zuxxi.com//sinema|geyiks

Gatita

  • Dövüş Kulübü - Fight Club

    Başlık bulamadım

    Yav, nasıl anlatsam, neresinden başlasam bilmem ki... Kocaman film; halk ("a" yumuşak söyleniyo) da bi dolu şeyler yazmış (evet, buraya kadar olanların hepsini okudum!!!). Tutup da kolayca sıyrılabildiğimiz bi film diil demek ki... Bu biiir!!! Yani adam beğenmese bile beğenmediğini ifade etmek gereği hissediyo; önemsemeyip “aman, ne yazıcam şimdi bu filme; boşver!” demiyo pek… Gerçi tabii ki yazanların çoğu beğenenlerden… ossun! Ne diyoduk?? Film önemliymiş; eğer hala görülmediyse –çüş yani!- mutlaka gidilip görülecekmiş. Beğenmemek de bir fikir tabii –zaten insan, yanında olmayı seçtikleri kadar karşısında olmayı seçtikleriyle de tanımlamaz mı kendini?-; ama beğenmemek için bile önce gidip görmek gerekiyor. Benim kendi fikrime gelince; buraya kadarki üslubumdan da anlaşıldığı üzere, ben filmi çok beğendim. Birçok kişinin bahsettiği “etkisinden kurtulamama, dünyası değişme” durumunu yaşadığım bile söylenebilir. Ancak beğenmeyenlerin olmasını da anlıyorum. Ben bu filmde anlatılana benzer bir yabancılaşmayı daha önce kendi kendime de yaşamıştım –ki görülen o ki yalnız da değilmişim-; vaktiyle bunun üzerine oldukça kafa yormuştum. Bu yüzden film bana çok fazla yeni şey söylememekle birlikte, inatla kamufle edip unuttuğumu sandığım şeyleri yüzüme acımadan vurmasıyla beni çok etkiledi. Zaten film de bunun üzerine diil mi? Adını bilmediğiz –Jack’in hangi karın ağrısıysa!- kahramanımızın, içinde yıllardır –üstelik sistemin bizzat kendisi tarafından- beslenen anarşist tarafının, hayatının en çekilmez anında su yüzüne çıkmasından bahsedilmiyor mu uzun uzun? Adam yıllarca sisteme uyum sağlamak için çalışır, didinir… ve sonra birdenbire kendi kendine bunun ne kadar manasız olduğunu kanıtlayacağı tutar. Bu U dönüşünün sebebi nedir? Kesin emin olmamakla birlikte… sanırım Marla Singer adlı dişi kahraman. Hatun kişi gelir, dibe vurmak için gösterdiği sebatla kahramanımızı sıkıca bi tökezletir ve onun, hep olmak istediği insanı kafasında yaratmasına sebep olur: İyi sevişen, iyi dövüşen, yakışıklı, zeki ve özgür –her genç kızın rüyası- Tyler Durdon. Kahramanımız ve Tyler uzunca bir süre “beraberce” yaşarlar… Ta ki Tyler’ın uyumsuzluğu kontrol edilemez noktaya gelinceye kadar. Tyler kahramanımızı tamamen yönetmeye başlayıp da sorunlar büyüdükçe, kahramanımız Tyler’ı hayatından çıkarmak için insanüstü çaba sarfeder; kendiyle savaşır. Sonuç: Düzenin zaferi. Acı ama gerçek. Açıkçası filmin sonunun bende hayal kırıklığı yarattığını belirtmeliyim. Kahramanımız kendi içinde muhteşem bir ruhsal aşama yaşamış oluyor. Kendi içindeki anarşistle tanışıyor, onun kendisini ezmesini izliyor, sonra düzen yanlısı tarafına sarılıp onu yok ediyor. Eeee? Seyircinin bu işten kazancı nedir peki? “Her insanın içinde bastırılmış bir anarşist vardır.” mı? Belki biraz daha fazlası: “Bunu bilip, bununla yüzleşip, birlikte yaşamayı öğrenmek gerekir.” Yani… dediğim gibi, düzen kazanır. Yine de iyi film işte. Bu kadar sıkı bir düzen eleştirisinin ardından bir çözüm önerisi bekliyor izleyici ve ne yazık ki bulamıyor. Sistemin karşıtları olarak sunulan –ve bilhassa sistemle beslenen- “Kargaşa Projesi” de bir süre sonra uyuşturucu bağımlılığı gibi, tarikatlar gibi saplantılı bir hal alıyor –en azından biz düzen insanları bunu böyle görüyoruz-. Yani Matrix gibi iyiler ve kötülerin net olarak ayrıldığı epik bir film değil Fight Club. Tek –ve küçümsenmeyecek- ortak noktaları sistem eleştirisi yapmaları. Ancak Fight Club hiçbir şeye umut bağlamamasıyla çok daha gerçekçi bir tablo çiziyor bence (!). Bana kalırsa, filmin dövüşe çağrı olma ihtimali ise gerçekten çok küçük. Eminim, dünyanın bir yerlerinde filmlere veya şarkılara takılıp şiddete yönelenler vardır; ancak bunlar malzemelerini kendi geçmişlerinden alan, “münferit”, zaten hastalıklı olaylar. Aksine, film şiddete götürmüyor; şiddetten geliyor. Yani toplumda zaten olan bir şey perdeye aktarılmış. Sanat eserlerinin dönemlerini yansıttıkları ve sanatçıların dönemlerinin ürünü olduğu unutulmamalı. Bu kadar ukalalıktan sonra… Filmin sinematografik niteliğiyle ilgili söylenebilecek çok şey yok tabii… Oyuncular zaten müthiş; sta Fincher aklına geleni sakınmadan koymuş filme. İyi de olmuş. Bu sezonun en iyilerinden.
    Puan: 10
  • Salkım Hanım'ın Taneleri - Salkım Hanım'ın Taneleri

    ...

    Üzerinde fazlaca konuşulan bir film oldu Salkım Hanım’ın taneleri; bu saatten sonra niye bi de ben kendimi laf yetiştirmeye kasıyorum bilemem… Ukalalıktan olsa gerek… Neyse… Ne diyorduk? Salkım Hanım… ve taneleri… Bu filmin en güzel yanı yapılmış olması sanırım. Yani birçok arkadaşın da yukarıda belirttiği gibi, özeleştiriye açık olabilmek sevindirici. Ayrıca çeşitli film hataları olmasına rağmen genel olarak başarılı bir şekilde çekilmiş olduğu söylenebilir. Zaten sinema sanatında yeni akımlar yaratmak endişesini taşıyan bir film değil; hal böyleyken bahsetmek istediği konuyla ilgili birçok şeyi söylemeyi zorlanmadan başarmış. Tarih zaten kendisini oldukça iyi anlatıyor. Ancak filmin beni tatmin etmeyen bazı yönleri de oldu. Örneğin, -herkeslerin söylediği gibi- Varlık Vergisi ayıbı’nın yanlızca Ermeniler’e uygulanmış olarak gözükmesi. Bilen biliyor ki bu vergi tüm gayrımüslim azınlıkları ilgilendiren bir vergidir. En az Türkler kadar Anadolulu olan Ermeniler’in günümüze kadar süren ayrımcılıktan en çok nasibini alan gayrımüslim azınlık olduğu açıktır; ancak tarihten bahsederken bunu mümkün olduğunca tarihle uyum içinde yapmak gerekir kanaatindeyim. Ve bi de şu Hülya Avşar meselesi… Aslında çoğunuzun onu bu filmde başarılı bulmuş olması şaşırttı beni. Ben bilhassa yetersiz kaldığını düşündüm film boyunca. Bilmem ki, yanılmışımdır belki… Önyargı filan…
    Puan: 6
  • Ekim Düşü - October Sky

    Sevimli Amerikan öyküsü

    Üzerinde çok şey söylenmesi gerekmeyen bir film. İzlerken oyalıyor, duygulandırıyor. “E, bi filmden daha ne istersin ki zaten?” diyebilirsiniz. Belki de… Ama bildik hırs-başarı korelasyonu üzerine kurulmuş bir öykü işte… American Dream. Yine de gidip görün diğer iyi filmlerin hepsini gördüyseniz. Kesinlikle sıkılmazsınız. Rahat izlenen -ve sevindiren- bir film.
    Puan: 6
  • Belalı Aşk - Mickey Blue Eyes

    Eh işte...

    Sıradan bir romantik komedi. Yani beklendiği gibi, güldürüyor. Bundan başka pek bir olayı yok. Hani tek derdiniz eğlenmekse gidin tabii; ama eğer “vaktim değerli” diyorsanız seçeceğiniz daha iyi şeyler olmalı. Hugh Grant’ın şirin, çırpınan aşık tiplemesi artık eskidi.
    Puan: 5
  • Pi - Pi

    Yahudi olmanın muhteşem gururu?

    Yaw, ben de baya bi beğenmiştim filmi; ama bu kadar düşük bi bütçeyle yapıldığını öğrenince hayranlığım daha da bi arttı. Gullette abim iyi oynamış bence; ya da başarılı bi film olmuş, inandırdı baya bi beni.. .Gerçi konuya yabancılaştığım ve mantığıma geri dönme tereddütleri yaşadığım anlar da oldu; ama etkilenip çıktım filmden. Fakat nedense ben sinir oluyom böyle Fayt Klap gibi sonunda düzene ve normalliğe (her ne demekse!?) teslim olan filmlere… İlla şart mı adamın, yaşamın gerçekten şimdi olduğu gibi olması gerektiğine ikna olması?! Bilemem, belki… Siyah-beyaz olayı ayrı bi “renk” katmış… Film sırasında düşündüm de, adam 216 rakamlı bi sayıyla evreni tanrısal bi basitliğe indirgemekten bahsederken, renkler olsaydı işin içinde, şu “altın oran” işi sakil dururdu birasçık. Yani siyah-beyaz bi dünyayı tek bir sayıyla formüle etmek daha olası geliyor insana tüm renkleri teker teker kaale almaktansa… Ayrıca müzikler de pek bi yakışmış, tek düzeliği –veya “mutlak düzen”i mi demeli?- hat safhaya çıkarmış. Çekimler de güzeldi, klip gibiydi biraz; ama sorun yok: Adamın psikozu da klip gibiydi zaten. Sadece… herkeslerin ifade etmiş olduğu gibi, konu biraz daha derinlemesine işlenebilirdi daha ikna edici olsun diye. Yine de güsel… Hem de çok güsel… Gidinis, görünüs…
    Puan: 9
  • Buena Vista Social Club - Buena Vista Social Club

    Bi Küba'yı göremedik bea!!

    Çelişkiler dünyası: Adamların bu derece saf kalmasının, her şeye rağmen “Fakiriz; ama mutluyuz.” diyebilmesinin yegane sebebi kapitalist dünyadan izole yaşayabilmiş olmak… Gel gör ki, New York’a gittiklerinde “Çok güzel burası!” diyorlar: “Hayat bu!…” Karısını ve çocuklarını da getirecek ilk fırsatta… Geçenlerde gastede okudum; kazandıkları tüm parayı Küba’da muhteşem stüdyolar kurmaya harcayacaklarmış. Herkesin bedava faydalanıp istediği gibi çalışabileceği ücretsiz stüdyolar… Nası bi iş bu ya?! Herkesin kapitalist olduğu bi dünyada nası olur da komünist kalırsın ve böyle mutlu olursun?.. Nası olur da kapitalizmin şenliğini gördükten sonra bile komünizme yatırım yapmaya devam edersin??.. Aklım almadı, hayran oldum! Bi gidin görün Küba’yı… Dönüşte anlatın, biz de anlayalım kerametini…
    Puan: 7
  • Güneşe Yolculuk - Güneşe Yolculuk

    Gidile, görüle...

    Filmin samimiyetinin eksik olduğuna ben de katılıyorum. Yani, en azından ben kendimi kaptıramadım izlerken; anlatılan olayların benzerlerinin Türkiye’de gerçekten yaşandığını bilmeme rağmen inandırıcı bulmadım. Oyunculuktan kaynaklanan bir sorun olabilir, diyalogların yüzeyselliğinden olabilir… Ama vardı işte bi sorun! İşin ideoljik kısmına gelince… Bunlar yaşanan şeyler; inkar etmek bu gerçeği değiştirmiyor pek ne yazık ki. Duvarlardaki çarpıları çok abartılı bulmuş bir arkadaşım. Kendisi Türkiye’nin neresinden bilmiyorum; ama en azından İstanbul’un muhtelif semtlerinde bunları görmek pekala mümkün. Göz açıp bakmak meselesi. Ayrıca… “Taraflı” olmakla suçlamayın filmi lütfen; tarafsız olan bir şey yok çünkü hayatta… Onları “taraflı” bulmak bile başka bir tarflılığın sonucu. Sonuç olarak, ben gidelim görelim derim. Bi fikir olsun en azından zihnimizde…
    Puan: 6
  • İnsanlık - L' Humanité

    Sinamaya güzel vücutlar görmeye gitmeyenlere...

    Tek yönlü gelmiş eleştiriler hep bu filmle ilgili; oysa eleştirisini yazmaya üşenip puan vermekle yetinenler iyi bulmuşlar belli ki: Ortalaması fena diil çünküm… İşe bak ki, buraya yazan arkadaşlara rağmen ben de filmi başarılı buldum. Hem de tam onların beğenmediği yönden başarılı: İlla güzel popolar göstermesi gerekmiyor bence sinemanın –ve sanatın, genel anlamda-. Estetik kaygısını hepimiz iyi kötü taşıyoruz hayat içinde, doğru. Ama estetik diil işte her şey. Bilhassa “gerçek” estetik olmaktan uzak çoğu zaman. Herkesin göbeği sarkıyor sevişirken veya hepimiz aslında çirkin komşu kızlarına aşık oluyoruz. Hayat vasatı aşmıyor genelde; çoğumuz türlü kusurlarımızın gerçekliğini örtmeye çalışarak günlerimizi geçiriyoruz. Film bu gerçeklikleri kabul etmesiyle bana çok samimi geldi açıkçası: Küçük bir kasaba, sakin geçen hayatlar –öyle ya, bir cinayet bile çok heyecan yaratmıyor kimsede!-, yarı moron bir polis, komşunun çirkin kızı, kızın kendinden kısa boylu sevgilisi, homoseksüellikle “arkadaşlık” arasında gidip gelen libidinal ilişkiler ve cinsel organ… Gerçek bu diil de nedir ki başka? Hayat hep empoze edilen romantik kültürün sahnelerinden mi oluşur? Ben sevdim, illa güzel popo istemek gibi bir derdi olmayanlar gitsin…
    Puan: 7
  • Charlie'nin Melekleri - Charlie's Angels

    Kola & Patlamış mısır

    Eğlencelik... Tam bir kola ve patlamış mısır filmi... Ancak hat safhada saçma! Görülmese de olur... Görülse de olur... Öyle işte.
    Puan: 4
  • Dar Alanda Kısa Paslaşmalar - Dar Alanda Kısa Paslaşmalar

    ...

    Bence pek bir hoş, rahat, keyifle izlenen iyi bi film olmuş. Rafet el Roman'dan ve onun evlendiği kızdan -adını bilmiyom- oyuncu olarak pek memnun kalmadığımı belirtmeliyim; ama ve lakin şirin bi yapım. "Bizden" bi şey yani...
    Puan: 7
  • Hücre - The Cell

    Lopez ablam....

    Yaw, kurgu tipik bi Amerikan filmi kurgusunun ötesine geçememiş; ama ve lakin "sinematografik" olaraktan -hani var ya öyle bi laf- pek bi leziz olmuş. Ben sevdim; gidin görün. Hemşehrim Lopez abla da beni iyice şaşırtıyor artıkın. Ben kızı piyasa insanı, "medya maymunu" sandıydım; hatun önce U-Turn'de sonra da bu filmde oynamakla azıcık seçici davranabildiini de gösterdi. Ne diyim; helal olsun!... Yine de erotik bi sesle konuşma huyundan vazgeçmeyişi komik tabii... Ama yine de gidile, görüle...
    Puan: 7
  • Senli Benli - Hurlyburly

    Varolmanın dayanılmaz anlamsızlığı üzerine...

    Ben sevdim! Bi süre insan kafayı çiziyo "yaw, neden bahsediyo bu film?!?" diye... Sonunda net olarak anlaşıldığı üzere, film varolmanın dayanılmaz anlamsızlığı üzerine. Ontolojik sıkıntıları olanlara inatla öneririm. Oyuncular iyi, kurgu iyi/sade... E, iyi yani!
    Puan: 7
  • Bilinmeyen Kod - Code inconnu

    Bahtımız kara hep beraber...

    Film iyi olmasına iyi de... Yani sinematografik olarak cidden leziz de... Feci demoralize ediyo insanı yaw!! Yani bi umutusuzluklar ve mutsuzluklar mı var hayatta? Biliyorum; hayat boktan. Ölümüne boktan hem de!.. Farklı hayatları görebilsek daha da çok mutsuzluk görücez... Ama iyi şeyler de oluyo ya!.. Seyrek de olsa oluyo... Bunları yok sayıp bi film yaparsan, ben de çıkışta köprüden atıveririm kendimi! Hafta içi gidin madem... Hafta sonu aptal Holywood filmlerine gidersiniz; neşeniz kaçmaz...
    Puan: 7
  • Kapışma - Snatch

    Yanarım; kül olur erir Pitterim artıkın yaw....

    Film güseeel... Çekimler çok şık. Her bi enteresanlık kıvamında kullanılmış. Baştaki jenerik bilem pek hoş olmuş. Konusu azcık karışık gibi: Kimin eli kimin cebinde pek anlaşılmayabiliyo -ya da ben hödüğüm!-; ama bunun filmi izlerkenki keyfinize kaybettireceği bi şey yok. Yazın tekrar oynarsa bi daha bilem giderim. Zaten Pitt leziz; bi milyon defa daha izlenir... Tam ağzıma layık!.. Her filmde daha da leziz oluyor; nereye varcak bu abazalığın sonu bilemiyorum...
    Puan: 8
  • Üstteki Kadın - Woman on Top

    Ya, aslında keyifle izleniyo... ama...

    Biraz manasız bi film olmuş. Hoş sahneler var; dooru. Ablam Penelope de pek güsel... Ama kurtarmıyo. Bi şeyler sakil durmuş. Bi kerem, Amerikan fonu üzerinde egzotik Brezilya deseni iyi durmamış sanki... Sonracıma... İngilizce oluşu da inandırıcılığını yitirmesine yol açıyo... Yani iki Brezilyalı sevgili niye kendi aralarında Portekizce yerine İngilizce konuşuyolar diye bi düşünüyo insan... Sevimli; ama görülmese de olur özetle.
    Puan: 4
  • Zor Baba - Meet the Parents

    Niye dublaj ya?!?!?

    Bu filmi dublajlı olarak izledim. Bütün sinemalarda böyle mi bilmiyom; ama diilse, lütfen dublajsız bi versiyon bulup ona gidiverin. Dublaj sinir bozucu olmuş çünkü... Her neyse... Film güldürüyo; ama o kadar. Robert de Niro iyi oynamış elbet; bu filme fazla bile gelmiş hatta. Ama yine de filmi "iyi" yapamamış tek başına. Yapçak başka işiniz yoksa ve azıcık eğlenmek istiyorsanız gidin.
    Puan: 5
  • Balalayka - Balalayka

    Güselmiş....

    Bu kadar beklemiyodum; güselmiş meer. Güsel çekimler yapmışlar filan... Ama insan yine de bazı şeyleri görüp "olm, biz bu işi hala öğrenemedik!" diyo... Mesela gece çekimlerinde projektörlerin gölgesi çok üzücü bi biçimde düşmüş sahnenin üzerine... Lakin bunun dışında güzel, sevimli... Sonracıma -beni ilgilendirmez ya- bütün hatunlar güzel... Gidin görün. Destek verin sinemamıza. Ama ve lakin pişman olmayacaksınız zamanınızı ve paranızı verdiğinize.... derim ben...
    Puan: 6
  • Filler ve Çimen - Filler ve Çimen

    İbret alına...

    İbret alına: Biz çimeniz; filler oynaşırken eziliriz; biline!... Fena diil; ama bana yeni bi şey vermedi bu film. İzlerken de çok keyif almadım. Balıklar filan sakil durmuş. yani olmuş da, eklektik durmuş. Neyse,tarz meselesi elbet... Derim ki, 10 bölümlük televizyon dizisi olsa daha yedire yedire, hakkıyla işlenirdi konular. Yine de gidin görün. Fikir yapın birasçık daha ülkem gerçekleri hakkında...
    Puan: 6
  • Hemşo - Hemşo

    Gereksiz film

    Okan gereksiz yere yüzünü eskitiyor (bayılırım bu lafa!); Memedali her zamanki gibi kıvırıyor; Demet de podyumda yürümekten başka bi şey yapmaması gerektiğini bi daha kanıtlıyor. Görün; kötü filmlere dair de bi fikriniz olsun.
    Puan: 4