COK GUZEL COK
İzlemeyen okumasin
İzleyiciden dikkat, sabır ve analiz talep eden Stanley Kubrick (SK) amcamızdan beklenecek kadar zeki, bir o kadar da insanın kanına girmeye aday bir film. Ama baştan demek gerek ki filmi izlerken yer yer bir fili becermeye çalışan bir fare gibi hissediyor insan kendisini - yer yer monoton ve yeterince zevkli değil izlenimi veriyor insana - ama NK’in dediği gibi insan ‘kafasını kullanınca’ daha zevkli hale geliyor. Biraz avanslıyım çünkü bir hafta arayla iki kez izledim. İlk izleyişimde en favori 50 filmimin arasına girmişti, ikinci izleyişte ilk 10’un kapısını zorlamaya basladı. Diyalogları, görüntülerin analizini iyi yapın.
Önce kayda değer noktaları sıralamak istiyorum bayanlar ve baylar. İkinci izleyişten sonra Nicole Kidman’ın (daha az ekranda görünmesiyle bağlantılı olarak belki) kocasından daha iyi bir oyunculuk çıkardığı kanaatine vardım. Filmin neredeyse hepsi İngıltere’deki Borehamwood stüdyolarında çekilmiş (izleyicinin Manhattan sokakları olarak kabullendiği sokaklar, apartman daireleri, vs. aslında İngiltere’de – niçin mi? çünkü en mükemmeliyetçi yönetmen olarak bilinen amcamız yıllardır uçma korkusundan dolayı uçağa binmiyor, yanılmıyorsam 2001’i çektiğinden beri vatanı olan ABD’ye uğramamış – ama önemli olan, Stanley amcamızın bu ve diğer birçok takıntısına rağmen Warner Bros’un onun emrine 65 milyon dolar armade etmesi.) Diğer kayda değer bir nokta SK’in kullandığı müzik –ilk başta evlilik ve ‘günlük’ hayatı harikulade bir tragedya etiketiyle tasvir eden Shostakovich’in ‘Jazz Suite’i (izleyiciye ilginç gelse de Nicole ablamızın kalçaları, onun yaşadığı günlük hayatın bir parçası onlar), Chris Isaak’in ‘Baby Did A Bad Bad Thing’ parçası ve tam anlamıyla hayran kaldığım Jocelyn Pook’un film müzikleri (maskeli ayindeki o sanki ateist hava, o kemanın inceliği, tüyleri diken diken etmesi, sonra melodinin bir iki oktav (yoksa başka bir şey miydi onun adı?) yukarıya çıktığında yaşanan o doğasal ‘açılma’, ‘çiçek açma’, o ‘sunuş’ ortamı, kızların o ayağa kalktıklarında, gerildiklerinde o ‘yeniden doğuş’ hissi; ve daha sonra da orgy sahnelerindeki o rüyamsı hava - protoplazmama kadar irkildim, ba-yıl-dım). Kullanılan renkler nefis, mekanlar ilginç. Tom abimizin karakteri okul arkadaşı Nick Nightingale’in piyano çaldığı bara girdiğinde gözünüz ekranın sol tarafında olsun, bazı arkadaşlar orada genççe bir hanımla oturan gözlüklü ve sakallı amcanın Stanley amca olduğunu söylüyorlar; gerçi ben tamamen benzetemedim ama eğer doğruysa sinema tarihinin belki en ‘cin’ ve özel hayatı en gizli yönetmeninin hareket eden ender görüntülerinden birini bulmuş olacağız. Bir de minik hata var sanırım: baştaki partide Ziegler’in (Sydney Pollack) tuvaletindeki durum düzeldiğinde kamera geri geri gitmeye başladığında (Sidney Pollack Tom Cruise ile ilerlerken) sol tarafa bakanlar duş kabininin koşesindeki parlak kaplamada filmin çalışanlarından birinin aksini görecekler (SK bile bile böyle bir yanlış yapacak bir yönetmen değildi, siz ne dersiniz? - SK bu film üzerindeki çalışmasını bitirdikten bir hafta sonra aramızdan ayrıldı.)
Şimdi gelelim konuya: Tom abimizin karakteri, sevgili eşiyle bir akşam ‘benim itirafım seninkinden büyük’ oyunu oynarken eşinden beklemediği bir itiraf duyar; bundan sonra afallayan Tom abimiz gözünü açmak istemeye başlar ve yasak meyveye, hedonizme, fanteziye açmak ister gözünü ve bundan sonra gelişen her olay bir sonrakini etkiler. İnsanlığını bir kademe ilerisine ulaşmak icin insanlığını duyumsamaya, kendi kendisini sorgulamaya ve kendi kendisiyle hesaplaşmaya başlar.
(HENÜZ İZLEMEMİŞ OLANLAR BUNDAN SONRASINI OKUMASIN BENCE)
Başlığa gelelim: Eyes Wide Shut ne demek yahu – bu laftaki mantık kanımca şöyle: Eyes Wide Shut diye bir laf yok; Eyes Shut (1) var, gözler kapalı demek yani düşünmeden, sorgulamadan, hissetmeden, görmeden, kafayı kuma sokarak odun gibi yaşamak (Tom Cruıse’un yolculuğun başındaki hali) ; bir de Eyes Wide Open (2) var ki gözler tamamen açık demek ve filmde Sidney Pollack’in karakteri Ziegler ve maskeli ayin-balo’dakilerin seçimi. Yani hedonizm, insanın ‘alma’, ‘sahip olma’, ‘tüketme’ içgüdüsü ne kadar kabarırsa kabarsın o içgüdülerini sonuna kadar beslemeyi seçenler. Eyes Wide Shut ise aradaki denge; yani bilmek, görmek, ama işin bokunu fazla çıkarmadan doyumsuzluğa düşmemek. Dr. Harford’un (Tom abimiz) filmin sonunda geldiği zihinsel nokta bu bence. Filmin senaryosu Arthur Schnitzler isimli bir yazarın ‘Traumnovelle’ (rüya romanı) adlı romanından uyarlanmış. İzleyenlerden coğunun hemfikir olduğu bu ‘yahu şu ruya mıydı yoksa’ havası ve kitabının adı biraz fazla literer ele alınıyor bence. Evet, Nicole Kidman’ın kocasının gördüklerine benzer bir güzergahtan ruyasında geçmiş olabilir; ancak Arthur Schnitzler bu romanı Viyana’da 1920’lerde yazdığında Freud’un çalışmaları şimdi olduğundan çok daha taze olmuş olabilir.
Filmin ana teması kimilerine göre seks, kimilerine göre ölüm korkusu (?), ama kanımca (fikrim sonra değişebilir) film üç katmanda izleniyor. Birinci katmanda seks, ikinci katmanda seksüalite (cinsellik), üçüncü katmanda ise kişisel değer yargısı sistemi var başlıca. Kubrick’in filmlerinin genel teması hep beklenmediği gibi giden planlardır, hepsinin arasından en pozitif mesajlı filmi olabilir EWS. Ama bunu daha derin analiz etmek gerek. Alışılmış Kubrick kara mizahı bu filmde de var: Orgy sahnelerınden hemen sonra esrarengiz gaco Tom abinin karakterini bir köşeye çektiğinde çalan parça ‘Strangers in the Night’, Tom abinin keltoş amca tarafından takip edilirken satın aldığı gazetenin başlığı ‘Lucky To Be Alive’ vs. Sonda ‘aşırı doz’dan ölen gacoyla baştaki tuvalette aşırı doz’layan kız aynı mı hala tam belli değil Ziegler öyle olduğunu söylüyor gibi ama arada minik bir kelime oyunu var sanki; eğer yoksa yine de baştaki kızın ve partideki gaconun göğüs uçları ve gözleri farklı. Şunu da unutmamalı ki bu detayları inceliyoruz ama aktrislerden herhangi biri Kubrick’in dillere destan manyaklıklarına (filmci bir arkadaşım Kubrick’le calışan kameramandan bir sahneyi Tom Cruise’a 100’den fazla kez tekrarlattığını duymuş) dayanamamış ve kapıyı carpıp çıkmış olabilir. Ondan sonra mantık aranır mı tabii kızlar farklı diye? Gerçi Kubrick böyle birşey olduğunda yeni gelecek aktrisle baştan çeker bütün sahneleri ama neyse.
Konuya biraz daha eğilmek istiyorum, bazı arkadaşlar SK’in orgy sahnesini seksi ve cekici kılmak yerine daha olağandışı göstererek bunun yanlışlığını vurguladığını söylüyorlar. Evet orgy sahnesi bile bile cekici olmak üzere tasarlanmamış, cünkü bu olgu ekstrem bir notkada sevgili arkadaşlar. Burada yanlışlık veya doğruluk vurgulamak yok. Ruyamsı bir hava var ama önemli olan orada yapılan bir miktar egzibisyonizm (göstericilik) varsa ondan çok daha büyük bir miktarda voyörizm (seyircilik) var. Eğer SK’in ‘yasak meyve yemek yanlıştır’ türü bir mesajı olsaydı aynı absürdite Tom Cruise fahişenin evine girdiğinde de yaşanırdı, ertesi gün aynı evde fahişe’nin arkadaşının göğüslerini okşamaya başladığında da. Kanımca, Tom Cruise Nicole Kidman ile yeraldığı sevişme sahnelerinde bile fahişenin arkadaşıyla olduğu sahnedeki doğallık yok. Ayin sahnesinde Dr. Harford’a yukarıdaki asma kattan bakıp selam veren adam baştaki partide Nicole Kidman’la danseden kazanova Szavost mu? Yoksa Ziegler mı? Selam veren adamın yanındaki kadının doktorun karısı Alice olabileceği düşüncesi beni ilk izleyişimde eğlendirmişti ama öyle değil.
Filmin had saffada ilginc olan sahnesi şüphesiz Dr. Harford Ziegler’ın evinden kendi evine döndüğünde kendi yastığının üzerindeki maskeyi gördüğü sahne. Alice film boyunca kocasının çıktığı yolculuklar dışında ‘cin gibi’. Kocası daha babysitter’ın adını bilmiyor ama Alice çok şeyin farkında. Alice çaktırmadan icinde olduğu torbadan maskeyi bulup kocasından açıklama mı bekledi, yoksa kocası bile bile mi sakladı maskeyi de karısı onu sonra mı buldu? (Harford’un kostüm dükkanındayken maskeyi nasıl kaybettiğini geçiştirmesi pek inandırıcı gelmedi bana.) Bu film tam anlamıyla ‘ye beni’ diyor; SK mıymıntılığından uğraşmamıs 1,5 yılı aşkın bir süre bu filmle, film sizden sorgu bekliyor, kendi kendinizi sorgulamanızı bekliyor, siz siz olun bu filme hakettiği saygıyı verin. Yaptığı filmlerde hep ‘yahu düşünün bir kez, insanoğlu kendi çapında bir yerlere ulaşmış olabilir, ama siz şımarmayın ve farkedin ki, evolüsyon bir yerde büyük bir hata yaptı, insanoğlu içerisinde yaşadığı sistemi geliştirdi ama kendi gelişiminde aynı ivmeyi yakalayamadı ve tam anlamıyla ‘gelişebilmesi’ için yine o tek hücreli canlı seviyesine geri dönmesi gerekiyor, hayatınızın anlamsızlığının sarkazmını anlayın’ mesajı veren Stanley Kubrick, kariyerine nokta koymak için ancak bu kadar derin bir proje seçebilirdi. İyi ki dünyamıza uğradın Sayın Kubrick, her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan.
NASIL YAZI AMA
Puan: 10