Maç başlamadan önce yapılan hazırlıklar da en az maç kadar ilgi çekicidir, biraz ondan bahsetmek niyetindeyim.
Herşey topla kendi aralarında oynayıp birbirine çalım atmaya çalışan bikaç velede, karizmatik bi abinin tok sesiyle seslenmesiyle başlar: "Tutun lan topu, maç yapçaz". Veletlerin bazıları pek sallamazlar onu ve fütürsuzca devam ederler oyunlarına, bunun üzerine organizatör abi bizzat gidip topu alır ve koltuk altına sağlamca yerleştirir. Herkesi de etrafına topladıktan sonra takım kadrolarını oluşturma işlemine geçilebilir. Rakip takımı oluşturması için futbolu taktir gören yaşça büyük birini görevlendirir. Her ikisi de teker teker ordaki çocuklardan birini kendi takımına seçecektir. Fakat ilk kimin seçeceği tartışma konusu olacağından çoğumuzun aşina olduğu "Aldım verdim ben seni yenmeye geldim" metodu ile bu problem kolaylıkla giderilebilir.
İki takım lideri birbirlerinden 8-10 metre uzaklaşıp sırayla (her kelimeye bi adım denk gelecek şekilde) birbirlerine doğru hareket eder. Fakat burdaki adımlar öle bildiğimiz yürüme adımı deildir. Öndeki ayağın topuğu arkadakinin burun kısmına gelecek şekildedir. Buna tam adım ismi verilir. Çocuklar birbirine doğru yaklaşıp mesafe kısaldıkça yarım ve çeyrek adımlar dediğimiz adım şekilleri devreye girer. İşte burası tamamıyla çocuğun becerisine ve tecrübesine kalmış ustalık gerektiren kısımdır. Bu adımları öylesine büyük bi dikkatle harmanlamalıdır ki sonuçta karşı takım liderinin ayağının üstüne lap diye indirmelidir son adımı. Yarım adımda iki ayak 90 derecelik açı yapacak şekilde, çeyrekte ise bir ayağın burnunun diğerininkine dokundurulması ile (break dansta var buna benzer bi figür, anlatamıyom şimdi çok zor) oluşturulur.
Neyse, sonuçta çocuklardan birisi ilk seçme hakkını kazanır. Tabiki seçim hakkını mahallenin en süratli, yetenekli forvet oyuncusunu seçerek kullanır. Bu şekilde yetenek sırasına göre çocuklar birer birer takım kadrolarına dahil olur. Seçilenler, seçilmiş olmanın verdiği gurur ve sevinç ile diğer takım arkadaşlarıyla kaynaşıp kendi aralarında şebeklik yaparlar arkada. En sona mahallenin pısırık, yeteneksiz ve yaşça küçük veletleri kalır seçilmeyen. Bunların "beni de al, beni de al" dercesine mel mel bakışları yürek parçalayıcıdır. Yeteneksizliklerinin bu kadar açıkça yüzlerine vurulması bana çok gaddarca gelmiştir.
Takımlar tamam ve bikaç eksik dışında muhteşem bir maç için herşey hazır. Bu eksiklerden en büyüğü kalelerdir. Bunun için bir adam görevlendirilir ve sahanın büyüklüğüne göre, birbirinden 4 ila 7 adım uzaklıkta iki taş kümesi ayarlayarak iki kaleyi de oluşturur. Kalelerin aynı büyüklükte olması için ikisinin de bu kişi tarafından oluşturulması çok büyük önem taşır. Genelde kalelerin çok büyük olduğu gibi bir itiraz gelir ve takım liderleri aralarında bir mutabakata vararak ideal ölçülere getirirler. Kaleler oluştuktan sonra oyunda tatbik edilecek kurallar birisi tarafında yüksek sesle deklare edilir: "5'te devre 10'da biter, hem kaleci hem oyuncu yok, elden gol olmaz, arabanın altı taç, 3 korner bi penaltı... vs. vs." Herhangi biri çoğunluk tarafından uygun bulunmaz ise, genel istek doğrultusunda ortak bir karara varılır. Takımlar kendi içinde, yerleşim düzeni, kalecinin kim olacağı veya kaleci rotasyonunun ne şekilde sağlanacağı gibi konuları da çözüme kavuşturunca hiç bir eksik kalmaz.
Böylesine kusursuz bir maç ortamı hazırlandıktan sonra herkesin sabırsızlıkla beklediği süper maç başlayabilir.