zuxxi.com//sinema|geyiks

!baytar

Hikaye Bunlar

Noel Babalar

Yılbaşına bir-iki gün kala, abim Ankara'da büyük bir alışveriş merkezinin tuvaletine giriyor ve şahane bir manzarayla karşılaşıyor. Dört tane Noel Baba kıyafetine bürünmüş esmer insan, tuvaletin bir köşesine çömelmiş dinleniyor. Sakallarını boyunlarına indirmiş, bir yandan efkarla sigara içerken bir yandan da çalıştıkları mağazalardan alışveriş etmeyenlere küfür ediyorlar. Bizlere de bu kadar başarılı bir doğu-batı sentezi yapan Noel Babalarımızı alkışlamak kalıyor.

Sonu Gelmeyen Geyikler

Futbolcu seçimi

Küçüklük yıllarında her futbol aşığı Türk genci arkadaş arasında yapılacak maç öncesi görevini yerine getirmek zorundadır: - Kalede Şımaykıl, oyunda Romaryo'yum! - Kalede Rossi, oyunda Maradona'yım!... Bir de bu çocuk topluluğunda futbol konusunda diğerlerine göre daha bilgili olduğunu göstermeye çalışan bir çocuk: - Kalede Higiuta, oyunda Litbarski'yim der ve meraklı bakışlar altında oyuna başlar. O artık gerçekten de Litbarski'dir.

Sonu Gelmeyen Geyikler

Yeter ki takım başarılı olsun

- ....... bugün gol orucunu bozup iki gol attın. Neler hissediyorsun? - Tabi ki mutluyum ama önemli olan benim değil takımın başarılı olması...

Kısa Kısa

Hapşurma

Nezlesinizdir, hapşuracağınızı hissedersiniz, burnunuz kaşınır ama bir türlü hapşuramazsınız. İnsanı deli eden bir durumdur.

Kısa Kısa

İki katlı bisküvi

İki katlı ve arası enfes krema kaplı bisküviler (negro... gibi) sevgili halkımızın azımsanmayacak büyüklükteki bir kesimi tarafından üst ve alt bisküvi olmak üzere ikiye ayrılarak yenir. Böylece; "Bisküviyi ikiye bölüyorum, iki kat fazla bisküvi yiyorum. Ben de bir alemim doğrusu." düşüncesi kafalarda yer eder. Tabi bu ikiye ayırma işleminde dikkatli olmak gerekir. Aksi taktirde kremanın tamamı sadece bir bisküvide kalır ve kremasız kalan kısım üvey evlat muamelesi görür.

Kısa Kısa

Starrr Halkın Gazetesi

Star Gazetesi'nin özellikle spor sayfalarında kullandığı "Dingiltere", "Yendik Mİ LAN?", "Beşiktaş BARÇAladı".... gibi muhteşem başlıklarına hepimiz aşinayız. Ama sonradan öğrendiğim, diğerlerine göre çok daha iyi olan ve herkesin de bilmesi gerektiğine inandığım bir spor başlığı var ki: (Galatasaray-Monaco maçı sonrası) -------- MONAKODUK -------- (yorumsuz)

Kısa Kısa

Yazı okuma

Yabancı dil derslerinde hoca işlenecek parçayı size okutmaya karar verebilir. Ve siz okurken arasıra okumanızı durdurup parça hakkında yorumlar yapar. İşte bu bekleme anlarında her öğrenci az sonra sınıfa okuyacağı parçayı acayip bir kelimeyle karşılaşıp afallamamak için önce kendi içinden okur ve bu sayede en zor kelimeleri okumada bile sorun yaşamaz. Çünkü o bir sinsidir. Tıpkı diğer öğrenciler gibi...

Süpermarket

Küçük yaşlarda süpermarkete girdikten sonra alışveriş arabasını (bu aracın tam olarak bir ismi var mı?) eline alıp onu çok iyi kullandığını düşünmeyen var mıdır?

Süpermarket

Alışverişi yaptıktan sonra kasaya yaklaşırsınız ve sıra ödemeye gelir. Eğer anne-baba ya da sizden büyük biriyle gitmişseniz, o parayı öderken siz de -tüm bu ürünlerin parasını ben ödüyorum bari sen de bir işe yara- gibi bir durumla karşılaşır ve hiç ses etmeden ürünleri torbalara yerleştirmek zorunda kalırsınız ki bu acı verir insana.

Araba

Yaz günlerinde güneşin altında kalmış arabaya binmek hayatımızda farkında olmadan yaşadığımız işkencelerin belki de en mühim olanıdır. Kapıyı açtığınızda sıcak hava kütlesi vücudunuzu sarar. Daha içeri girmeden camları açarsınız ama fayda etmez. İçeri girdiğinizdeyse arabanın aşırı sıcak ve havasız ortamıyla karşılaşırsınız. Koltuğa yaslandığınız veya direksyonu tuttuğunuz an, kapatılalı daha çok uzun süre olmamış bir ütüye dokunma hissi sarar insanın içini. En sonunda tüm bunlara alışır ve yaşadığınız işkenceyi unutmaya başlarsınız ki o anda vücudunuzun açıkta kalmış herhangi bir uzvu emniyet kemerinin metal kısmına değer. Çok hızlı bir şekilde geri çekilseniz de duyduğunuz acı tüm yolculuk boyunca aklınızı meşgul etmeye yetecektir.

Dolmuş

Bir de taksi dolmuşlar vardır. Yolcu sayısı çok az olduğu için insanlar hep muhabbet etme zorunluluğu hisseder. Kimsenin konuşmadığı zamanlarda birinin cep telefonu çaldığındaysa, telefon sahibi ne kadar alçak sesle konuşursa konuşsun diğer yolcular herşeyi duyacak, erkek arkadaşıyla arasındaki ilişkinin bazı detaylarını ve az sonra nerede buluşacaklarını öğreneceklerdir.

Dolmuş

Nedense kapı tarafında oturduğum zaman; yanımda oturan kişi ineceği yere yaklaştığında, onun ineceğini anlayıp geçmesine izin vereyim diye manasız bir şekilde elindeki torba benzeri şeyle oynayarak gereksiz sesler çıkarır ve bana inmek için hazırlandığını sezdirmeye çalışır. Arasıra bu gibi durumlarda inadına anlamamazlıktan gelip yanımdakinin elindeki torbayla daha da fazla oynayıp haşur huşur benzeri sesler çıkarmasına neden olurum.

TV'de Maç Seyretme

Bir Türk hakemimizin Fifa kokartı sayesinde yönettiği bir UEFA Kupası maçı. Türk spiker tutacak takım olmadığı için dünyada eşi benzeri görülmemiş bir şekilde hakemi tutuyor. Mesela futbolcu hakemi kandırmak için kendini yere atıp sonra da sarı kart görüyor. Bu durumu spikerimiz "Yaaa böyle hileye başvurursan cezayı çekersin işte." cümlesiyle yorumluyor. Hakem ofsayt kararı aldığında; "Çok zor ve başarılı bir karar. Bravo!". Hakem kart gösterdiğinde "Çok yerinde ve doğru bir kart. Kartı gören futbolcu bile hakemimize sesini çıkaramıyor." ve maç sonunda da "Evet hakemimiz .... gerçektende harika bir maç yönetti, kutluyoruz." (Maçın kaç kaç bittiğinin hiçbir önemi yok)

Banka

Reklamlarda herzaman karşılaştığımız güzel, güleryüzlü, çalışkan ve sevecen banka çalışanlarına gerçek hayatta hiç rastlamadım. Neden acaba?

Banka

ATM'lerden para çekmek için yaklaştığınızda her makinada oluşmuş 4-5 kişilik kuyruklarla karşılaşırsınız. En az kişi bulunan ATM tercihinizdir ama eşit sayıda insan varsa bekleyenleri şöyle bir süzersiniz. Daha genç ve hızlı hareket etmeye meyilli olan insanların oluşturduğu kuyruğu seçer ve sinsiliğinizi kanıtlamış olursunuz.

Organizasyon Adamları

Minibüslerde sıkça göze çarpan bir organizasyon adamından monologlar: - Kaptan müsait bi yerde dur inecek var - Ağır ol kaptan - Tamam devam et - Beyler şöyle biraz ilerleyin de bize de yer kalsın - Genç, kalk da bayana yer ver - Bayan sen de amcanın valizine göz kulak oluver nası olsa oturuyosun - Bir milyon üzeri almayan var mı? - Kaptan bu para üstünü yanlış vermişsin - Kaptan bu saatte yol çok tıkalıdır. İstersen Buderus'un ordan gidelim.

Atari Salonları

Nerdeyse herkesin çocukluk yıllarında bikaç kez de olsa uğradığı bir mekandı. Özellikle tecrübesiz olanlar şöyle bi etrafa bakar ve sonunda Street Fighter'ı denemeye karar verirdi.Başarılı olamayacağını düşünerek umutsuzca jetonu attıktan bir süre soora 3. adama gelir ve "Vay be fena oynamıyomuşum" diye düşünmeye başlanırdı.Taa ki uyku saatleri dışında tüm yaşamını atari salonunda geçiren zayıf ve kavruk bi genç yaklaşıp "Geçiymmi abi!" diyene kadar.Bu sözden sonra iki seçenek oluşurdu.Ya çocuğa izin verirdiniz, o da bölümdeki adamı geçip oyuna devam etmenize izin verirdi ya da (herkesin seçtii seçenek) bu teklifi kabul etmezdiniz.Bu durumda çocuğa sadece atari salonu kanunlarına uymadığınız için sizi cezalandırmak kalırdı. O da bi jeton atarak karşınıza girer, Ryu ya da Ken'i seçer ve sizi kısa sürede saf dışı bırakarak oyununuzun içine ederdi.Bu duruma ne kadar hırslansanız da karşısına girip ona haddini bildiremeyeceiniz için yapabileceiniz tek şey bildiğiniz tüm küfürleri saydırmak olurdu.(İçinizden tabi.Bir de gerçek hayatta çocuktan dayak yemek hoş olmasa gerek...)

Fizyolojik Durum Yorumlayıcıları

- Aaaa bak leylek geçiyo! - Eee? - Çabuk eline para al! - Neden? - Sonra çok paralar kazanırsın. - Madeni elli binlik olur mu, yoksa banknot mu almam lazım? - Oooo sen sorana kadar kaçırdın leyleği. Senle uğraşırken ben de para alamadım elime. Hah işte benim kısmetimi de kapadın. - Ulan Allah senin belanı versin be!!!

Kapı Zili

Bizim apartmanda bir dairenin zili siyah bir aslan kafası şeklinde ve ağzını açmış haşince dişlerini gösteriyor ve düğme de ağzının içinde. Ama en önemlisi gözlerinin kırmızı bir şekilde parlaması. Apartmanın ışıkları söndüğünde orada sadece size bakan bir çift göz kalıyor. Çocukluk yıllarımda o zilden her zaman ürkmüşümdür ve ışıklar söndüğünde o dairenin olduğu kattan koşarak geçmişimdir. Şimdi bu zili her görüşümde anılarım canlanır ve yüzümde hafif bir tebessüm oluşur.

Pazar Günü Stresi

Cuma ve cumartesi günleri çok keyiflidir. Kimse sana karışmaz; istediğin saatte yatar-kalkar, istediğin şeyi yaparsın. Ama pazar oldu mu baban evdedir. Salonda oturup gazete okusa da her an seni takip ettiğini hissedersin. Eğer diğer iki günde yaptığın şeyleri yapmaya kalkarsan: "Oğlum bu aralar seni hiç beğenmiyorum. Dersleri iyice boşladın. Talebe adamsın biraz da derslerle ilgilen. Bu gidişle bana bilgisayarı da yasaklatacaksın..." sözlerini duymamak imkansızdır.

Gazete

Sınıfta gazete okumak apayrı bir çiledir. Bir yandan kendi takımlarının spor sayfalarını görmek isteyen futbol aşıklarıyla uğraşırken, diğer bir yandan gazetenin arka sayfasındaki kadın resmini görmek için sabırsızlanan sınıf abazalarıyla savaşmak gerekir. Sonunda bir de bakarsın gazetenin parçaları sınıfın dört bir yanına dağılmış. Peki nerde kaldı bizim gazete okuma zevki?

Gazete

Bir de Bulvar, Tan gibi uyduruk gazetelerin en arka sayfaya koydukları çıplak kadın resimli haberler vardır. Bu haberlerde önemli olan kadın resmi değil altında yazılı olan haberdir. Örneğin siyah iç çamaşırları giymiş çıplak bir hatun resminin altında; "Zavallı ....... kocasının ölümüyle kahroldu ve onun yasını tutmak için siyahlara büründü.(siyah iç çamaşırı) Şu anda acısını unutturacak başka bir erkek arıyor..." gibi yazılar yazar ve bu haberleri yazan gazetecilerin yaratıcılıklarına hayran kalmama neden olur.

Ödev

Kısıtlı zamanda telaş içinde birinden ödev çekmeye çalışırsın fakat ödevi yapan şahıs öyle acayip bir yazı stiline sahiptir ki hiçbir şey anlayamaz ve sürekli "Ya şurda ne yazıyo?" gibi sorular sorarak daha fazla zaman kaybedersin. Aslında böyle abuk bir şekilde yazdığı için o şahsa küfürler yağdırmak istesen de bunu yapmazsın, yapamazsın. Çünkü işin ucunda ödev kaynağını kaybetmek vardır.

Ders Dinleme

Saatin kaç olduğunu merak ederim ama daha dersin ortalarında olduğumuz için moralim bozulmasın diye kendimi bakmamaya zorlarım. Ama iradem yenik düşer, yine de bakarım işte ve tahmin ettiğim gibi moralim bozulur.

Ders Dinleme

Ders esnasında kesilen elektrik 10-15 saniyeliğine ışıkların kapalı kalmasına ve bu süre içinde öğrencilerin ışığın hiç gelmemesi gibi boş ümitlere kapılmasına neden olur. Ama ışıklar elbette ki açılacaktır. Çünkü öğrencilere yapılan işkencenin kesintiye uğramaması için icat edilmiş olan jeneratör devreye girer. Sınıfta hayal kırıklığının göstergesi olan "Aaaa" sesleri yükselir ve jeneratörü icat ederken böyle şeytani amaçlar için kullanılacağını bilmeyen bilim adamına küfürler saydırılır.

El Öpme

Eve gelir ve kapıyı açarsınız. Karşılaştığınız manzara pek de yabancı değildir. Annenizin akraba ve arkadaşlarından oluşan bir misafir topluluğu salonunuzu işgal etmiştir. Hiç istemeseniz de bu grup tarafından fark edilir ve içeridekilere sırayla "hoşgeldiniz" demek, gerekiyorsa öpmek zorunda kalırsınız. Başlangıçta bir-iki tanıdık akrabanızı rahatlıkla öpersiniz, fakat sıra tanımadığınız 30 - 60 yaş arası kadınlara geldiğinde beyninizde kısa süreli çalkantılar oluşur. 3 saniye içerisinde aklınızda "Acaba öpsem mi yoksa öpecek kadar yakın bir tanıdık değil mi? Sadece elini sıkmakla yetinsem ayıp mı olur? Acaba bu kadın eli öpülecek kadar yaşlı mı?..." gibi binbir türlü soru canlanır. Ama bu soruların cevabını bulmaya vakit bulamadan ve ne yaptığınızın bile tam olarak farkında olmadan öpme işlemini tamamlarsınız. Halbuki bu stresi yaşamaktansa toplumsal baskılardan sıyrılıp içerideki tüm kadınları dudağından öpseniz; hem annenizin rutin misafirlik törenini bir bayram ortamına dönüştürür, hem de 50 yaşını aşmış kadınların "Hala çekiciyim" gibi düşüncelerle boş ama onları sevindiren ümitlere kapılmalarını sağlamış olursunuz.

El Öpme

Yaşlı olarak nitelendirebileceğimiz bir amca ya da teyzenin elini öpmeye yeltendiğimiz sırada "Aman evladım biz daha eli öpülecek kadar yaşlanmadık." gibi bir tepkiyle karşılaşırız. Halbuki daha bu sözleri söylerken kullandığı "evladım" kelimesiyle eli öpülme mertebesine ulaştığı apaçık ortadadır. Burada bu amca ya da teyzenin yapması gereken; "Evet belki yaşım 60 ama kendimi hala 18'imdeymiş gibi hissediyorum " gibi saçma ve yapmaçık düşüncelerden sıyrılıp, çevresindeki insanların saygı ve hürmet hislerini odakladıkları tonton bir amca (ya da teyze) olarak karşımıza çıkması ve elinin öpülmesini hoşnutlukla karşılayıp üzerine bir de "Berhudar ol evladım" ı yapıştırmasıdır.

Sağ-sol Anlaşmazlığı

Kaldırımda kendi halinizde belirli bir noktaya doğru yol katederken tam karşınızdan size doğru gelen birinin farkına varırsınız. Onun da sizi kısa bir süre içinde fark etmesi kaçınılmazdır. Yolunuza devam etme amacı güderek sola doğru hafif bir dönüş yaparsınız. Ne yazık ki yararsızdır çünkü karşınızdaki de aynı anda aynı yöne doğru kaykılır. Buna karşılık siz sağa doğru bir hamle yaparsınız ki bu da yersizdir. Çünkü karşınızdaki kasten mi yoksa tesadüf eseri mi olduğunu bilemediğiniz bir şekilde aynı anda aynı yöne davranır. Bunun sonucunda durmak zorunda kalır ve karşınızdakine yol verirsiniz; fakat tarih tekerrür eder ve o da size yol vermek için durur. Nihayet aranızda bir anlaşma zemini oluşturulur ve farklı yönlere saparak yolunuza devam edersiniz. Halbuki tüm bu stresli saniyeleri yaşamaktansa bu anlaşmazlık töreninin yaşanacağını ilk hissettiğiniz anda karşınızdakini "Eeeh, şöyle bir yana çekil bakayım eşşek sıpası" nidalarıyla yana savursanız, hiç zaman kaybı yaşamadan alnınız açık bir şekilde yolunuza devam edebilirsiniz.

Sağ-sol Anlaşmazlığı

Aynı durum dudaktan olmayan öpüşmelerde de sıkça yaşanır ve komik enstantanelerin yaşamımızı renklendirmesini sağlar. Önce sağ yanaktan öpeyim diye hamle yapılır fakat karşıdaki de aynı yöne davranır. Bu durum ya bir kaç sağ-sol hamlesi sonunda çözülür ya da 40-50 yaşlarında iki bıyıklı adamın dudaktan öpüşmeye ramak kalmasıyla son bulur.

Zuxxi'ye Yazı Yazma

Yolda yürürken gözünüze birşey takılıyor. Sonra düşünüyorsunuz. Ulan bu tam zuxxi'ye yazılacak bişey. Eve gidince de unutmadan yazayım. Siteye giriyorsunuz. Şevkle yazıya başlayacağınız anda bir de bakıyorsunuz ki aynı şeyi sizden önce biri yazmış bile. Tüh! Neyse diyor ve başka bir yazı yazıyorsunuz. Aradan geçen bir iki günün ardından tekrar siteye girdiğinizde ümitle yazınızın çıkıp çıkmadığına bakıyorsunuz. Ve size iki türlü tepki verme olanağı doğuyor. Birincisi: Aha işte çıkmış! He he he... İkincisi: Ulan niye çıkmamış yaa baya da güzeldi ama.... Her iki tepki sonrasında da başka şeyler yazma isteği artıyor ve etrafınıza bakındıktan sonra: Hmmm aaa kalem. Tabi ya!

Zuxxi'ye Yazı Yazma

Bilrkişi olmanın zor yanlarından biri de yazmayı düşündüğünüz bir yazıyla başkası tarafından yazılıp sizden onay bekler haldeyken karşılaşmanızdır. Yazı kötü olup onaylamasanız bile artık konu hırsızı durumuna düşmemek için güzelim yazınızı yazamazsınız.

Ahmet Vardar Soruyor

Bir dönem moda olan "psikopat program sunucusu" kategorisine giriyordu. Aynı tüküren Fato veya Canavar Uzmanı Saadettin Teksoy gibi

Sadettin Teksoy

Yayınlayacak sansasyonel bir konu bulamadığı zamanlar; ya cam bardak yiyen adam ya da mayo giyip kar banyosu yapan şaşkın insanları haber yapardı.

Sadettin Teksoy

Romanya'da daha yeni doğmuş bebekleri büyüdüklerinde güçlü olsunlar diye havaya atıp tutan bir kadın hakkında söylediği söz beni kahkahalar içerisine sürüklemişti: "Sevgili seyirciler, şimdi bu acımasız, bu vicdansız, bu duygusuz kadına öyle bir Osmanlı tokadı patlatırdım ki bir daha doğrulamazdı. Ama ne yazık ki burası Türkiye değil Romanya.

Sadettin Teksoy

Bir keresinde kafasına koyduğu taşı balyozla kırdıran bir manyağı çıkarmıştı programına. Adam yere yattı, kafasına taşı koydu, balyozlu bir adam geldi, yerdeki adam "Hazırım" dedi ve hem o hem de balyozlu adam "Aaaaaa!" diye bağırmaya başladı. Tam darbe inecekti ki Saadettin Teksoy tüm karizmatik ve otoriter kişliğiyle elini uzattı ve "Durun!" dedi. "Önce reklamlar."

Çay İçme

Çay içme ve çay kültürü Türk insanının yaşantısında çok büyük bir yere sahiptir. Bu nedenle her Türk çay konusunda eksper olduğunu düşünür ve gelen çay hakkında; "Maşşallah tavşan kanı gibi", "Ya demi biraz az olmuş galiba" veya "Bunun içine kokulu çay da mı attın?" gibi yorumlar yapar. Ayrıca bu kültür Türk Dili'ni hiçe sayan sözler de türetmiştir. ("Dökiym mi abi"... gibi) Bu sayede çay bardağı da hayatımızda karşılaştığımız en önemli malzemelerden biri olma başarısını göstermiştir. Bu konuda büyüklerin verdiği klasikleşmiş öğütler bile oluşmuştur. ("Çayı koymadan önce bardağa kaşığı koy yoksa bardak çatlar.") Hatta bir misafirlik ortamında herkesin aynı anda çayını karıştırmasıyla oluşan senfonik tını Türk Müziği'nin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Çay İçme

İş yerlerindeki çaycıların üzeri çay bardaklarıyla dolu olan tepsileri çevik bir hareketle 360 derece döndürmeleri ve hiçbir çayın dökülmemesi çocukluk yıllarımda hayranlıkla izlediğim ve denemek için can attığım bir manzaraydı. Hatta aynı şeyi içine su doldurduğum bir kovayla yapmış ve görevimi başarıyla tamamlamıştım.

Çay İçme

Çay koyarken süzgeç kullanılmadığında bardağın alt kısmında biriken küçük çay parçacıkları son yuduma geldiğinizde size bir hayli zor anlar yaşatır.
  • Amélie - Le Fabuleux destin d'Amélie Poulain

    Bir Amélie Hanım bin Lara Croft'a bedel

    Öncelikle bol atraksyon ve şatafatlı Amerikan filmlerinin tekelinde olan sinema sektörünün böyle başarılı, seyrederken ve seyrettikten sonra insanı hayran bırakan, Amerikan yapımı olmayan filmlere ihtiyacı olduğunu söylmek istiyorum. İşte belki de bu konuda en önemli ülke olan Fransa'nın bağrından kopup gelmiş ve bu başarıyı gerçekten de yakalamış olan Amélie filmini kesinlikle izlemenizi öneriyorum. En azından farklı birşeyler görmüş olursunuz. Filmi şahane kılan bir çok etken var tabi ki; harikalar yaratmış olan yönetmen Jean-Pierre Jeunet, muhteşem bir oyunculuk sergileyen ve geleceğin yıldızları arasına gireceğine kesin gözüyle baktığım Audrey Tautou (Amélie Hanım), efektler, senaryo... Sonuç olarak sinemayla az-çok ilgilenen bir insanın beğenmemesine imkan olmadığını düşündüğüm bir film. Not: Özellikle filmin başında karakterilerin sevip sevmedikleri şeyler anlatılırken zuxxi'nin geyiks bölümündeki ayrıntıları hatırlamış olmam sadece bana mahsus bir durum mu merak ediyorum doğrusu. Bilmem dikkat ettiniz mi...
    Puan: 10
  • Hayvan - The Animal

    Hayvan!

    Bu filme girmemek istedim, arkadaşlarıma başka bir filme gidelim dedim ama ısrar ettiler. Sonunda mecbur kaldım ve "Hadi girelim de utanın" gibi bir tepki verdim. Haklı da çıktığımın inancındayım. Yorumunu yapmaya değecek bir film değil aslında "Hayvan". Tam anlamıyla başarısız, basit,kalite fakiri ve verdiğiniz parayı boşa harcamanıza neden olan bir film. İğrenç kelimesi düşüncelerimi özetlemeye yeter. Ne olursa olsun güzel yanlarını söylemek de gerekli tabi ki. Mesela filmin özünde bir mizah anlayışı var çünkü filmi yapanlar bile ne kadar başarısız olduklarını anlamış ve filmin adını seyircilere ithaf etmiş yani "Vizyonda bir sürü film varken bu kadar rezil bir filme girdiniz sizi gidi hayvanlar." demek istiyorlar. Bunun dışında muhteşemliğin sınırlarını zorlayan başrol oyuncumuz Rob Schneider'in ağzını büzüştürerek at veya köpek taklidi yapması ona en iyi oyncu Oscar'ı kazandıracak nitelikte. Son olarak gerçekten de filmin tek güzel yanı arkadaşımın da yaptığı gibi bileti satın alırken orada oturan bezgin kadınla aranızda geçen - 5 öğrenci - Hangi film? - (Kadının gözlerinin içine bakarak) Hayvan! diyaloğudur. Ayrıca filmde oynayan güzel bir hanım var ama filmin daha başında kör olduğum için kendisine fazla dikkat edemedim. Neyse ki kısa süren bir film. Özetle; Hayvan izlediğim en başarısız filmler listesinde üst sıralarda yer alan bir film olarak mazideki yerini aldı.
    Puan: 1
  • Yüzüklerin Efendisi Yüzük Kardeşliği - The Lord of the Rings - The Fellowship of the Ring

    J.R.R. Tolkien ve The Lord Of The Rings

    Bir Tolkien fanatiği olarak yaklaşık iki senedir beklediğim bir filmdi The Fellowship Of The Ring. Bu iki sene boyunca filmle ilgili haberleri olabildiğince yakından takip ettim. Açıkçası filmin başladığı ana kadar zihnimde büyük bir şüphe ve endişe hakimdi. Önceden yazılmış ünlü bir kitabı sinemaya aktarmanın ne kadar zor olduğu bilinen birşeydir. Fakat Yüzüklerin Efendisi gibi tamamen bambaşka bir dünyda geçen ve okurken siz istemeseniz de hayal gücünüzün tam kapasiteyle çalışmasını sağlayan bir kitabın sinemaya aktarılması çok ama çok zor bir iş. Bu nedenle yönetmen Peter Jackson gerçekten de çok zor ve stresli bir konuma geliyor. Kitabı okuduktan sonra filmi izleyen insanların kendi zihinlerinde yarattıkları karakterlerin Peter Jackson'un yarattığı karakterlerle uyuşması gerekiyor. Bu nedenle yönetmenin kim olduğunu öğrendiğimde gerçekten de sevinmiştim çünkü Peter Jackson tam bir Tolkien ve FRP sevdalısı ve böyle bir insanın çekeceği filmin de kitaba sağdık kalmaması düşünülemez. Eğer Jackson yerine filmi Spielberg gibi ünlü bir yönetmen yönetseydi kendi görüş açısını katma çabasına girip Tolkien'in görüş açısından uzaklaşmış bir film yaratacak, bu da bir faciaya yol açacaktı. Kafamdaki kuşkularla birlikte sinema salonuna girdiğimde gerçekten de çok heyecanlıydım çünkü hayatım boyunca en çok görmek istediğim film buydu. Ama bir yandan da endişeliydim çünkü bu bir Hollywood filmiydi ve kitabı okumuş insanları düşünmeden daha ilgi çekmeye ve para kazanmaya yönelik bir film olabilirdi. Tüm bu düşünceler kafamda dolaşırken ışıklar kapandı ve film başladı. Giriş sahnesinden itibaren kendimi kaybederek filmi izledim. Arasıra kendime gelip ağzımın açık olduğunu bile farkediyordum. Devre arasında baya bir terlediğimi hissettim. 2 senelik bekleyişim boşa gitmemişti. Bir kelime bile etmeden filmin tekrar başlamasını bekledim. Ve ikinci yarının da ilkinden farksız geçmiş olması beni şaşırtmadı. Film bittiğinde gerçekten de çok mutluydum ve filmi tekrar izlemenin planlarını yapmaya başlamıştım bile. Öncelikle kitabı okumamış kişilerin okuyanların alacağı zevkin yüzde birini bile alamayacağını düşünüyorum. Çünkü Peter Jackson öyle güzel mekanlar, öyle bir Gandalf, öyle bir Aragorn, öyle bir Legolas yaratmış ki kitabı okumuş kişiler izlerken mest oluyor adeta. FOTR en pahalı film olmasının tamamen hakkını veriyor. İnanlımaz görsel efektler, muhteşem makyaj ve kostümler, eşsiz atmosfer, büyüleyici mekanlar izleyicilerin ağzının suyunu akıtmaya yetiyor. Bunun yanında oyuncuların sergilediği inanılmaz performans da görülmeye değer. Özellikle Sir Ian McKellen'ı izlerken onun gerçekten de Gandalf olduğunu düşünmemek elde değil. Sanırım Gandalf bu kadar iyi canlandırılamazdı. Filmde en az iyi karakterler kadar kötüler de önemli bir yere sahip. Merakla beklediğim orc ve goblinlerin makyaj ve kostümleri çok başarılı. Frodo'nun peşini bırakmayan dokuz nazgul (kara şövalyeler) ve bindikleri atlar gerçekten de ürkütücü. Sonlarda karşımıza çıkan mağara trolü ile heyecanla beklediğim ve fragmanda da kasıtlı olarak gösterilmeyen Balrog ise tam bir ihtişam timsali. Belki de kitabı okumuş insanların en çok merak ettiği karakter olan Gollum'sa ilk kitapta olduğu üzre çok az karşımıza çıkıyor. Sanırım Peter Jackson'ın ikinci filmdeki en büyük silahlarından biri Gollum. Yine de Gollum'un "My Precioussss" sözlerini duymak bile yeterli. Filmin eksiklerini söylememek mümkün değil tabi ki ama bu eksikler genellikle kitabı okuyan kişilerin farkedeceği şeyler. Örneğin kitapta önemli bir yere sahip olan Tom Bombadil filmde bulunmuyor. Buna karşılık Liv Tyler'ın canlandırdığı ve kitapta çok az bahsedilen Arwen karakteri filmde çok ön plana çıkarılmış hatta oyuncuların adlarını gördüğünüzde filmdeki rolü daha az olmasına rağmen Liv Tyler'ın adı en üst sıralarda. (ünlü bir sima olmanın sağladığı avantaj) Bunun dışında filmde birçok kısaltılmış kısım olduğu da göze batıyor. (Özellikle Galadriel'in bulunduğu sahneler) Fakat bu eksikleri hoş görmek gerekli çünkü sonuç olarak bu bir film ve bu kadar kısaltmaya rağmen yaklaşık iki buçuk saat sürüyor. Eğer kitabın aynısı filme aktarılsaydı sanırım beş-altı saat sürebilirdi. Özetlemek gerekirse filmi her türlü konuda muhteşem buldum. Hayatımda izlediğim en iyi film olduğunu söylemem neler düşündüğümü özetlemeye yeter sanırım. Sizlere tavsiyem eğer gerçekten de filmden zevk almak istiyorsanız, gitmeden önce ilk kitabı okuyun. Nasıl olsa daha uzun süre gösterimde kalacağa benziyor. Sanırım bir dahaki aralık ayına kadarki zamanı ilk filmi izleyerek geçireceğiz. Ve bu bekleyiş 2003 yılında gösterime girecek üçüncü filmle son bulacak. Böylece ben de yönetmen Peter Jackson'ın en büyük hayali olan üç filmin DVD ya da VCD'sini alıp yaklaşık yedi-sekiz saat boyunca aralıksız izleme olanağı bulacağım. Kendi iyiliğiniz için kitabı okuyun ve bu filme gidin...
    Puan: 10