Altyazı faktörü, arkadaş sorunsalı
Şimdi öncelikle şunu belirteyim; üstüste yapılmaması gereken işler yaptım bu filme giderken ben.
Nedir bunlar, sayalım, öğrenelim sırasıyla:
-Arkadaşlarla gitmek:
Her ne kadar sinemaya giderken 10 dakika arada mal gibi tek başımıza sigara içip arkadaşıyla gelenlere imrenerek bakmaktan haz alan insanlardan değilsekte, kendimizi öyle bir pozisyonda bulduğumuzda hafiften utanıp sıkılsakta; arkadaşlarla gidilecek bir film değil bu. Nedeniyse, filmin doruk noktasında yanınızdaki insan esas kızın potansiyel erkek arkadaşını Davut Güloğlu'na benzetebilir, sonra bu fikrini kendine saklamak yerine gevreyerekten sizinle paylaşabilir. Ayrıyetten siz altyazıları takip etmeye uğraşırken kaçırdığınız bir espriye gülebilir, ki buda konsantre bozucu bir etkendir.
-Akşam vakti gitmek:
Akşam vakti gidilecek bir filmde değildi bu. Heleki benim gibi beyoğlunda gittiyseniz, akşam vakti canhıraş kalabalığın içinde filmden sonra biraz düşünmek için ihtiyaç duyduğunuz mahremiyeti kesinlikle bulamıyorsunuz; hayallere dalıp gideceğinize yolda yürümesini bilmeyen bir ayının omzunuza omuz geçirmesi gerçeğiyle karşı karşıyasınız (ve türkiye bu gerçeği artık görmeli)... Sabah seansında izlenmeli halbuki bu film bence, çıktığınızda yağmur çiseleyecek,üşüyeceksiniz ki, filmde şahit olduğunuz o olağanüstü dünyanın değeri gözünüzde büyüsün, içinizi ısıtsın.
-Bilenerek film izleme:
Filme gitmeden her türlü yorumu okumak, izleyenlere fikir danışmak, gaza gelmek, kafada canlandırmak. Yapılması zararlıdır, kafada fikirler canlandırır, iyi veya kötü önyargılar oluşur; hayal kırıklığı tehlikesi başgösterir.
Şu halimle ise, bir hayal kırıklığından bahsetmek için çok erken sanırım. Zira filmi, optimum koşullarda izlemek için startı verdim; bir dahaki seyirde gerçekten tadına varabileceğime eminim.
Bu uzun ve sıkıcı girizgahtan sonra filmle ilgili düşüncelerime gelince:
Öncelikle ("Oeh" çektiren bir laf bu öncelikle, ama alternatif bulamadım) filmin yönetmenliğinden bahsetme isteğindeyim. Jean Pierre Jeunet'nin diğer işlerine vakıf olamamış bir insan olarak (Kayıp çocuklar kentinden sıkılmıştım, Şarküteriyi ise bulduğum kopyası panaromik olmadığından izlemedim) ağızları açık bıraktıracak bir görüntü işçiliği var filmde.
O ne kamera hareketleri, açılarıdır; o ne geçişlerdir, kurgudur, müzik kullanımıdır... İzledikten sonra moralinizi çökertecek, (varsa) yönetmen olma ümitlerinizi piç edecek kadar güzel çekilmiş film. "Ustaca" çekilmiş bir film değil Amelie; yetenek işi...
Ayrıyetten, Amelie'yi oynayan kız akıllarda yer edecek, olsada kucaklasak, dedirtecek, saçını başını beğenmeyenlere "hasetlisin, kendini bilmezsin" dedirtecek kadar şirin, güzel, seksi, koklanası, uğrunda kapısının önüne "Var Ya" yazılası bir ablaydı. Burada abla diyorum, ama yanımda olsa tanımazdım abla filan, pervasızca yavşardım.
Son olarakta filmin en kritik noktalarında su koyveren altyazılar için tercüme işini yüklenen insana sevgiler göndermek istiyorum.
Daha çok yazardım, ama ikinci kez izleme ihtiyacımdan ve okuyanları (buraya kadar gelen oldu mu?) sıkma korkusundan aniden bitiriyorum.
Gidin muhakkak; Fransız filmi diyince Kanadalı karetecilerin gövde gösterisi yaptığı "Kurtların Kardeşliği" hezeyanı gelmesin aklınıza.
(Bu arada hemen bir dipnot olarak, filmin sinema tarihine gönderme yaptığı sahnelerde bittiğimi, Jeunet'ye hasta olduğumuda yazayım.)
Puan: 9