedi, ya da ben kaz kafalının biri olmuşum.
    Puan: 6
  • Güneşe Yolculuk - Güneşe Yolculuk

    Yorum Silmek!!

    Mart ayı sonunda, geri dönülemez bir kul hatası yapıldığını ve bütün ayın verilerinin yok olduğunu ana sayfadan anlatmış, bunu çok uzun bir süre boyunca orada tutmuş ve özür dilemiştim. Olacak iş değildi ama oldu. Hala özür dilemekten başka yapabileceğim bir şey yok. Diğer film sayfaları, belki içeriklerindeki tartışmalar bundan daha hafif olduğu için bu olaydan pek etkilenmediler, toparlandılar ancak bu sayfada agresif bir tartışma meydana geldi. Yorumların nasıl silindiğini bir kere daha anlatmış oluyorum. Hatta son özrümü diliyorum. Film ise, belki o dünyaları yeterince tanıyamadığımdan, bana inandırıcı gelmedi. Oyuncuların amatör olması birilerine sıcak gelebilir ama ben özellikle Mehmet ve Berzan'ın arkadaşlığının başlamasındaki ve pekişmesindeki diyalogları oldukça basit buldum. Kapılıp gidemedim, anlatılana güven duyamadım. Böyledir.
    Puan: 6
  • Çığlık 3 - Scream 3

    Vay Kimleri Görüyorum

    Arkadaşlar filmin "ilk öleni" mertebesine yükselen kadını tanıdınız mı? Kelly Rutherford, yani bir zamanların Hayat Ağacı'nın fettan Sam Whitmore'u. Vay be. Büyümüş, serpilmiş, top top yanaklar da toparlamış maşallah. Güzel olmuş. Dur başlamışken film hakkında da döktüreyim tam olsun. Bu film olmuş abi. İki çok boktandı, bir orjinal olduğu için süperdi, bu da olmuş. Fekat bütün klişeleri hem kullanan hem de mis gibi dalga geçen scream serisinin baygın bakışlı Sid'i gerçekten öldürmemesine çok bozuldum. Noolurdu sanki? Harika bir yenilik daha yapmış olurdunuz, ana karakter ölürdü. Hatta cenazesinde abus polis ile acar gazeteci gözyaşı dökerdi. Gülüp eğlendiğim bir detay daha var onu da anlatayım, uzayayım. Kadın telefonla stüdyonun güvenliğini arıyo, robot çıkıyo işte muhasebe için 1, atraksiyon için iki, ..., acil durum ve güvenlik için 6 tuşlayınız. Ulan altıya gelene kadar ölürüz be! Nasıl acil durum?
    Puan: 5
  • Kazanma Hırsı - Any Given Sunday

    Hiç Güzel Olmamış Yahu

    Hakikaten videoklip gibi. Bütün o kamera hareketleri ve fış fış efektleri herhangi bir duygu anlatımı için filan kullanılmamış. Cart curt bişeyler oluyo ama niye oluyo hiç belli değil. Bak ne müthiş tavırlar sergiliyorum, hadi benden etkilenin, diyen her yönetmene de kapım açık değil doğrusu. Böyle de eleştiririm işte.
    Puan: 4
  • Tatlı Bela - Erin Brockovich

    Eşşeklerden Biri de Ben Oldum

    Bu filme gitmemem lazımdı biliyorum, göreyim şu koca ağızlı mükemel kadını diye yine girdim içeri. E girdim, gördüm. Böyle kötü film mi olur? Zaten okudum yukarısını, herkes Julia'yı seyretmiş doya doya. Olmuyo tabi.
    Puan: 3
  • Fasulye - Fasulye

    Sevdim Onu Ben

    Önyargılıyız ya, her Türk filmine "Bakalım yapabilmiş mi bizim aklıevveller." diye diye girer de filmi sıfır puandan başlatırız ya (güzel davranış değil), yine öyle oldu. Genç köyden çıkasıya kadar, "eyvahh sıkacak galiba bu hikaye bizi." diye üzüldüm. Sonra herşey yerli yerine oturdu, severek eğlenerek çalışan ekip baya eğlendirdi beni. Oh ne ala dedim, mutlu çıktım içeriden.
    Puan: 7
  • Son Muhteşem Kahraman - Last Action Hero

    Kızıyorum Bu Ahududuculara Bazen

    Bu filmi ahududu adayı göstermek gaflettir gaflet. Aksiyon filmlerinin tüm klişlerini önümüze sererek dalha geçer, bunu yaparken de eğlendirir bu film. Ne yalan diyecem ben bu filmi videoya çekmiş, sonrasında da iki kere filan seyretmiştim. Yine olsun, altım kuru keyfim yerinde olsun, yine seyrederim. Duduymuş. Sensin dudu.
    Puan: 8
  • M. Butterfly - M. Butterfly

    Vay Anam Vay

    Çok mükemmel çok. Jeremy Irons ile ilk tanıştığım, bir daha da ayrılamadığım filmdir. Öyle ki Demir Maskeli Adam'da oynamış olmasını bile bana affettiren film budur. Final muhteşemdir, uzun sürer. Son 20 dakika izlemeye doyamazsınız. Kaçırmayın abi bunu. Mümkün ise dublajsız.
    Puan: 10
  • Teslimiyet - Besieged

    Normal Beğendim

    Çok beğenmeye gittiğim için az beğendim. Aslında beğenme duygusundan sıyrılıp, direk gitseydim, daha fazla beğenebilirdim, ya da beğendiğimi düşünebilirdim. Filme girmeden önce, allahım ne mükemmel film izleyeceğim az sonra, diye düşündüm. Film boyunca da hah şimdi olacak, süper olacak, diye bekledim. Hatta bazı bazı belki benim anlayamadığım şeyler anlatılıyordur da ben o yüzden çok beğenemiyorumdur diye kendimi aşağıladım. Bir süre sonra ise filmi beğenmeye çalışmaktan vazgeç ve filmi izle, dedim kendime. Birkaç sahneyi, bilhassa ilham ve konser sahnelerini çok, diğerlerini normal beğendim. Ben, sanıyorum çok beğenmeye çalıştığım için az beğendim. Ve aslında ben en çok minik bir yazı içinde 11 kere beğenme kelimesi kullanabilmemi beğendim. Aha 13 oldu.
    Puan: 7
  • Ben Şahsen, Bizzat, Kendim - Me Myself I

    Kadın Filmi Ne Demek?

    Kadın filmi filan değil, herkese göre bir film. Aman aman komedi değil, şirin demeye de utanırım. Gerçekçi. Düşündürücü hatta. Sıradan bir romantik komedi filmi seyrettim şimdi karşıdaki çiçekçiden bir demet papatya alayım sevgilime koşayım, diyemezsiniz. Hayatınızı, özellikle karşı cins ile olan ilişkinizi sorgulamanızı sağlar. Sevdim ben.
    Puan: 7
  • Sekizinci Gün - Le Huitième jour

    Luis Mariano...

    Sakın ha sevmem ben öyle zihinsel ya da fiziksel engelli biri ile sağlıklı birinin dostluk hikayesini diyerek gözardı etmeyin. İzlerken gözlerimin yaşardığını (tamam ya ağlamış olabilirim belki ama çok az. az yahu!) bilirim. Yok yok mongol birinin duygu sömürüsü ile değil; Harry arkadaşımızın güne çöpçülerle birlikte konteynerlere dambada dumbada vurarak başlamasına. Orjinal dilinde seyretme imkanınız olursa daha süper olur.
    Puan: 9
  • Vegas'ta Korku ve Nefret - Fear and Loathing in Las Vegas

    Zor Film Zor

    Amerika'nın o dönemler içinde bulunduğu ruh halini bilmediğimiz için -dur kişisel konuşayım- bilmediğim için, zorladı beni iyice. Nasıl anlayayım ben o dönem gençliğinin ve halkın duygu ve düşüncelerini. Bayrağa, marşa, otoriteye olan nefretlerini gayet iyi görebildim, üstelik kalpten katıldım ama doğrusu uçmuş yazarımızın kurguladıklarını peki iyi anlayamadım. Bu film bana biraz zor geldi, ev hali ile ikinci kez seyretmeyi ise kaçınılmaz kıldı. Kafa bulma konusunda herhangi bir bilginiz yoksa yanına yaklaşmayın, filme 1 vermekten helak olursunuz. Sinemada bi çocuk vardı, galiba kafayı çekip gelmiş. O herif kesin süpper beğenmiştir, 10 vermekten helak olur.
    Puan: 7
  • Annem Hakkındaki Her Şey - Todo sobre mi madre

    Erkekler Dışarı, Bağımsız Kadınlar Buraya

    Demişler ve film çekmişler. Cinsel tercihlerine, yaptıkları işlere aldırmadan tanıştığımız her kadının hayata karşı olan tavrını, bakışını sevdik. Acz içinde tek bir kadın vardı ki oda sevgili Rosa'nın konuşmayı bilmeyen annesiydi, bildiniz; evliydi, öküz aleyhisselam olduğu pek belli olan biriyle. Bir diğer erkek karakterin travestinin ağzına vermekten başka derdi yoktu, vardıysa da bize gösterilmedi. Tek erkek vardı adam gibi, o da zamansız gitti yavrucak. En çok Manuela'yı beğendim. Ne güçlü idi maaşallah.
    Puan: 8
  • Kutsal Duman - Holy Smoke

    Nazik Olun

    Hiç yalan söylemiyeceğim; Keitel, Winslet, Hindistan, karşı çıkan aile, filan gibi sevdiğim şeyler filme gitmek konusunda heyecanlandırmıştı beni ama noktayı koyan woodstock adlı biraz hıyar olduğunu tahmin ettiğim kişinin "Kate'i anadan doğma görmek istiyorsanız..." cümlesi oldu. Hemen gittim gördüm. Uzakta olduğu için Kate'e aşığım diyemeyeceğim ama İstanbul'da otursa idi hemen aşık olurdum. Filmi beğendim. Guru babanın Kate'in alnına dokunmasıyla oluşan göz ve huzur anlatımı beni derinden etkiledi. Keşke Kate gelse benim de alnıma dokunsa, ben de öyle olsam dedim. (Filmin ilerleyen dakikalarında Kate'in bana başka şeyler de yapmasını isteyeceğim.) Anafikri, filmin en ahmak karakterlerinden biri olan barbie bebeğin belirlemesi pek eğlenceli oldu. Film zaten yer yer patlattığı ince esprilerle ne güzel bir mizah anlayışı olduğunu cümle aleme göstermiş idi. Sevdim işte ben, siz de sevin, birbirinize nazik olun, hıyar diye hitap etmeyin.
    Puan: 7
  • Kaçak Gelin - Runaway Bride

    Canım Culya, Kıçım Riçırt

    Arkadaşlar niye böle sinirli insanlarsınız bakayım? Filmin olayı herşeyinden belli; romantik, komedili masal işte. Ben çok severim bu türü, kafa boşaltmak ve imrenmek için birebirdir. Süper vakit geçirdim, bi çıktım dışarı gökyüzü gri. Filmde öyle değildi.
    Puan: 7
  • Görevimiz Tehlike II - Mission Impossible II

    Mektuplar

    Sevgili Yapım Ekibi, Görevimiz Tehlike takım çalışması anlamına gelir. Süper teknoloji ve zeka ürünü planları alaşağı edip, Görevimiz Tehlike ismini manyak aksiyon sınıfına dahil ettiniz. Tebrik ederim. Sevgili Güzel Kız, Filmin başında pek maharetli, pek ayakları üzerinde durabilen, pek karizmalı bir kadındın ancak vakit ilerledikçe maymunlaştın, pasif oldun. Doğrusu sana yakıştıramadım. Sevgili Tom, Çok eğlenmişsin. Sana diyecek laf bulamıyorum ama o saçları keselim abi. Sevgili Kötü Adam, Gerçekten çok başarılı bir kötü adamdın. Bir tek sana hayranlık duyduğumu itiraf etmeliyim. Her sahnede senin başarmanı ve bu başarının daim olmasını diledim ama olmadı. Sevgili John Woo, Gerçekten kafanda kurguladıklarını beyazperdeye adeta bir sanat eseri gibi yansıtıyorsun. Ancak acayip krosun be abi!
    Puan: 4
  • İkimizin Hikayesi - The Story of Us

    Vajina, Ah Vajina

    Hani klasik kadın erkek konularını işleyen, zeki diyalograla dayalı, bol ve hızlı mekan değiştiren filmler vardır ya; işte onlardan. Daha doğrusu başlarda öyleydi. Filmin anlayamadığım biryerlerinde bu anlatım tarzı bitti, kronolojik anlatıma geçildi. Zaten güzel becerilemiyodu. Senarist umut vaad ediyor ancak henüz tam pişmemiş. Pfeiffer güzel oynayamamış ama hala çekici. Bruce Wills bildiğimiz Bruce Wills. Ben ise gerçekten iğrencim. Fütursuzca eleştirebilmenin keyfini yaşıyorum. Hoyda puan da vereyim:
    Puan: 5
  • Ateşten Kalbe, Akıldan Dumana - Lock, Stock and Two Smoking Barrels

    Yazdık Ya Kardeşim!

    Ulan ben bu filme yazmıştım, ama önizleme ekranı denen şeye toslamış, ikinci kere göndermemişim galiba. Kim icat etti lan bunu! İngilizleri severim yazmıştım, komik adamdırlar demiştim, pokerde yıkılan adamın ruh hali böle güzel anlatılır mıymış filan demiştim. Hepsi boşaymış.
    Puan: 8
  • Gladyatör - Gladiator

    Karizmatik Maximus

    Karizmatik Maximus dediğiniz şey, hiç bir kişisel ideali ya da düşüncesi olmayan, sadece ne kadar çok adam öldürürse o kadar çok alkış alan ve bundan süper haz duyan şahsiyetsiz adamın tekidir. Filmin başında 15 tane paçavra köylüyü kılıçtan geçirmiş, kralı tarafından aferin almış; ilerleyen dakikalarda ise kendini esarete boğan güçlerin kafasını keseceğine, kendi gibi kölelerin kafasını, üstelik iki elindeki iki kılıcı birden kullanarak, şov yaparak toprak yüzeyin üzerine yuvarlamıştır. Her kimin hasmı varsa ve her kim Maximus'a "Abi büyüksün, abi şöylesin, böylesin..." diye gazı verirse, Maximus onun için yollara düşerek hasmının kafasını kopartmaktan suçluluk duymayacaktır. Her dakika aman da ailem, aman da yavrucağım, aman da başaklarım diye kafamızı ütüleyen Maximus efendi tüm film boyunca hiç bir kutsal sebep öne süremeyerek 100 kişiyi öldürmüş bir şahıs olarak bu kavramları zkine bile takmamaktadır. Netekim ailesinin öldürüldüğüne içten içe çok sevinmiştir. Çünkü bu sayede geri dönerek Gladyatör olma şansı bulacak, hayallerine ulaşacaktır. Anafikir arama gafletine düşülmeyecek olan bu hikayenin anafikri filmin diyaloglarında gizlidir. İnsanoğlunun gönlünü ölüm sunarak kazanabilirsiniz. Bu sayfanın vizyondaki tüm filmlerden daha kalabalık olmasının ve filmin dünya çapında başarı yakalamasının sebebi, tüm bu izleyicilerin atalarının Collusium'da alkış tutan kişilerden oluşmasıdır. Eğer o dönemde yaşayan vahşi ve çok başarılı bir gladyatörün hayatını izletiyor olsalardı, bunlara hiç takılmaz, filme görmekte fayda var diyerek 6 verirdim. Ama süper kahraman, halkın yanında, karizmatik Maximus diye bir eşşeği sunarlarsa benim önüme, ben o filme 1 veririm.
    Puan: 1
  • Buena Vista Social Club - Buena Vista Social Club

    Ah Dedecim

    Filmi izlerken adamların yanına kendi dedemi koydum, herşey gün gibi açığa çıktı. Eşşek kafalılığımızın kökeni dedelerimizdendir.
    Puan: 8
  • Temel İçgüdü - Basic Instinct

    Ben de don kullanmıyorum

    Bu film ilk geldiğinde Süreyya Sinemasında biletler karaborsaya düşmüştü be abiler. Ufaktık mufaktık ama bi film için de alemin uyanıklarına para yedimeye niyetli değildik, bi kaç hafta bekleyip, sakinleşince gittiydik. Beğendiydik. Ah Sharon Stone'u ne beğendiydik. Öküz değildik. Gerilimi de beğendiydik. Ama ne yalan söliyeyim en çok Stone'u beğendiydik. Çok güçlü bi kadın karakterdi o. Soyunmasa yine beğenirdik.
    Puan: 8
  • Köprüdeki Kız - La Fille sur le pont

    Denyıl Hötö İle Rakı İçmek İstedim

    Ah be abicim koca Denyıl Hötö İstiklal Caddesi'ne gelmiş de kartonlara bıçak atmış haberimiz yok. Ne müthiş olurdu sallana sallana gezerken böyle bir olaya şahit olmak, anlamsız sorularla çekim ekibini yıpratmak, kadraja kafamızı sokmak, el sallamak. Sonra da alır Denyıl'ı götürürdüm en kral meyhaneye Vanessa ile birlikte. Önce muhabbetini alır, sonra bi güzel sarhoş edip oteline bırakır Vanessa ile eve giderdim. Ona dişlerin arasından tsihh diye tükürmeyi öğretirdim. Yapısı müsait.
    Puan: 7
  • Aşk Üçgeni - Three to Tango

    Çok Puan Vermişiniz

    Baktım 10'lar 9'lar havada uçuşuyo, e hafif film ister gönlüm, gittim izledim. Fitaş sinemasının 6. salonundaki klima sistemine hasta oldum. İki adet, biri kafasını döndürenlerden olmak üzere vantilatör ile soğutma sistemi kurmuşlar. Hem ter içindeyim hem duyamıyorum. Ulan dur bi adam bişi diyo, i am not gay filan diyo sen kafamın yanında vız vız vantilatör öttürüyosun.
    Puan: 5
  • Karate Kid - The Karate Kid

    Amele Kid

    Evet bendeniz de cilala parlat, yok duvarı boya sahnelerinin etkisinden yıllarca çıkamamıştım. Miyagi evinin kışlık tamiratını antreman diyerek Danyelsana yaptırıyor ve ne art niyetli bir japon müsveddesi olduğunu dosta düşmana kanıtlıyor. Bi de finaldeki davul sahnesini unutmayalım. Tık tıkı tık tıkı tık tıkı (Yoksa o 2'de miydi? Amaan!)
    Puan: 6
  • Sensiz Olmaz - High Fidelity

    Sinirlendim

    Keşke filmi evde filan izleseydim. Hiç sinema salonuna tıkışıp sol çanağı ağrıtarak ve sigara içmeyerek ve bacak bacak üstüne atamayarak izlenecek film değildi. Niye pazar günü gidersin ki be adam! Sinirlendim çünkü olgunlaşma bunalımını seyredecek yaşta değilim. Benzerinde 24 saat başrol oynayınca iki saat daha ekleyerek bunalımı 26 saate çıkarmak, hele cevap bulamamak, daha doğrusu bulduğun cevabı içine sindirememek sinirlendiriyor. Plakçılardan şişko olanını sevmedim; çok asosyal, çok zarar vericiydi, diğerini sevdim.
    Puan: 7
  • Son Durak - Final Destination

    Aygaz, Ev Kazalarına Karşı Bilinçlendirmeye Devam Etmeli

    Filmi pek eğlenerek seyrettim ve amerikan toplumunun da ev kazalarına karşı çok bilinçsiz olduğunu anladım.
    Puan: 6
  • Vahşi Oyunlar - Combat de fauves

    İyi İş

    İki kere izledim, ikisinde de beğendim. Koyunlar filan var, kıllandırır adamı dikkatli yaklaşın.
    Puan: 8
  • Olağan Şüpheliler - The Usual Suspects

    Ah Geç Kalmışım, Üçüncü Olabildim

    Süper bi filmdir kendileri. İzlemeyenler pek bu sayfada dolanmasınlar, tadları kaçar. Ben de fazla konuşmadan, puan verip çekileceğim. Bakınız 10 puan vereceğim şimdi. Bakınız:
    Puan: 10
  • Vay Anam Vay - Big Momma's House

    Nişantaşı Olarak Sınıfta Kaldık

    Biz de pek başarılı değildik. Bağırma çağırma pek olmadı ama esprilere abartılı gülündü. İnsanlar çekinmeden aralarında konuştular ama anırma, alkış filan olamadı bizde. Zavallının teki bi ara alkışliyim dedi, tek başına kaldı, sustu garibim. Üzüldüm ne yalan söliyim. Film? Kötü idi.
    Puan: 3
  • Bulutların Ötesinde - A Walk in the Clouds

    Haydi Güzelim Üzüm Ezelim

    Filmin başından itibaren yeterince prim vermediğim o kadını üzüm ezerken izlediğimde bir keyiflendim, bir keyiflendim. Filmi de 3 kere filan izlemişimdir bak sırf bu yüzden. Aşk işte be, iyidir.
    Puan: 7
  • Kuş Kafesi - The Birdcage

    Robin Williams'dan Nefret edecek kadar dengesizim ama yalnız değilim

    Şu dünya iyisi uç insan tiplemeleri ile Robin Williams beni kendinden iyice uzaklaştırdı. Hele o misis dabtfayr yok muydu? Allahım çok sinirleniyorum. Bu filmi de sevmemiştim zaten. Zorlama komik. Gene Hackman etek giymiş, hadi gülelim.
    Puan: 3
  • Rob Roy - Rob Roy

    Hayal Meyal

    Şöyle bir düşünüyorum ve kahramanımızın Archibald'i köprüdeki madara ediş sistemi ve Jessica Leng'in can sıkıcı olaylardan kurtulup koynunda yatılacak kadın tipini iyi kotardığını hatırlıyorum. Nebleyim, kimse size kızmaz lan olm niye seyretmedin rob roy'u diye ama seyredenin de madalya kazandığı görülmemiştir.
    Puan: 6
  • Köprüdeki Lulu - Lulu on the Bridge

    Biri Bana da Anlatsın

    Seyrettim. Anlamadım. Buraya geldim vatandaş anlamıştır, bişeyler yazmıştır diye; yok. Konuda bi hinlik, bi cinlik var ama ben çıkartamadım bi daha izleyeceğim. Paul; yönetme abi.
    Puan: 6
  • Beşinci Güç - The Fifth Element

    Yedi'den Yetmiş'e

    Bundan yüzyıllar önceydi. Birisi ilk kez yediden yetmişe deyimini kullandı, diğerleri afalladı. Anlamını sordular. "Herkese göre be abi." diye açıkladı yezit. İşte o günden beri başkaca cümle kullanılmamaktır bu durumu ifade için. Dikkat çekici giriş konuşmamız bittiğine göre filmi yorumlamaya başlayabiliriz:
    Puan: 8
  • Gizli Gerçek - What Lies Beneath

    Donk!

    Çeşitli yerlerdeki çeşitli donk efektleri ile izleyiciyi zıplatma üzerine kurulu izlenilmesi şart olmayan ancak izledikten sonra üzülmediğim bir film. İsmini yazmaktan hep tiksindiğim ama kendisine kadın olarak hayran olduğum Pfeiffer'ı artık normal kadın rollerinde görmek istemiyom. Alternatif bişiler olsun, kedi olsun yine ya da kurt filan. Zaten kıvıramıyo ev kadını işlerini. Yaşlanıyo bi de, buna seyirci kalmak çok acı. Madonna da yaşlanıyo zaten. Halbuki ben daha ikisi ile de tanışmadım.
    Puan: 5
  • Kapışma - Snatch

    Vay Be Madonna'nın Kocasımıymış!

    Güzel film güzel. Zeki. Ama şu kurgu maymunluklarında bazen tadı kaçırıyor bu adam, iş iyice videoklip işine dönüyor. Oyuncuların hepsi tek tek süper. Bi büyük patlamış mısır yedim içim dışıma çıktı anasını satim, ellerim yağ oldu, sonra onları saçlarıma da sürmüşümdür kesin. Annem görse öldürür.
    Puan: 8
  • Karanlıkta Dans - Dancer in the Dark

    Kuru Köfte

    Hani kuru köfte ile ekmeği yedikten sonra boğazınıza ve aşağısına tuhaf bir ağrı saplanır ya, işte ondan saplandı özellikle finalde. Ama sinirlendim. Rahatlıkla öyle gelişmeyebilir olaylar öyle gelişti. Maalesef hadiseyi "bok yolu" düzeyine indirgeyerek algıladım. Hakikaten filmin içinde gibiydik, bir dakika rahat bırakmadı. Etkileyici oldu. Sıkılgan adamlar gitmesin, bizim salonda vardı öyle iki geyik, çekilmediler hani.
    Puan: 8
  • İzleyici - The Watcher

    Allahım Neydi Günahım

    Ne bu siteden konusunu püsürünü, ne de izleyici yorumlarını okudum. Dar Alanda Kısa Paslaşmalar'a gitmeyi planlıyorduk ama baktık "İzleyici" denen bi filmin saati daha yakın, bekletmeyecek bizi. Afişine baktık, renklerde matrix havası hakim, Keni abimiz olanca kuul. Bi de baktık James Spader var, üstüne Marisa Tomei'yi gördüm ki hastasıyımdır, tereddütsüz girdik. Uzun zamandır böyle dandik film görmemiştim.Yuh olsun.
    Puan: 3
  • Zor Tercih - The End of the Affair

    Bunlar Sarah'ın Ayak Sesleri

    Yuh yazık etmişiniz filme. Sevişme sahnelerini pek gerçek, pek hoş buldum. Hem kadının hem de adamın aşkından şüphe etmedim. Ben bu filmi beğendim.
    Puan: 7
  • Dar Alanda Kısa Paslaşmalar - Dar Alanda Kısa Paslaşmalar

    Gemiye

    Gemide çok güzeldi, kuşku duymadan gittim sinemaya ama olmadı. Oyuncuların sapır sapır oynayamadığı bir film olmuş, yazık olmuş. Suat'ın aşkı iyidi. Hacı'nınki de öyle, ama yukarda değinildiği gibi ayakları yere basmayan Fatih Terim tipi rahatsız etti. Zengin adam tiplemesi pek karikatürize olmuş; jöleli saçlar, puro filan. Tüh.
    Puan: 6
  • Üstteki Kadın - Woman on Top

    Gerek Yok

    İşiniz gücünüz yok ise, televizyon karşısında ömür tüketiyor ve izleyecek bir şey bulamıyorken bu filmi yakalıyorsanız, izleyin. Başka türlüsüne gerek yok.
    Puan: 4
  • Balalayka - Balalayka

    İmza Atalım Filmin Sonuna

    Bakınız bu kadınların otobüse doluşup kucağımıza doğru yolculuğa çıkmaları beni pek üzen bir durum olmuştur. Yukarıdaki arkadaşlardan biri oda arkadaşıyla birlikte hanımlardan ikisini parsellemiş bile. Bu işler gerçek dünyada da böyle işler; sıralanırlar karşına bi güzel, sonra oda arkadaşınla geçer karşılarına seçersin hemen gönlünün istediğini. İyi değil. Film de çok iyi değildi ama izlettirdi. Şimdi izlemeyenleri kıllandırmamak için detaylarını anlatamayacağım birsürü boşluk var idi senaryoda. Onu da sonra anlatırım.
    Puan: 5
  • Zor Baba - Meet the Parents

    Sker

    Efenim bizim Anadolu Yakası'ndan Avrupa Yakası'na geçmemiz gerekiyordu ve fena trafik olan bir saatti biz de filme girelim istedik, hatta bu filme girelim istedik ve cırt diye hemen 15 dakika sonrasına üstelik İngilizce olanına denk geldik. Netekim filmin memleketimizde dublajlı da gösteriliyor olduğunu o dakika öğrendim. Kardeşimden öğrendim zira kendisi bilgilidir sinema konusunda. Girdik içeri. Evet güldük efendim. Salon biraz daha kalabalık olsa daha fazla gülmez miydik? Gülerdik. Değildi ama. Zaman zaman pazar sabahı filmine bürünüyor sıkıyor insanı ama genel olarak iyi diyelim biz bu filme. Eğlendik.
    Puan: 6
  • Duruşma - Duruşma

    Televizyonda Kalın, Burada Haşlarız.

    Filmi ait olduğu yerde, televizyonda izledim. Mahalle, kulağı ağır işiten adamın lafları yanlış anlama esprisi (yuh yani), başarısız bir gazete okuma esprisinin defalarca üzerine gidilmesi, Rutkay Aziz, birsürü memur oyuncu, Rutkay Aziz, kötü öykü ve senaryo (Ben değil filmin başında yazıyo "Öykü ve Senaryo Umur Bugay" diye), memurlardan başrol olmayacağı için üç tane başarılı isim, Rutkay Aziz.
    Puan: 3
  • Fanatik - The Fan

    10 Dakika Ara

    Film aslında süper başlamış idi ve süper gitmekteydi ama sonra sapıttı, yavaş yavaş dibe vurdu anasını satim. İkinci yarısı çirkin diycem ama tv'de izledim bilmiyom ki ne zaman birinci yarı bitiyo ne zaman ikinci yarı başlıyo.
    Puan: 5
  • Oyun - The Game

    Hastasıyım

    Çok seyrettim, gerçekten çok. Her denk geldiğimde takıldım kaldım. İpnetor oyunbazlar Maykıl'ın evini tanınmaz hale getirdikten sonra Maykıl'ın bu durum ile karşılaşması esnasında fonda çalan müziği yıllarca merak ettim, bilemedim. Deborah Unger'e her izleyişimde aşık oldum, elde edemedim. Faturanın kaç para olduğunu çok öğrenmek istedim, öğrenemedim.
    Puan: 8
  • John Malkovich Olmak - Being John Malkovich

    Sidikli John

    Catherine Keener'i hep çok güçlü bulurdum ama dişi gibi giydirilene dek emin olamayacak kadar karaktersiz bir insanmışım. Lotte, kocası ile kavga ederken yeni tanıştığı duyguların da gazıyla "Suck my dick" diyor, ama aşağıda yazan; "Kıçımı yala". Olmaz.
    Puan: 8