zuxxi.com//sinema|geyiks

????

Hikaye Bunlar

Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Geçen hafta artık basımı yapılmadığı için sahaflarda aramak zorunda olduğum bir kitap için (Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, Saatleri Ayarlama Enstitüsü) Taksim'deydim. Çiçek Pasajı'ndaki bir çok sahafı tek tek gezdim eli ayağı düzgün, kitaptan anlayan bir tip bulup sorabilmek için, zira Türkiye'de alaksız işleri alakasız kişilerin yaptığını biliyorum. Gözüme kestirdiğim 30 - 35 yaşları arasındaki erkek tezgahtara; "Saatleri Ayarlama Enstitüsü isimli bir kitap arıyorum" dedim. Tezgahtar da kendinden gayet emin bir tavırla; "Bizde saatlerle ilgili kitap bulunmaz" dedi. Ben de sakince bu kitabın saatlerle ilgili bir kitap olmadığını, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın bir romanı olduğunu belirttim. Israrcı ve bir o kadar da yardımsever tezgahtar; "Bizde Ahmet Hamdi Tanpınar'ın saatlerle ilgili yazdığı kitaplar da bulunmaz" diyerek beni ikinci kez dumura uğrattı. O günden beri kendime gelemediğim için kitabı bulamadım. Bulan arkadaşlar lütfen bildirsin.

Hikaye Bunlar

Öğreten Adam ve Kan Bağı Olmayan Oğulları

Mekan: Karaköy Vapur İskelesi Tarih: 16 Nisan 1999 Saat: 11:30 A.M. Hikaye: Kadıköy'den gelen vapur Karaköy'e yanaşır, yolcularını boşaltır. Önde 8 - 10 yaşlarında iki tane çocuk, hemen arkalarında çocuklarla hiç bir bağlantısı olmayan 35 - 40 yaşlarında, öğretici eleman yürümektedir. Çocuklar vapurun kıç tarafına geldiklerinde suya bakarak takılmaya başlarlar. Öğretici elemanımız takılmayı hissederek atlar ve der ki: "İşte Çocuklar ... Bunlar da bervane ... Bunlar dönüyo ... Gemi gidiyo" Arka taraf yarılır, kasıklara ağrı girer.

Hikaye Bunlar

Vileda Sapı

Körüklü otobüs. Onlara bindiğim zaman ortasında durmak bana büyük bir zevk verir ve yine ortasındayım. Şöför direksiyonu çeviriyor ve bende ters istikamette dönüyorum. Karşıda bir adam oturuyor, kucağında yeni aldığı Vileda Temizlik Seti. Önünde kovası, içinde de paspası, paspasın uzun sapı yukarıya doğru uzuyor. Kendini top model sanan bir bayan karizmatik hareketlerle ileriden yavaş yavaş geliyor, içinden; "Bu otobüsün en güzeli benim" diyor ve bir de ne göreyim: Adamın tuttuğu paspas sapını otobüsün tutma yeri zannedip kavramasın mı! Temizlik seti sahibi dahil herkes kıza bakıyor ve kahkahalar patlıyor. Cindy Crawford'ın karizma sıfıra iniyor, seviniyorum.

Hikaye Bunlar

Patates

Birgün okulda, öğle arasında kantine gidip aç olan karnımı doyurmak için patates kızartması almaya karar verdim ve kantinci abiye "Aabiiee pattes ne kadar" dedim. Hazırcevap kantinci iki elini kulakları hizasında açarak, "bu kadar" dedi. Ben ve çevredeki gençlik yarılmakla kalmayıp, acaip mutlu olduk.

Hikaye Bunlar

Yaşlı Teyze

Bostancı minübüslerinden biri. Minübüs bir durakta daha duruyor ve yaşlı sayılabilecek bir teyze, çok şeker bir teyze, minübüse biniyor. Kapısı elle kapatılan minübüsün kapısını kapatıyor ama kapı kapanmıyor. Şöför, "Teyzecim biraz daha hızlı çek" diyor. Teyze tekrar yükleniyor kapıya, yine kapanmıyor. "Teyze biraz daha kuvvetli. Şöyle iyice çek." diyo şöför. Kadın hızlıca çekiyo, yine kapanmıyo kapı. Sonra şöför, "Teyze. Kuvvetli kuvvetli... Şöyle kolundan tut kapının, iyice bi çek." diyo. Kadın kapıyı bir kere daha şöyle kuvvetlice çekiyor... Kapının camı kırılıyor. Yaşlı teyze minübüs şöförüne dönüyor ve "Kusura bakmayın. Çok özür dilerim. Çok utandım." filan diyor. Şöför abimse, "Ne özürü be!! Zittin kapıyı da pencereyi de, otur yerine." diyor. Tabi minübüste herkes dumura uğruyor.

Hikaye Bunlar

Ayıp ama ya...

Bir gün otobüse bindik gidiyoruz. Bir sonraki durakta yaşlıca bir kadınla kızı durakta otobüsü bekliyo ama otobüs tıklım tıklım. Biz durağa yanaşır yanaşmaz teyzem, yaşlı kadınların binememe korkusunun verdiği heyecanla otobüsün kapısına doğru atılıyor ve biniyor. Kızı saf, ve hatta geri. Geride kalıyor doğal olarak. Ön kapıdan artık kimse binemeyince arka kapı açılıyor ve geriliğin verdiği heyecanla arka kapıdan binen zavallı kıza annesi şöyle bağırıyor: - Kızım ben önden verdim. Sakın sen arkadan vermiyesin.

Hikaye Bunlar

Sivil Kolluk Kuvvetleri

Herkesin çocukluk anılarında iğrenç bir yeri olan bayram ziyaretleri esnasında yaşandı bunlar. Ben gayet hanım hanımcık oturup, "nasılsınız, saolun iyiyim siz nasılsınız, nasıl olalım her zaman ki gibi işte" muhabbetleriyle boğulurken, birden konu her nasılsa hırsızlardan açılıyor ve karşımdaki şişman azmanı kadın ağzından salyalar akıtarak şu hikayeyi anlatıyor: Geçenlerde benim kızın evine girdi hırsız, herşeylerini (bu bölümde yarısından fazlası atmasyon bissürü eşya sayıldı) almış götürmüş mahfoldular valla. Eve giren hizmetçi yaptı kesin. Zaten belliydi o kızın uğursuz müsibet birşey olduğu, ben hemen anlamıştım. Neyse efendim kızı yakalattık kendi çabalarımızla malesef polis pek yardımcı olmadı, ama gelin görünki kız bir türlü itiraf etmiyo. Etse gitçez polise teslim edicez. Etmedi, işkence falan da yaptırdık ama ağzından laf alamadık biz de eşyalarımızın çalındığıyla kaldık. O daha, "Memleketin çivisi çıktı valla. Temizlikçiye de mi güvenemiycez" şeklinde devam ederken ben dumurdan dumura koşarak işkenceyi kime yaptırdıklarını, memlekette ısmarlama işkence yapıp yapmayanların olup olmadığını ve bu işin belki de mafyaya havale edilmiş olduğunu düşünerek zavallı kızın haline acıyordum. Bir daha da asla bayram ziyaretlerine katılmadım.

Hikaye Bunlar

Müsait Bir Yerde...

Olayımız Sarıyer Taksim minibüslerinde geçmekte... Kravatlı, düzgün giyimli bir adam inmek için ayağa kalkar: - Şoför bey. Mükemmel bir yerde inebilir miyim? (Herkes kopar) Minibüs sağa yanaşır. Şoför: - Tabi buyrun. Size layık değil ama... (Bu sefer daha beter)

Hikaye Bunlar

Al Götür

Rumeli - Hisarüstü otobüsüyle Taksim'e doğru gidiyoruz. Adamın biri Beşiktaş dolaylarında gayet aceleci bir tavırla "Kaptan orta kapıyı rica edebilir miyim?". Bizim şoför olaya hakim: "Tabi abi ayıp ettin. Al götür. Senden kıymetli mi?

Hikaye Bunlar

Manyak Arap

İki arap ev arkadaşım vardı, malum parasızlıktan onlara dayandım maddi anlamda. Sayelerinde arapçayı da söktüm, gak guk eder hale geldim. Neyse. Bunların bi arkadaşları geldi eve misafirliğe, ben varım evde. Adam chat pat İngilizce biliyo; e arap ne kadar konuşabilir ki İngilizce'yi. Adama nerede oturduğunu sordum. Verdiği cevap: There is a BAKKAL stand left BAKKAL go straight AHEAD. Alla-hüssamed lem YELİD, ve-lem YULED velem yekullehu kufuven AHEAD..! Dumur oldum, AMİN dedim konuşmadık. (Üç dil bir insan edemiyo demekki diye düşündüm, dil örenme merakım da kayboldu gitti abi.)

Hikaye Bunlar

Hakiki geri zekalıymış

Ankara'da belediye otobüsünde gidiyoruz. Otobüs kalabalık ve şoför heralde geç kalmış, bayaa hızlı gidiyo, duraklarda falan da fazla beklemiyo. Bi durakta yaşlı bi kadın inecek. Kadın inmeden şoför kapıyı kapatıyo. Kadın şoföre "Geri zekalı adam" diye bağırıyo. Şöför amcam da; "Kendi diyen kendi olurmuş bi kere" diyo. Evet gerçekten bunu diyo...

Hikaye Bunlar

Taraflar Hazır İse Başlayalım

Çalıştığım gazeteden, bir haberi izlemek için görevlendirilmiştim. Haber, uzayla kafayı bozan bir Türk yazarın NASA'yı mahkemeye vermesi olayıydı. Çünkü Türk yazar, (bundan sonra adı Fatih Çatallar olarak anılacaktır) "Arkadaş ben bir kitap yazdım. Benim orda bazı teorilerim var. Bu teorilerimi NASA çaldı. Kendi fikirleriymiş gibi dünya aleme duyurdu. Ben haksızlığa uğradım." demiş ve NASA'yı mahkemeye vermişti. Nihayet dava günü gelmiş, bizler de davayı izlemek üzere Kadıköy'deki mahkemeye gitmiştik. Mahkeme salonuna girdik. Mahkeme kapısında bekleyen mübaşir, kafasını hafif dışarı çıkarmış ve tarafları çağırmaya başlamıştı; Fatih Çatalaaaarr ... NASAAAAAAA... Ben mahkeme salonunda karnımı tutarak gülerken, (sahi insan gülerken niye karnını tutar?) hakimin beni dışarı kovmasıyla kalmıştım.

Hikaye Bunlar

Esselamün Aleyküm ve Rahmetullah...

Profesyonel bir fotoğrafçı olan, Alman bir arkadaşım, tatil için Türkiye'ye gelmişti. Bana Türklerin nasıl ayin yaptıklarını merak ettiğini ve ayinden fotoğraflar çekmek istediğini söyledi. Ben de, bir cuma günü Beyazıt Camii'ne gidebileceğini söyledim ve fotoğrafları çekerken, insanların burnunun dibine girmemesi için de özellikle ricada bulundum. Micheal bu ricam karşısında endişelendi ve "niye kızarlar mı?" diye sordu. Ne de olsa bir ayin olduğunu, fotoğraflarının çekilmesinden hoşlanmayabileceklerini ama burunlarının dibinde de olmadığı sürece, kızacaklarını sanmadığımı söyledim. Micheal, makinelerini yüklendi ve bir cuma namazının fotoğraflarını görüntülemek için Beyazıt Cami'ne gitti. Döndüğünde Micheal acayip bir korkuyla neler olduğunun anlattı; "Makinelerimi onlardan biraz uzak bir yere kurdum. Işık ayarlarını yapıyordum. Tam o sırada yüzlerce insan kafasını bana doğru çevirdi. N'apıcamı şaşırdım, makinelerimi topladığım gibi kaçtım. Fena halde dayak yiyecektim." O korkmuş halde bunları anlatırken, ben gülmekten bir "S" harfi oluşturmuştum. O kafa çevirmelerinin ibadetin şekli olduğunu söylediğimde Micheal benden beter haldeydi.

Hikaye Bunlar

Justice For All Shoes

Binlerce kişinin atlayıp zıpladığı Metallica konseri saha içi ortamında, konser bittikten sonra yanımıza yaklaşan, keçiye benzeyen bi arkadaş bize şöyle bir soru yöneltti: - Bakar mısınız ayakkabımın tekini gördünüz mü? Yaşadığımız bu dumuru torunlarımıza bile anlatmayı planlıyoruz. Biz ortamdan sıyrılırken çocuğu ciddi ciddi açık tribünde gezinirken gördük.

Hikaye Bunlar

Servis Şöförü

Servis şöförümüz iğrenç espriler yapan bi adamdı. Ona bi ceza vermeye karar verdik. Kayıt cihazını elimize alıp, yılışık aşk hikayelerini anlattırdık (Amcam evli!). Daha sonra kaseti evine postaladık. Amca iki gün bizi almaya gelemedi, sonradan öğrendik ki; karısı ve 17 yaşındaki oğlu bir olup dövmüşler adamı.

Hikaye Bunlar

İntikam

Yolda kazı çalışması yapılıyo. İş makinası ufak bi su birikintisine hızlıca dalınca, çıkan su ben dahil, orda mel mel yapılan işi izlemekte olan tüm ahaliyi ıslattı. Aramızda 5-6 yaşlarında bi ufaklık vardı. Biz tabi çil yavrusu gibi dağıldık etrafa. Ufaklığa gözüm takıldı; çocuk önce elinin tersi ile yüzünü sildi, sonra haşin bi bakış attı koca makineye, belinden çıkardığı su tapancasını acımasız gözlerle kareşısındaki koca makinaya dikti, hiç acımadan ateş etti... Fışk fışk!

Belediye Otobüsleri

Tekli koltuklarda oturuyorum ve iki üç kişi ayakta kalmış. İçimden; neyse ki gençler, diyorum. Ve otobüs hareket ediyor. Dua ediyorum. Her durduğumuz durakta strese giriyorum. Otobüsün girişinde beyaz saç görünce veya "Evladım" sesini duyunca terler akıyor sırtımdan. Çünkü oturan tek genç benim. Yaşlı geliyor ve yanımda duruyor. Orta yaşlıların pis ve nefret dolu bakışları arasında uyuma numarası, hasta numarası yapıyorum, göz göze gelmiyorum. İnsanların hep benim hakkımda , Ne yüzsüz genç, saygı diye bir şey kalmadı, diye konuştuklarını düşünüyorum. Yaşlılar bindikten bir iki durak sonra 'DURACAK' düğmesine basınca içimi bir sevinç kaplıyor, rahatlıyorum. Ama bazen 40 yaş civarı bayanlar yer veriyim diye başımda durunca ve sürekli bana bakıp, bazen de fiziki temas yapınca sadece yer vermemekle kalmıyorum, içimden küfür de ediyorum. Çünkü yaşlı tiriplerine giren bu kadınlara gıcık oluyorum. Yanımda veya önde oturan bir genç yer verdiğinde ona içimden teşekkür ediyorum, ve bazen de yan koltukta oturan gencin yer vereceğini gördüğümde çevremdekilerin sempatisini kazanmak için; Aaa, buraya oturun isterseniz, deyip, kalkıyormuş numarası yapıyorum. Yaşlı, Yok evladım sen otur, deyince de keyifle tekrar yerime kuruluyorum. Son durağa yaklaşınca sevinç ve rahatlık başlıyor, ve ben, asık suratlı orta yaş grubunun nefret dolu bakışları arasında huzurla ve vicdanen rahat olarak otobüsten iniyorum.

Belediye Otobüsleri

İ.E.T.T Otobüslerinde Pencere Açma Ayrıntısı ve Fobisi Allahım o ne korkudur öyle. En arkada güzel bir kız görür, binbir karizmayla arkaya doğru ilerlersin. Tam o sırada koltuğa rahatça kurulmuş olan yaşlı teyze sıcaktan bunalmıştır. Seni gözüne kestirir ve şöyle der: Yavrum çok sıcak oldu. Sana zahmet şu camı açar mısın? Başına geleceklerin farkında olduğun için teyzeye ölümcül bakışlar fırlatıp onu sindirmeye çalışırsın ama o yılmaz, bütün masumiyetiyle seni çaresiz bırakır. Ucundan, kıyısından, köşesinden tutarak camı açmaya çalışırsın, asla açılmaz. Kıçını yırtma ve otobüsün ortasında osurma pahasına asılırsın, ama ı-ıh, lanet cam açılmaz. Dönersin teyzeye, bütün nefretini kusarak, Sıkışmış teyze açılmıyo, dersin. O da sana; Peki yavrum açılmıyorsa önemli değil, der ama içinden; Amma da cılız oğlanmış, diye geçirmektedir. Sen karizma sarsılmış vaziyette kızın yanından geçerken kafanı bile kaldıramazsın. Gerizekalı teyze günün içine etmiştir.

Belediye Otobüsleri

Durakta bekleriz, otobüs gelir. Çok dolu diildir. Bineriz, kendimize oturacak bi yer ararız. Acaba burdaki tek kişilik yerlere mi otursak, yoksa ortadaki bissürü kişilik yerlere mi. Şu arkadaki iki kişilik yerler? Tek Kişilik Yerler İyidir. Yanımızda okuyacak bişiler varsa en baba yerler orasıdır. Dışarıyı seyredersin. Ama yaşlı birinin yanına gelip dikilmesi işten bile diildir. Sen kalkıp yer vercen ya, kalkmak da istemiyon, baba gibi yeri bulmuşun. Bazen şöyle oluyo: Ayaktaki diğer tiplerden biri senin oturmanı çekemiyo ve; Arkadaşım, bakar mısın! Bak teyze ayakta. Ona yerini verir misin? diyo. Allaaaa, sinir. Teyze de sana diil de ona, "Saol evladım" diyo ve sen yerin dibine geçiyosun. Eşşooleşşek. Bissürü Kişilik Yerler 4'er tane karşılıklı, yanyana oluyo bunnar. Ama rahat diil. Dışarıyı seyredemiyon. Ayakta duranlar yoksa karşıdaki oturanlarla gözgöze geliyon. Gelmemek için gökyüzüne felan bakıyon. Hep de havaya bakıcak diilsin ya, biraz da yere bakıyon. En iyisi yine okuycak bişiiler bulunması. Yanına şişko birisi gelip seni sıkıştırabilir. Ama bir kızın gelip yanına oturması da muhtemel. Eğer bu yerlerin uç taraftaki oturaklarına oturmazsan ikinci şans biraz daha artıyo. Tabi birinci de. Riski göze almayan kazanamaz. İki Kişilik Yerler Bunlar en baba yerler. Dışarıyı da seyredersin, okuycaanı da okursun. İç tarafa oturursan yerinden kalkma gibi bi olay da ortadan kalkar, yanına bi kız gelip oturabilir de. Bu kız gelmesi olayına çok taktım. Şimdi beklersin kız gelicek diye. Geliyolar, arkaya geçiyolar. Bu da geçti. Alala. Niye oturmuyolar ya? İlerden bi tip geliyo, gravatlı falan, yaklaştı, evet, aha! Yanıma oturdu. Gıcık.

Belediye Otobüsleri

İstanbul'umuzun çılgın otobüslerine binerken herkesin akbili gururla; di-nu-nu ... di-nu-nu ... di-nuu (1 ve 2 öğrenci; 3, tam) diye öter fakat bazı mazlumların akbili "Daaaat" diye Nicholas Cage'in bile karizmasını yok edecek bir ses çıkarır. Bunun üzerine şoku atlatamayan göt arkadaşımız durumu kurtarmak için "Aaa! Bu ne zaman bitti? Yeni doldurmuştum" gibi bi kaç kelime ile çırpınır. Faydasızdır, acırım.

Belediye Otobüsleri

Otobüs fazla kalabalık değil ama oturacak yer de yok. Soora biri kalkıyo, yeri boşalıyo, üç kişi zalak zalak birbirine bakıyo ve tek tek hepsi şunu düşünüyo: - Oturursam amma da meraklıymış oturmaya diicekler.

Belediye Otobüsleri

Okul çıkışı otobüs duraana giderken, uzaktan gördüün otobüsü yakalamak için koşarsan otobüs seninki değildir, koşmazsan seninkidir. Bu yüzden 20 dakka beklersin. Bir de, çıkışta eve değilde başka bir yere gidiyorsan normalde yirmi ila yirmi beş dakka beklediğin otobüsten 2-3 tane arka arkaya gelir, beklediğin gelmez.

Belediye Otobüsleri

Dolu bi otobüsle yanyana yürümek nası bişey acaba? Özellikle de otobüs dolu, yürüdüğüm kaldırım boşsa. Trafik sıkışık, otobüs yavaş gidiyo. Ben de kaldırımdayım. Kaldırımın bittiği yerde, koca dümdüz bi duvar. Oh, tam perdede, sahnedeyim yani. Şindi camın kenarındaki dışarı bakan insanlar, hareket eden bişeyi görüyolar, beni. Ne yani, duvara mı bakıcaklar? İlla da bişeye bakılması gerekiyosa, ordan geçen başka biri, hatta duvarda afiş filan da yoksa, bakılabilecek en iyi şey benim. Nefis. Hiç görmedikleri bi insan işte. Aaa montu var! Aaa walkman dinliyo! Bak bak, elini cebine soktu! Benim onlara bakmıyacağımı bilip rahat rahat beni izleyebilirler. Ben nası bakiyimki, onlar 100 kişi. Onların bi tür; "Grup içinde bakıyor olma" gibi bi hakları var. Hem ben niye bi otobüsün içine bakıyım ki? Yürürken doğal olan önüne bakmak. Ulan amma yavaş gidiyo ha! Vay be, ne acayip, koca otobüsle ciddi ciddi yanyana gidiyoz.

Dantel Örtüler

Bazı yörelerde, belki çok eskiden ama, kız tarafı oğlan tarafına hediye olarak dantel don götürürmüş. Düşünmesi bile korkunç. : )

Burun Karıştırma

Eğer kütle sert değil de yumuşak ve ıslaksa sorun vardır. Bunları çıkarmak da yok etmek de ilki kadar kolay olmaz. Zar zor elinizi rezil edip çıkarsanız bile bunu yuvarlayamazsınız. Bunlardan en iyi kurtulma yöntemi masa veya sandalye altına yapıştırmaktır. Bi de profilden bakıldığında burnunu karıştırıyomuş gibi görünüp aslında burnunun yanıyla oynayan adamlar vardır ki bunu niye yaparlar sormak gerekir.

Burun Karıştırma

Banyodan sonra burnunuzda karıştırılmayı bekleyen sümükler oluşur. Ancak bunlar yukarıdaki arkadaşın anlattığı cinstendir; yumuşak ve ıslak. O anda harekete geçersek pek tatmin olmayız, üstelik iğrenç oluruz. Bu yüzden bazı zevkleri ertelemeyi bilmeliyiz.

Burun Karıştırma

Trafik sıkışıklığı ile burun karıştırma doğru orantılı olarak artar.

Burun Karıştırma

Kalabalık ortamlarda, burnumuzda tatak olduğunu hissettiğimizde, onu masumane hareketlerle almaya çalışma girişimlerimiz vardır. Önce herkesin dikkatinin başka yerde bulunduğundan emin oluruz, sonra son derece seri bir şekilde işaret parmağımızı nokta hedefe yöneltir ve ilk darbeyi atarız. Ancak zaman kısa olduğu için detaylı çalışamamışızdır ve sümüğümüz sadece yerinden oynamıştır. Şimdi bir korku sarar içimizi: Allahım acaba ucu dışardan görünüyo mu? Kimse farketmeden baş parmağımızı ve işaret parmağımızı birleştirip, sanki burnumuzun ucunda bir tüy varmış da onu alıyormuşuz gibi yalandan bi hareketle durumu kolaçan ederiz. Ancak bu kontrolun sonucu ne olursa olsun yalnız kalana kadar operasyon bitmez, içimiz rahat etmez.

Sabah Ereksiyonu

Sabahları bi ses "Hadi evladım, kalk. Geç kalıcan" diye. O anda gözlerini açarsın annen başında. "Taam kalkıcam yaaa. Git taam geliyorum şimdi." dersin. Bunun sebebini bugüne kadar ebeveynlerimiz ve bizler hep "geç yatıyo tabi, kalkamıyo" diye biliriz, sigaraya bahane buluruz ama öle diil işte. Olay sabah ereksiyonundadır. Anneyi fark ettiğimizde üstümüzdeki yorgana iyice sarılarak, ereksiyon etkilerini kamufle etmeye çalışırız. "İn lan in" diye yırtınırken mutfaktan gelen "Hadisene oğlum, bak geç kalıcan kahvaltı hazır" sesleri de deli eder adamı. Tamam gelicez işte, insin şu gelicem ya! Halden de anlamazlar ki. Hep çagırırlar. E öyle ereksiyon doruktayken ailenin karşısına "Günaydııınn" diye de çıkılmaz ki. Gözler aynı yere kitlenmiş, "Oy oy oy gün hakikaten aydınmış senin için" demezler mi? Derler ya.

Sabah Ereksiyonu

Ayrıca sabah ereksiyonunda işemek harbi maharet ister. Normal şartlarda alete hükmedebilmene rağmen, sabahları suyuna gideceen; yoksa tuvaleti haşat edersin. Ben elimle yön vermektense, belimle yön vermeyi tercih ediyorum öylesi durumlarda.

Çeşitli Ayrıntılar

Adres Takibi

Bugünlerde çok sık rastlar oldum bu olaya. Eminim hepiniz her gün bununla karşılaşıyorsunuzdur. Bu gün adamın birine, postane nerde, diye sordum: - Hocam. Bakar mısın? Postane nerde? - Bak şurdan aşağı dümdüz in. Birinci değil, ikinciden sola dön. Sonra birinci değil, ikinci değil, üçüncüden sağa dön. -Oldu... Ya yok böyle bişi valla. Adam kısaca ikinciden sola, üçüncüden sağa dese olmuyor. İlla birinci değil, ikinci değil... Sanki öyle demese ben gidip o sokaklara teker teker girip çıkacağım. Anlamıyorum ben bu insanları. Bir daha adres sorarsam böyle olayım.

Çeşitli Ayrıntılar

Karpuz Yeme

Karpuz yemenin üstün bir geometri bilgisi gerektirdiğini bilir misiniz? Anne karpuzu büyük parçalar halinde dilimler ve tabağa koyar. Sen naparsın; sıcağın verdiği hararetle düşünmeden çatalı karpuza batırırsın. Ama ısırdıktan sonra oluşacak olan yeni şeklin ağırlık merkezi değişeceğinden, çatalında kalan kısım, çataldan süzülecek ve düşecektir. Ağzın karpuzla dolu olduğundan hiçbirşey yapamayacak, yada benim gibi düşen karpuzu elinle havada yakalamaya çalışacaksın. Ben yakaladım. Hem de insanların şaşkın bakışları altında. Yakalayamazsan eğer, tabanı karpuz suyu ile dolu tabağa düşecektir ve üstün başın pembe beneklerle dolacaktır. Ya. Karpuz kırmızı ama suyu pembe oluyor işte. Hayat ne garip.

Çeşitli Ayrıntılar

Çok Fena Sıkışma Hali

Neden 3.5 saatir tuttuğunuz çişiniz tam kapınızın önüne geldiğinizde dayanılmaz boyuta ulaşır? Ve neden kapıyı açmak için canhıraş aradığınız anahtarlarınız en son baktığınız cebinizden çıkar? Ve neden önce alt kilidi açar, üstün de kilitli olduğunu anlar, üst kilidi açar ve sonra yine alt kilidi açmak zorunda kalırsınız? Bu sonradan öğrenilen bir davranış biçimi mi, yoksa insanoğlunun doğasında olan kendi kendine işkence çektirme içgüdüsü müdür? Nedür?

Çeşitli Ayrıntılar

Halk

Hani şu seyrederken, dinlerken, okurken öğreniriz ya birilerinin halkı olduğumuzu. Birisi çıkmıştır; kim olduğunu, ne olduğunu, oraya neden çıkarıldığını ya biliriz ya bilmeyiz; halk filan derler. Beni halkım böyle istiyo, ben halkın adamıyım, ben halkın sanatçısıyım... Siz de o esnada sanatçı mı lan bu? diye düşünürsünüz. Ama sanatçıymış ve çıkmış oraya. Bi de bizimmiş o. Gel kardeşim evi taşıyacaz, dediğinde yardım edecek mi? Kıl olursunuz, bulsanız tekme tokat döversiniz. Ben onun halkı değilim, diye düşünürsünüz, başkaları da benim gibi düşünüyordur diye kendinizi rahatlatmak istersiniz ama; yok işte. Başkaları sizin gibi düşünmüyor. Siz de mecbursunuz o kişilerin halkının bir parçası olmaya. Siz istediğiniz kadar, Yok ben onlardan birisi değilim, deseniz de nafile. Onlar sizi sormadan sahipleniyorlar. İsteseniz de, istemeseniz de. Bizler; hepimiz, o adamların, o kadınların halkının içinde yer ediyoruz. Biz diyoruz onlara; gel şu şaklabanlığı yap, tipini şöyle kıl hale getir, böyle acıklı şarkı söyle, git şu adama hakaret et, git şu ortamda şu densizliği becermeden gelme... diye. Hallk ne diosa o. Ne diosak o. Halkıma sevgilerle...

Sonu Gelmeyen Geyikler

Bu gece az yıldız var

Yıldızlı yıldızsız herhangi bir gecede yürürken gökyüzüne bakan bir insan görürseniz hemen oradan kaçın. Yoksa meteoroloji uzmanı bu arkadaşın, "Bu gece az yıldız var, demek ki yarın hava kapalı olcek" veya "Ay bu gece başka bir parlak, yarın hava çok güzel olcek" gibi geyiklerine tanık olmak zorunda kalabilirsiniz.

Sonu Gelmeyen Geyikler

Sıkı can iyidir

Bir kişi öneri ya da tepki beklemeksizin, "Uff sıkıldım" dediğinde karşısındaki kıl adamın "Sıkı can iyidir, kolay çıkmaz" demesi ne illet bir şeydir. Of ne anlamsız.

Sonu Gelmeyen Geyikler

Buralar var ya

Benim en sevdigim geyiklerden biridir bu anlatacağım durum: Hani şöyle yaşlıcana bir tanıdığımız; "Eskiden buraya köpek bağlasan durmazdı" cümlesiyle başlayıp, "O zamanların parasıyla burdan arsa al demişlerdi, dinlemedik. Şimdi köşeyi dönmüştük." şeklinde devam etmesi vardır ya; hatta bazıları olayı abartıp, "Eskiden buralar dutluktu, sazlıktı, ortasından da ırmak geçerdi" der ya! Nasıl öpesim gelir yanaklarından.

Sonu Gelmeyen Geyikler

Sen bizde kal ha?

Ya hani eve küçük afacan bi çocukla şirin bi teyze misafirliğe gelir. İnsanı bayan, "Nasılsınız, iyi misiniz?" sohbetinden sonra ev sahibi ufaklığa döner ve; "Sen benimle kal ha? Annen gitsin ben senin annen olayım." der. Sonra anne de manyak komşuya uyar; "Kalcan mı?" der. Bu ne salak bi geyiktir. Çocuk, kalcam, dese anne bırakacak mı? Ev sahibi teyze gerçekten o afacana anne olacak mı? Bu çozuk fazlalık mı? Annesi onu niye teyzeye veriyo? Teyze salak mı? Her evine gelen çocuğu yanına alıp ne yapacak? Bunlar eminim bana da soruldu ama çok ufaktım, tefektim; ne düşünerek ne cevap verdiğimi unuttum.

Sonu Gelmeyen Geyikler

Bu fiyata kız da dahil mi?

Hani bilirsiniz her yıl muntazam yapılan bir Auto Show vardır. Her arabanın başında birbirinden güzel kızlar olur ve bizim meşhur, işe yaramaz salak iş başındadır. Hayatında görüp görebileceği en güzel kızın yanına gelir, derki "Bu arabanın fiyatı nedir? Kız cevap verir: "10 milyar". Bizim salak meşhur geyiği patlatır: "Bu fiyata sen de dahilmisin?" Arkadaşlar bu durumda kalan manken arkadaşlara yardım edelim, ilgilenelim. Salağı da yok edelim.

Sonu Gelmeyen Geyikler

Bilardo Masaları

Arkadaşlarla gidilen bilardo salonunda, iş oynanan zaman için para vermeye gelince ve parayı verdikten sonra yapılacak geyiğe kendimizi hazırlamalıyız: - Ulan aslında alacan eve bir amerikan masası, oynayacan evinde. - Oolum senin o masaların parasından haberin var mı be?

Sonu Gelmeyen Geyikler

Millet Yaşıyor

Baymış bir ruh halinde yapılır bu geyik: "Millet yaşıyor oğlum..." Anlatmayayım, bilen bilir. Acıdır ama gerçektir.

Sonu Gelmeyen Geyikler

Japonlarınki Daracık

Okula gitmek için Sultanahmet'ten veya güzel İstanbul'umuzun herhangi bir turistik semtinden geçenler yaşar bunu. Serviste ya da otobüste gerçekleşen bu olayda iki karı düşkünü kankanın olması şarttır. Taraflardan birinin yaklaşık 1.50 boyundaki Japon bayan turisti süzdükten sonra, yanındaki kankaya dönerek, "Ulaan kanka, bunlarınki de ne dardır beah! demesiyle geyik başlar. Kanka iki eli arasında mümkün olduğu kadar az yer bırakarak, "Na böledir onların ki." diyerek geyiğin sonlarına yaklaşır. "Off!", "Piiih!" gibi iç geçirici sesler çıkarılarak nihayete erdirilir.

Sonu Gelmeyen Espriler

Seneye Görüşürüz

Sınıflarda yıllardır sonu gelmeyen bi espridir. Aslında espri filan değil eşşekliktir. Aralık ayının ilk yarısı bitince yapılmaya başlanır. Dersin hocası "3 Ocak'ta sınavınız var" der. Bi kahkaha kopar, "Hojam o iş seneye kaldı" gibi bi laf edilir. Ya da 31 aralık akşamı okuldan çıkarken "Seneye görüşürüz" diyen bi hıyar hep bulunur.

Sonu Gelmeyen Espriler

Arkalar Boş Kalmasın

Belediye otobüsü tıklım tıklım doluyken önce şu ses yankılanır: - Arkadaşım ilerleyelim azcık, arkalar boş. Hadi bakalım sağlı sollu. Bu durum karşısında, özellikle grup halinde yolculuk eden kişilerden biri mutlaka; "Baba madem yürüyecektik niye bindik otobüse? Ehik!" esprisini yapar. Bu kişiler espri yapmayı "101 Temel Fıkrası", "103 Erotik Fıkra" adlı pahalı kitaplardan öğrenmişlerdir. O yüzden pek üstlerine gitmemek gerekir.

Sonu Gelmeyen Espriler

Zayıflamışsın

Erkeklerin, kadınlara karşı hazırlanmış hain bir tuzağı olarak düşünülebilir. Cenabı Hak tarafından komik olarak yaratılmış er kişi hanımın yanına yaklaşır, biraz yalaka, biraz muzip bir ifadeyle; "Ooo çok zayıflamışsın" der. Hanım kendinden geçer, "Hakikaten mi yahu, kem küm" eder. Kahramanımız müthiş esprisini artık patlatabilir: "Ama Karakter olarak."

Sonu Gelmeyen Espriler

Kalemler

Derste arkadaşına "Fazla kalemin var mı?" diye sorduğunda, "Var ama evde" cevabını verirler ya, işte o zaman ne zevk alırlar ama!

Sonu Gelmeyen Espriler

Başım Dönüyo

- Üfff çok kötü başım dönüyor. - Ehehehe. Söyle dönmesin, ehehehehe. Çok komik adamım di mi abi? - Dan dan....

Sonu Gelmeyen Espriler

Geçer geçer

Top oynama çagında meydana gelir. Yere düşüp bacagını parçalayan kişi, "Off bacagım çok ağrıyo" dediği zaman karşı takımdaki armutun "İyileşince geçer. Ihhı hı ıhhı." demesi, bu lafı eden kişinin burada afişe edilmesiyle sonuçlanır.

Sonu Gelmeyen Espriler

Yine Saat

- Saat kaç yaw? - Saat kaçmaz olm, hülele hülele! Noldu abi sustun?

Sonu Gelmeyen Espriler

Bodrum

- Ee!! bu yaz tatile nereye gidiceksin? - Bodrum'a abi? - Hadi yaa! Ben de terasa çıkıcam! - Bak bunu zuxxi'ye yazıcaam seni rezil edicem.

Sonu Gelmeyen Espriler

Yaradanın Adıyla Oku

Birine bi yazı, bi küpür, bişi verirsin; okusun öörensin die... O esnada olayın doğasında olduundan, bi "oku" nidası kaçıverir ağzından ya; o anda adam inanılmaz bi sevinçle "Yaşasın peygamber oldum!" diye çığırıverir. Ne iğrenç. Hele bi gün, 788'lerde mesaj gelince ekranda "oku?", yazar, ona bakıp bakıp "Amanın cebrail teknoloji yapmış." diye bağıran hayretler içindeki birine rastlamıştım ki, "iiki tanış diilim o kişiyle" die düşündüm.

Kısa Kısa

Yeni tanışılan bi kıza iltifat eden birisinin düştüğü komik durumu sonra kendisine felan anlatırken "yok len ööle demedim" diye inkar etmesine ve bu durumu sürdürmekten vazgeçmemesine bayılıyorum.

Kısa Kısa

Tam eldivenlerini giymişsindir. Ama o ne; daha bağcıklı ayakkabılarını yada botlarını bağlamamışsındır! Aslında On saniye bile almaz ama... Offfff işte!!!

Kısa Kısa

Belediye otobüsünde giderken, sevdiğiniz parçayı dinlemek için walkmaninizin rewind tuşuna bir müddet basılı tuttuktan sonra, play'e bastığınızda şarkının tam başını tutturmuş olmanız dünyanın en büyük zevkidir herhalde.

Kısa Kısa

Hani evde yanlız kalınca "Oley beaaaa annemler gitti. Artık evde istediğimi yaparım." dersin ya. Ev boşaldıktan sonra oturup TV seyredersin. Neden ulan? Hani annenden babandan gizli şeyler yapıcaktın?

Kısa Kısa

İnsanın canı sıkıldığı zaman hani elini tişörtünün altına sokası gelir ya! Ve soktuktan sonra göğsünüzü büyük bi zevk içinde kaşıdıktan sonra da büyük bi iş yapmış gibi gerinirsiniz! :)

Kısa Kısa

Şimdi alırsın kağıt mendili "fööörk" diye bi hımkırırsın, soonada açar bakarsın. O bakış ne amaçla yapılır allah kerim.

Kısa Kısa

Hani olur ya: Marketlerde elektronik tartılar vardır. Bu aletin üstüne koyduğun meyva, kuruyemiş vs. gibi şeyleri ölçerken rakamlar birden değişir, bu da sizin hoşunuza gider ve aletin üzerine elinizi bastırırsınız. Tezgahtar görmeden ve rakamlar hızlıca değişir, sizin de hoşunuza gider.

Kısa Kısa

Fotokopi çektirdikten sonra, aslının üzerindeki zımbanın, kopyaya geçen karaltısının uzerıne hiç kaydırmadan başka bir zımba basmayı ve başardıktan sonraki anı severim ben.

Kısa Kısa

Canınız çekirdek çekti demi? Köşedeki bakkala gidersiniz; "Abi 100 gr. çekirdek verirmisin." O kadar çekirdeğin arasında bir tane tuzlu fıstık çıkar, ona da Kaşıkçı Elması muamelesi yaparım, neden bilmem. Ben deli miyim sorarım size.

Kısa Kısa

Gecenin bir yarısı zuxxi'nin kısa kısa sayfalarına girersin. Okuduğun her ayrıntıya, "Bunları düşünen, yaşayan tek insan evladı ben değilmişim" der ve bir oh çekersin.

Kısa Kısa

Nedense birisi saati söylediği zaman herkes kendi kolundaki saate bakar. Acaba saati söyleyen kişiye güvenmiyolar mı?

Kısa Kısa

Hani yolda yürürken yanınızdan geçen biri yere şloop diye tükürür ve siz tiksindiğiniz halde onun balgamına bakmak zorunda hissedersiniz kendinizi, iğrenç şeye tiksinerek bakarsınız. İnsan oğlu manyak.

Kısa Kısa

Yemek tariflerindeki malzemeyi sahiplenme duygusunun altında yatan gerçekleri öğrenmek istiyorum. Örnek: Bu suyumuz, fasulyemiz, pastırmamız... Nedir bunun olayı? Niye bizim?

Kısa Kısa

Şu anahtarlar neden en son baktığımız yerden çıkar ha? Neden???

Kısa Kısa

"Merhaba arkadaşım" yerine; iki tekme, üç yumruk atıp, "ne haber lan ib.." diye hırpalama olayının altında yatan gerçekleri merak ediyorum.

Kısa Kısa

Evde kimse yokken kapı açık işemenin ve pantolonunun fermuarını heladan çıktıktan sonra rahat rahat çekmenin zevki başka nede olabilir ki arkadaşlar?

Kısa Kısa

Hani her deodorantın üstünde yazar: 15 cm. uzaklıktan püskürtün. Ama öyle yapınca yarısı havaya gidio be güzelim, olmaz ki! Sallaa, derim kendi kendime ve 15 cm.'e boşverip, en yakın mesafeden püskürtüveririm. Ehehe...

Kısa Kısa

Halısahada maç yaparken açık farkla golü kaçıran, hakikaten yeteneksiz olan kişinin golü kaçırdıktan sonra, "Ahh nasıl kaçırdım!!" diyerek, "Aslında ben yetenekliyim." demek istemesi kadar büyük geyik yoktur.

Mastürbasyon

Küçük yaşlarda, tecrübesizliğimizden dolayı çoğumuz otuzbir çekerken yakalanmış veya yakalanma korkusu yaşamıştır. Misal, gece geç vakit televizyon izliyorsunuz. Adam gibi bi program da yok, diye söyleniyorsunuz. Birden Şov Tivi'de "Emanüel 4 Az Sonra" reklamını görürsünüz. Filmden kısa görüntüler kalp atışlarınızı yükseltmişken anneniz geliverir ve "Hadi oğlum biz yatıyoruz sen de uyu artık" diye mırıldanmaya başlar. Telaş içinde kanal değiştirmeye çalışırken, "Yok ana önemli bi tartışma programı var, onu izliycem" diye bi palavra atarsınız. Anneniz gittikten sonra bir oh çekip hemen hazırlıklara başlarsınız. Rahat iş görmek için büyük tişört ve pijama giyersiniz. Kot gibi şıngırdayıp milleti uyandırmaz, acil durumlarda ise hemen kabahati örtüverir. Olur da tam filmin ortasında birisi uyanıp gelir diye iş göreceğiniz yer ile diğerlerinin yattıkları odalar arasındaki kapıları en uygun biçimde stratejik olarak açar/kapar, ayarlarsınız. Eh artık film başlamak üzeredir ama siz son bir defa yatak odalarını kontrol edip herkesin mışıl mışıl uyuduğundan emin olursunuz. Sonra doğru televizyonun bulunduğu odaya. TV'nin karşısında yerinizi alırsınız. Kumanda yanınızda hazır beklemektedir; acil bi durumda kanal değiştirmek için. Yarım saatlik bir ton reklamdan sonra erotik film nihayet başlar. Ve ekranın alt köşesindeki kırmızı nokta belirince dünyalar sizin olur. Oh be, dersiniz, Nihayet ben ve kırmızı noktalı film başbaşayız. Film başlar, yarım saat oyuncular maymun gibi bir türlü işe koyulamazlar. Hafiften sinirlenmeye başladığınız anda başroldeki dilber göğüslerini açıverir. Tam siz "Artık kimse beni tutamaz" diye hamle edecekken zart diye bi reklam giriverir araya. Ulan ben böyle filmin... diye kendi kendinize söylenirken reklam arasından faydalanıp evi tekrar bi gözden geçirirsiniz. Olağanüstü bi durum yoktur ve tekrar filme dönersiniz. Reklam biter bi bakarsınız Reha Muhtar çıkmış haberlerinin reytingini anlatıyo. Ardından bi on dakka Televole reklamı başlar. Hadi be kardeşim sabah oluyo yav, diye söylenirken film başlayıverir. O da ne; filmin dilberi herifin biriyle işi bitirmiş ve giyinmekterdir. Kadın donunu sütyenini giymeden hızlı bir hamle yaparsınız fırsatı değerlendirmek için ama nafile, kadın bi çırpıda giyiniverir, sahne değişir. Bi yarım saat daha senaryo saçmalıkları izledikten sonra film biraz gelişmeye başlar. Başroldeki hatun bi adamla buluşur ve işe koyulur. Siz de bu arada boş durmazsınız tabi. Tam herif kadını şaaparken bi çıtırtı duyulur, yan odalarda ışık yanar ve ananız kalkıp tuvalete gider. Anında toparlanarak çok önemli bir tartışma programı izleme kılığına girersiniz. Ananız tuvaletten çıkar, yanınıza gelir, esner, "Bitmedi mi oğlum program?" diye saçma bi soru sorar. "Yok ana bitmedi, sen git uyu" diye söyleriz ama içimizden söveriz. Ananız gider. Tabi bu arada filmin en güzel sahnesi heba olmuştur. Şov Tivi'ye tekrar zap yaparsınız ama karşınızda yine bin tane reklam. Tabi ardından sevgili Reha Muhtar ve Televoleciler. Acaba bi sahne daha yakalar mıyım, diye filmi izlemeye devam edersiniz. Boşunadır çünkü en uzun seks sahnesinden sonra bu tür film yönetmenleri başka sahne göstermez, saçma bir final ile "THE END" yazısını yapıştırıverirler ekrana. Siz bütün Şov Tivi'cilere ana avrat söversiniz. Ama iş işten geçmiştir ve bu saatten sonra seks meks yoktur TV'de. Eh napalım. Bu saate kadar oturduk bari yatağa icraatsız dönmeyelim, diyerekten hayalinizde Televole reklamında gördüğünüz Nadide Sultan'ın göğüslerini canlandırarak, ses efektleri arasında işinizi görürsünüz. Tam zirvedeyken takur tukur gene kapılar ışıklar açılır. Bu sefer kız kardeşiniz çıkar tuvalete. Ama meraklı turşucu kız önce tuvalete değil sizin yanınıza gelir, "Abi yatmadın mı sen?" diye bi saçma soru da o sorar ve böylece icraatınızın içine eder. Bir hışımla pijamaları çekerken donunuzun içine edersiniz. Bir yandan boşalırken bir yandan kız kardeşinize "Sana ne ulan" diye söylenirsiniz. Yüzünüzde zevk, sinir ve korku ıfadeleri gidip gelmektedir. Kızkardeşiniz, "Serseri işte nolucak" diye laf atıp çekip gider ve sizi donunuza bulaşan pislikle başbaşa bırakır. Kırmızı noktanında, filminde, çekmeninde içine edilmiştir ve siz bu yenilgi ve suçluluk duygusuyla gidip yatarsınız. Neyseki o günler artık geride kalmıştır, şimdi rahat rahat ne istersek yapabiliriz. OH BE!!

Mastürbasyon

Her kanalın sesi farklıdır. Sesi bi açarsın, bi kaparsın, uyuz olursun. Evde kimse yoksa sorun yoktur aslında ama gece ebeveynlerin uyurken tv karşısında masturbasyon yapmaya gayret eden bir zavallı isen soğuk terler dökersin. Bi elin penisinde, bi elin kumandada. Bi kanalda sevişme sahnesi bitince ötekini açarsın heyecanla ama o da ne, ses birden bangır bangır çıkar. Bir saniye içinde sesi kısarak yatak odasından ses geliyor mu, diye pür dikkat kesilirsin. Şanslıysan kimse uyanmamıştır, işine geri dönersin.

Sigara İçme

Otobüse ya da dolmuşa binerken, sigaradan en uzun son nefesi almak için gösterilen gayreti şaşkınlıkla izlerim.

Sigara İçme

Size oluyo mu bilmiyom da ben küllüğü boşaltmak üzere mutfaa götürüyom. Sonra boşalttığım halde onu orda bırakıyom geri dönüyom. Haydee baştan al küllüüü, bi daa gel salona.

Sigara İçme

Karanlıkta arabayla giderken hafif aralık camdan sigaranı uzatırsın hani, sonra rüzgar külü uçuruverir ve kıpkırmızı olur sigaranın ucu.

Dallas

Bi zamanlar Dallas'ı seyrederken Bobby'i sevmemiz Ceyar'dan nefret etmemiz gerektiği inancına bi şekilde sahip olmuştum. Şimdi Show'da bazen eski bölümlerine takılıyorum da Ceyar'ın muhteşem ticari ve sosyal bi zekaya sahip olduğunu, Bobby'nin ise çok sünepe bi herif olduğunu idrak ediyorum.

Atlantis'ten Gelen Adam

İsminde bile meymenet olmamasıyla dikkat çekmişti. "Dallas'ın Babisi" olmaktan bir adım ileriye gidememiş zavallı insan Patrick Duffy oynardı. Bu adam bir gün hiç sebepsiz, zırt diye çıkıvermişti insanların karşısına. "Nereden geldin?" diye soranlara Okyanus'u işaret ederdi. Millet de bununla eğlenir, maymuna çevirirdi. Neden ortaya çıkmıştı, olayı neydi hatırlayamadım. Sadece çok iyi yürekli, doğasever bir adam olduğunu hatırlıyorum. Ellerinde perdeler oluşurdu kurbağa gibi. Sudan uzak kalamazdı, zaman zaman küvette uyurdu. Su bulamadığı vakitler direk morarır, eğlendirirdi bizleri.

MacGyver

Hani Mc Gayver dağda bi kartal yavrusu buluyodu, sonra dolma kalemi açıyo, içine süt koyuyo, kartal yavrusuna biberon yapıyodu. Çatıdan düşen serçe yavrularını aynı yöntemle beslemeye çalışırdık. Hatta ben bi keresinde amcamın hediye ettiği kalemin içine süt koymuştum da annem nası kızmıştı. Ahh ah.

Hava Kurdu

Hey gidi hey. Bu dizi de farklı zamanlarda, farklı kanallarda tekrar tekrar damardan verilmişti. Dominic Santini vardı; şişko, babacan co-pilot. Hep arkada otururdu, iyi iş çıkarırdı yine de. Hedeflere filan hep o kilitlerdi. Adından da anlaşılacağı gibi Dominic Air'ın sahibiydi kendisi, kurt filan hikaye, aslında parayı ordan vuruyodu. Bir de göl kenarına iskelesi olan ahşap evde takılan, tek gözü (korsan imajlı) kör, bi bacağı topal (baston da var), daima beyaz takım elbise giyen, gizemli bi abi vardı. Bi sorun oldu mu hemen ona giderler, ya iskelede ya da şömine başında kanyak içerek mevzuyu tartışırlardı. Havakurdu'nu çok uzaklarda özel hazırlanmış bi dağın içinde saklarlardı. Kahramanımız ve Dom, Amerikan bayrağı desenli bir renegade ciple bu mekana giderlerdi. Dizideki en önemli öğe tabiki helikopter. Öyle böyle bi helikopter değildi ki. Helikopterin taşımadığı silah, yapamayacağı iş, tamamlayamayacağı görev, gidemeyeceği yer yoktu. Hasta olduğum bir diziydi, yine olsa yine seyrederim.

Hava Kurdu

Şimdilerde ticari helikopter olarak görebileceğiniz bi helikopterin arkasına süper jet motorları, altına roketatar niyetine dört tane boru, iki makinalı monte edip bize süper savaş helikopteri diye kakalarlardı. Helikopterin navigasyonunu bi genç ile arkada oturup destek sağlayan bi moruk üstlenmişti. Moruk'un görevi "üstümüze gelen 4 füze var. Napiim?" demekti ve bunu her bölumde sorardı. Cevap hiç değişmezdi; "Saptırıcı at". İki tane adi havai fişek atılarak füzelerden kurtulunur sonrada güdüm sistemi olmayan iğrenc borular aracılığı ile migler düşürülürdü. Bir muamma da helikopterin allahın ücra bi yerinde saklanmasına rağmen, olay çıkınca bizim elemanların helikoptere nası hemencik ulaştığıydı.

Alf

Ziyadesi ile kıl, ukala, kurnaz (aklınca), zaman zaman karaktersiz, obur, kedi düşmanı, halk kahramanı bi sör (onun oralarda). Salaklık numunesi bi ev babası. Çaresiz, ama hatırladığım kadarı ile güzelce bi zevcesi vardı. Ek olarak da iğrenç komşuları vardı. Alf hariç her şey gerçekçi idi. Onun kılları vardı, kocaman ayakları. Seviyodum onu.

Patron Kim

Hayret ki ne hayret! Her dizi yazılmış "Who's The Boss" dizisi yazılmamış. Hani İtalyan asıllı, sempatik, sportmen, bir evin kahyalığı gibi bir şeyliğini yapan bir Toni vardı. Ufak ama güzel bir kızı vardı. "Ulan" derdik "bu kız büyüyünce fıstık gibi olacak". Hakikaten de oldu. İşte biz dizileri böyle Erkan Özarman gözüyle izlerdik. Evin hanımı iş kadını ayaklarındaydı. Onun da ufak bir oğlu vardı. Ama o zamanlar tüm diziler gibi bu da masumdu. Ne İtalyan'la ev sahibi ne de çocuklar bir halt ediyorlardı. Masum masum (yoksa saf mı desem) takılıyorlardı.

Bay Yanlış ve Doğru Ahmet

Merhaba, Ben Bay Yanlış ve Doğru Ahmet kısmına bir ekleme yapmak istiyorum. Doğru Ahmet, Bay Yanlış'ın hatalarını düzelttiği zaman Bay Yanlış hikayenin sonunda Dogru Ahmet'e cebinden midir, çantasından mıdır nedir, bir yerden çıkardığı kıpkırmızı bir elma veriyordu. İyi günler.

Büyükler Okulu

Eskiden akşam 6 gibi alfabe öğretme programı vardı. Bi tane öğretmen, andavallık taklidi yapan 60 yaşındaki zatlara alfabe öğretirdi. Kadın, gel tahtaya "Ali bak bu titi" gibisinden bişeyler yaz der, oyuncular illa idiyotluk yapacaklar ya, Ali yerine Veli, titi yerine pipi, gibi şeyler yazarlardı. Anneannem programdan sonra gaza gelip fakülteye başvurdu.

Ayakta Kaldınız

Yıllar önce TRT'nin şehir kültürüne adaptasyonu sağlamaya yönelik kısa filmleri vardı. Şimdi bunlardan birini hatırlayalım. Ev oturmasına gitmiş bir aile var. Çaya böreğe acımadan yiyor içiyor, "Eh biz artık kaçalım" vakitlerine ulaşıyorlar. Ev sahibi kapıyı açıp onları yolcu ederken, klasik, "Kapı önünde son geyikler"e giriliyor, ve çok çok uzatılıyor, hatta gülüşülüyor, gürültü yapılıyor. Karşı dairedeki tepki vermekten çekinmeyen komşu evde kafayı kırmış olacak; plan yapıyor, sandalyesini kapıyor, kapıyı açıyor; "Ayakta kaldınız, oturmaz mıydınız?" diyerek, car car konuşan misafir kadının altına sürüyor sandalyeyi. Kadın boş bulunup oturuyor, teşekkür ediyor, ama hemen mevzuyu çakıyor ve bir "Ayyy" patlatıyor. Verilen mesajın alınmamış olması ihtimalini göz önünde bulunduran TRT'nin, bariton sesli elemanı devreye giriyor, "Yapmayın etmeyin böyle şeyler, akıllı olun." diyerek noktayı koyuyor. Bize de bir tek bunları hatırlamak düşüyor.

Streynç

Levent Kırca ile Oya Başar, daha voliyi vurmadan önce, ailemizin biricik televizyonu TRT'de, fiş almanın önemi ile ilgili skeçlerde oynarlardı. Bunlardan en çok aklımızda kalanı, şüphesiz, İngilizce diyalog şeklinde olanıdır. Levent Kırca akşam eve gelir ve karısına söylenir: - Sıtreynç, it iz cast sıtreynç! - Vats sıtreynç may diyır? - Ay vaz going on dı şoping in di morning... yada benzeri, tam olarak hatırlayamadığımız konuşma sürüp giderdi. Skecin sonunda ise "Türkçe söyledik anlamadınız, bi de İngilizce söyleyelim dedik" diyerekten babacan bi şirinlikle kulağımıza küpe ederlerdi fiş olayını.

Yabancı Dikkat Programı

İngiltere'den ithal edilmiş dikkat programları da vardı eskiden. Ekmek kızartma makinasını kahvaltı bıçağıyla tamir etmememiz gerektiği gibi bir çok bilgiyi canlandırmalar ve grafiklerle izah eden programlardı bunlar. İşin canlandırma kısmında rol alan oyuncular, bile bile havuzda boğulurlar, prizlere parmaklarını sokarlar, az önce tereyağı sürmek için kullandıkları bıçakları elektrikli aletlerin hassas yerlerine sokarlardı. Çok korkusuzdu bu adamlar (veya çok salak). Olayın sonunda yere yığılıp biri tarafından ilk yardım yapılmasını beklerlerdi. Bu anda grafikler çıkardı meydana. Küçük bir adam silüetinin üzerinde kocaman bir ok işareti yanıp sönmeye başlardı. Bip bip bip bip sesini, spikerin, "Bu adam şoka girmiştir.", "Bu adam boğulmuştur." gibi sözleri takip ederdi. Bizler ekran başında "Öyle mi? Vah vah. Allah taksiratını affetsin işşallah." derken gavur boş durmaz, ilk yardım tatbik ederdi. Olay ambulansın ulaşmasıyla son bulurdu. Bunaltıcı şeylerdi bunlar ama izlerdik işte.

Gençler

Fikret kuşkan, Ziya Kürküt falan gibi şimdi pek bi moda olan herifler oynardı. Laf aramızda yanıktım Fikret Kuşkan'a. Ha bi de adını hatırlamıyom ama Kara Çiçeğim'in (Askın Nur Yengi) klibinde oynayan herif vardı. Deterjandaki mavi tanecikleri ayırırlardı beyaz çamaşırları boyamasın diye. Geyikti ama güzeldi. Ah Ahhhh.

Gençler

Şimdi bu diğer çocuğun adı Oktay Kaynarca idi. Bir de bu dizide "evsahibinin kızı" tribi vardı. Kız bunlardan doktor olanına kesikti. Bunlarda bu sayede pirinç, bulgur, makarna, köfte ve lahana ihtiyaçlarını evsahibinden karşılıyorlardı. Ayrıca kirayı da takabiliyorlardı. Bir de bu doktor olanı, aralarından biri nezle olsa, ebeleg gübelek otlar karıştırır, antin kuntin tedaviler uygular dostlarını aynı gün ayağa kaldırır sınava yetiştirir falan falan falan.

Voltron

Hepsi birleşiyo ama en son, o en acar olanı "Ben de Başını Oluşturacağım" demiyor muydu? Diyordu valla. Hey gidi günler heeey. Voltrancılık oynarkene uuraşmazmıydık hep "başını oluşturan" olmak için!

Voltron

Yıllar ilerleyip de lise sıralarında eski Voltron'lı günler yad edildiğinde mutlaka aynı esprinin "Ben de s.kini oluşturacağım" şeklinde tekrarlandığını hatırlatmadan geçemeyeceğim. Hatta bu düzeysiz abaza esprisine uzun ve abartılı bir şekilde gülünmesinin ardından, "eğer olsaydı Voltron'ınkinin ne büyüklükte olacağının" tartışması olur, olay bir kızın yaklaşmasıyla son bulurdu.

Şeker Kız

Ah eski çizgi filmlerden Şeker Kız Kendi'yi hatırlayan yok mu? Hani kimsesizdi de evlat edinildiği evde gayda çalıp etek giyen Antoni'ye aşıktı. Sonra Antoni ölmüştü, nasıl ağlamıştık, ilk aşk acım gibiydi. Bi de güzel jenerik şarkısı vardı: Hoten baytarua raişüti - hüritti küritti raişüti - vataşiva vataşiva kendi.

Yakari

Amanın ne idi o öle yaa!! Siyu kabilesinden olduğunu sandığım bir veled, kendi köyünde ne olduğunu değil çocuk halimle şimdi bile anlayamadığım abuk bir olaydan dağlara ovalara çıkar hayvanlar alemi; at, kuş, kartal neyim ve tüm börtü böcek ile sohbet ederdi. Asıl önemli olan bu sohbetten mutlaka bbir ders çıkardı. Yahu bir kartala, neden bilmem bir şey soruyor ve kartal; "kuriku kukiruku kukkuriku" türünden laf ediyor, sonuç da toplumsal bir kural çıkıyordu.

Yakari

Yakari hayvanların dilinden anlayabilen ermiş bir kızılderili şoparı idi. Bu Yakari'nin bir de atı vardı. Fakat atın kişneme seslerini bizim seslendirmecilerden biri "Aaaiiii, Aaaiiii" şeklinde yapıyordu ki, beni en çok sevindiren bölüm bu idi!

Yakari

Ne dedigini anlamak mümkün degildi. Ana avrat küfür de ediyor olabilirdi. Bir tek cümlelerin sonunda Yakari adı geçerdi. O zaman anlardık. Bi de garip bi cıngılı vardı. "...tendu yakari" diye biterdi.

Yakari

Uykudan Önce'nin sonunda çıkardı. Bi kızılderili çocukcağızdı, atının kişnemelerini tercume ederdi falan. Bi de bi kız arkadaşı vardı. Ortada konu falan da yoktu iyi mi!! Tam Uykudan Önce yani!

Tsubasa

Ahh ah. Yakın geçmişte Tsubasa diye bi çizgi film vardı. Futbol hakkında yapılmış en iyi çizgi filmlerden biriydi. En güçlü takım Nankatsu idi. Tsubasa adlı bir oyuncuları vardı ki evime şenlik. Geliştirdiği sağlı sollu ataklarla rakip kalecilerin kabusu olmayı becermişti. Oyuncular bir pozisyonda yedi kez şekil değiştirirdi.

Tsubasa

Tsubasa ve değişik kahramanlar bu çizgi filmde rol alıp, değişik hareketlerle topu ağlarla buluşturmaya çalışırlardı. Kaleyi görmeleri için ise tepeleri aşmaları gerekirdi. Dünya Yuvarlaktır, ilkesinden yola çıkılarak hazırlanan bu çizgi filmde, ayaklarını kafalarına kadar kaldırıp Akula tipi vuruşlar yaparlardı. Hatta bi golde eşşeğin kulağına (!) su kaçırıp; direğe bile tırmanmışlardı.

Tsubasa

Ahh... Nerde şimdi ööle bi takım bulmak? Takımdaki 10 kişinin her biri ayrı yeteneklere sahipti. Ve 11. adam olarak bu takımı Tsubasa şereflendirmişti. Tsubasa=Dier 10 kişi, denkleminden anlayacağınız gibi, üstün yetenekti. Nassı gaza gelirdim onu izlerken. Bitmeyen sahada yorulmadan koşmasını, koşarken önüne gelen yaklaşık 20 kişiyi geçmesini, ve bunları geçtikten sonra boş kale yerine cesaretsiz arkadaşına pas vermesini, şut çekerkene arkasında oluşan şimşekli görüntüyü, spikerin onu övmesini, kafa topu için 50 metre yukarı zıplamasını, unutamam. Asla unutamam...

Arı Maya

Sevgimizi kazanan bi yapıttı. Ailesi felan da var idi, ormana dağılmışlardı. Birbirleriyle karanfilden yapılma telefonlarla haberleşir, ormana sevgi saçarlardı. "Arı Maya tın tı tıı tın hat gu tıttı" diye bide musikisi vardı ki, hazzederdim çocukça ben.

Çiçek Kız

Sarışın kızın biri, "Yedi Renkli Çiçek" diye bir şeyi arar arar dururdu. Kötü birileri de nedense hep onu takip eder, işini bozar, arkadaşlıklarını yıkar, o şehirden bu şehire gitmesine yol açarlardı. Kızın çok enteresan bir broşu vardı; çiçeklere tutunca giysileri değişirdi. Her bölümün sonunda da kullanılan bitkinin anlamı belirtilirdi, her nasılsa anlam hikayeye cuk diye otururdu. Kız galiba en sonunda çiçeği yola çıktığı şehirde, evinin bahçesinde bulmuştu.

Çiçek Kız

Çok kuul bişiydi. Tüm kız çocuklarının hayali, çizgi filmin kahramanı olan acaip kızın yerinde olmaktı. Kız boynunda çiçek şeklinde bi kolye taşırdı ve nedense bu güççücük çocuun peşinde devamlı kötü adamlar vardı. Kız bunlardan kurtulmak için en yakınındaki çiçek bahçesine koşardı. Ne alaka? demeyin; boynundaki çiçekli kolye, bir çiçekle yüzyüze geldimi kız hangi kıyafeti, hangi kılığı, istiyosa bi anda ona dönüşürdü. Hemen babama çiçekli kolye aldırıp 2-3 haftamı bahçelerde geçirmiştim. Ama bu olayın gerçek olamıyacaanı annayınca oturup aalamıştım.

Karınca Ailesi ve Orman

Karıncaydı bunlar. Bi anne, üç çocuk filan. İsimleri neydi, ne yapar ne ederlerdi, benim diyen babayiğit hatırlamaz bugün. Ama o şarkı yok mu: "Tim tim tiim... Tim tim tiim... Timi timi tim tim tiim... hala çınlıyo kulaklarımda; duyan bilir. Nereden estiyse bi ilginçlik yapıp aileyi babasız çizmişlerdi. Herif "gidiyom" diye basıp gitmiş, anne çekip çeviriyo evi. Fakat bi sezon sonra TRT müdürü, "Yeter ulan toplumsal ahlakı kirlettiğiniz" diye dellenmiş olacak; bıyıklı bir karıncayı, "Hobaaa, baba geri döndü" diye ailenin başına musallat ettiler. Karıncaya bıyık takan zihniyet tabi bu yuvasını bırakıp giden dallamaya kucak açtı, evin reisliğine dikti. Çıtır ailesinden bi daha da hayır gelmedi.

Pepsi İçin Ölürüm

Genç: Selam! Pepsi var mı? Yaşlı: Yok !! Genç: Buralarda bulabilir miyim? Yaşlı: Evet 100 km ilerde. (Pişkin pişkin sırıtarak) Ne o evlat, fikir mi değiştirdin? Genç: Yok ben benzin alayım. Bu reklamı seyreder, sonra da "Nasıl koydu ama lafı" diye genci kayırırdık. Neydi o günler!

Uçan Tekme

Bir buzdolabı ile bir Cüneyt Arkın nasıl bir araya gelebilir, sorusunun cevabını veren reklamdır bu. Arçelik buzdolabı "Yıkılmadım, ayaktayım, yamuk yapanı dondururum" dercesine dayılık yapmaktadır. Tam bu esnada Cüneyt Arkın birden ekranın sol kenarından yere paralel olarak uçan tekmeyle Arçelik buzdolabına karşı saldırıya geçer. Buradan izleyiciler anlar ki, Cüneyt Arkın ekranın görünmeyen kısmında koşmuş ve hızlanarak aksiyona geçmiştir. Bunu asla anlamadım; Buzdolabına neden karate yapılır? Bende derin izler bıraktı.

Dansöz Stresi

Çok önemli bir konuydu Türkiye için. Televizyonda sadece bir kere dansöz seyretme şansımız vardı; yılbaşında. Aylar öncesinden hangi dansözün çıkacağı, ne kadar açık giyineceği tartışılırdı. TRT bu görevi çok ciddiye alırdı. Bilmezdi yıllar sonra yarışma programlarında bile dansözlerin fink atacağını.

Necefli Maşrapa ve Arkadaşları

Gerçek dumuru bir şelale resminin üzerine "Su akar iz bırakır, turist gelir döviz bırakır." cümlesini yazıp bunu ekranda 10 dakika tuttuklarında yaşamıştım.

Sermet Erkin

80'li yılların ikinci yarısıyla birlikte ülkemize her daim yeni starlar kazandırmayı ilke edinmiş Terete, özellikle bir ismin üzerinde durmaya başlamıştı: Sermet Erkin. Durum o hale gelmişti ki, bu şopar kılıklı sihirbaz bozuntusunu her allahın günü bi çocuk programında görmeye alışmıştık. Hepte aynı yüzeysel, kafa atma isteği uyandıran gülümseme, Serdar Ortaç'ınkinden bilem ince, tiz ve tüyler ürperten ses ve de tabi o boru misali şeyden bol bol mendil çıkarma ana fikrine dayalı bayat numara. Hiç unutmam bi keresinde, "Başka bi numara çakiym şunlara." demişti, üç kez deneyip becerememiş ve boncuk boncuk ter akıtmıştı. Üstüne üstlük, o yırtılası beyaz eldivenleriyle terini silmişti. Hey gidi günler. Diyeceğim şudur ki; gelin bu sayfa aracılığıyla Sermet Erkin adını kuşaktan kuşağa aktarılan ve büyüyen bir efsane haline getirelim. Asırlar sonra bile, neneler torunlarına onun icraatlerini anlatsın ve, "O tam bi klasikti..." desinler.

Hande

Bir zamanlar televizyonda Uğur Dündar'ın (sanırım) sunduğu bir yarışma programı vardı. Bu programda Hande isimli kör bir kız haftalarca hep birinci olmuş ve bir anda herkesin sevgilisi haline gelmişti. Yarışmanın başladığı saatte televizyonumuzun başına geçiyor ve, acaba bu sefer Hande ne yapacak, diye merak ediyorduk.

Johny Logan

Yaw bir zamanlarki eski milli damadımız Eurovizyon fatihi Coni Logın'ı nasıl atladınız? Ne temiz yüzlü bir çocuktu o. Başını yana yatırır, içli içli "wats enadır yiir" derdi. Türkiye'ye geldiğinde de her yabancı gibi Türkçe şarkı okuma girişimlerinde bulunmuş, bu arada Bambi Burçin Orhon ablamızla da işi pişirmişti. Robin diye bir kızları var şimdi. Zavallı Bambi de Uygur'ların en zırtapozuyla evli, Coni nerelerde kimbilir?

Europe

Gitarist, gitar solo olması gereken yerde aynı melodiyi iki kere çalardı, çok güzelmiş gibin. Hey gidi, gene bu adamların "Carrie" diye bir yumuşak şarkıları vardı ki hala MP3 ünü dinleyip dururum aşık olduğum zamanlarda.

One Way Ticket

O zamanlar daha okumayı bile yeni ögreniyordum. Gaddar Davut bir macerasının sonunda zamanın bu ünlü şarkısını "Van Vey Tikıt" diye söylüyordu. İlk yabancı şarkı deneyimimdi ve İngilizce'nin okunduğu gibi yazılmadığını çok sonra öğrendiydim.

Informer

Snow soylerdi. Baba şarkıydı. Herkes dünyanın en hızlı şarkı soyleyen adamı derdi ona. Hala dinlerim ama ezberleyemedim. Du bakim: "informer alliki bombom down"

Ki ki ki Ko ko ko

diye bişi vardı. Elbet bu sözlerin bir anlamı da vardı. Bilmedim, bilemedim.

Unchain My Heart

Hastasıydım. Joe Cocker söylerdi. Joe ve bir arkadaşı bara gelirlerdi. Orada yorgun, papyonu cözülmüş ama boynuna asılı duran, ağzında da sigarası yanık olan bir piyanist vardı. Joe Cocker "d'you play unchain my heart" derdi ve piyanistin "yes" cevabını verip sigarasını söndürmesiyle olaya girerlerdi. Sinek avlayan bar da şarkının sonuna doğru ağzına kadar dolardı. En sonunda da piyanist papyonunu fırlatırdı. Çok güzel şarkıydı. Klip hakkındaki tek sorun ise, Rafet El Roman'ın iki yıl önce konuyu çalması, sadece piyanist ile saksafoncunun yerini değistirerek kendine mal etmesiydi.

Kartal Kağan

Adamın her çıktığı pazar programında ya da seyrederken koşarak uzaklaşmak istediğimiz programlarda, sanki yeni listelere giren bir şarkı söylüyormuşçasına beynimize kazıdığı iğrenç şarkısını hatırlatmak isterim: "Sarı sarı liralaar, ellerinde kınalaaar, kızlaaaaaar gelin oluuuncaaaaaaa." ıyk.

Alirıza Binboğa

Bir dönemin akıllara zarar veren bir sanatçısı da Ali Rıza Binboğa idi. Öğretmen öğretir her baba yiğide. Kim öğretti alfabeyi. Aaaa Bbbb Cccc diye o dönem de biz geçleri okuldan ve öğretmenlerimizden uzaklaştırmayı başarmıştı.

Komedi Dans Üçlüsü

Aman allaam, o ne şebeklik! Tabi biz o zamanlar (7-8 yaşlarında) bunlara acayip gülerdik. Ondan sonra bu heriflerden bir tek Erol Köse şov dünyasında "BAŞARILI (?)" olabildi. Olamayaydı da Dr. Erol Bey isimli kıl yapıt hayatımıza giremeyeydi. Geçen yıl gördüm, bu adamların bi de filmi varmış. Hani şu kötü malzeme ve iğrenç senaryoyla çekilen video filmlerinden. Film hakkında fazla yorum yapamıycam çünkü o ekranda olduğu sürece televizyonu beş dakkadan fazla açık tutamadım.

Esmeray

Esmeray vardı. "Gel Teskere Gel" der dururdu. Başka da şarkısı yoktu. Zenciydi, çok şaşırırdım her gördüğümde. Anneannem "Çok kahve içmekten insanlar böyle olur" derdi, tırsardım kahveden. Bugün günde on kahve içiyorum. Teskere ne demek anlamazdım.

Bir Aslan Miyav Dedi

"Bir aslan miyav dedi. Minik fare kükredi. Fareden korktu kedi. Kedi pır uçuverdi." Türk çocuklarının Kayahan'a emanet edildiği bir dönem. Hazret lütfedip Cumartesi sabahları bi çocuk programı yapıyo. Hesapta olaylar gelecekte bi uzay gemisinde mi ne geçiyo, ufak tefek çocuklar tulumlarla ortalıkta dolanıyo, koskoca pop yıldızı kartondan yapılma "TRT robotlarıyla" muhatap olmak durumunda kalıyo. Romantizmin çökmek bilmez kalesi gazı almış ya, sabah akşam bi tarafından çocuk şarkıları çıkarıyo. Bereket hepsi gömüldü gitti tarihin tozlu sayfalarına. Hiç girmeyelim, bu konu burda kapansın.

Habolo Şobolobo

Yonca Evcimik'in o şarkısında abolo şobolobo falan yoktu. O senin dediğin şöyleydi: Okayi yamaşika kombambaa kombambaa... Okayi yamaşika kombambaa kombambaa... Niye hatırlıyorsam?

Honki Ponki Torino

Bir tane hit vardı, Çiki çiki baba'dan evvel, nasıl unutulur? Şenay'ın söylediği: Honki ponki torino. Calona bimbo boriro. Mitsubişi hibobo kozizo. Çiki çiki şayne tiki tak toooooook... Ah be abicim...

Arkadaşım Eşşek

Barış Manço'nun "Arkadaşım Eşşek" diye bi şarkısı vardı. Arkadaşım eş, arkadaşım şek, arkadaşım eşşeeekkk... Bu nakaratı idrak etmem uzun zaman almıştı. "Arkada Şimşek" ne alaka, ne şimşegi, ne manasız şarkı, diye gıcık olmuştum. Halbuki ne salakmışım.

Kısa Kısa

SWEET grubu ne müthişti değil mi abi yaaa. Biz orta yaş için hala bir efsane. 68, Barones, Fox On the Run bazı örnekler. Şimdiki gençler anlamaz, "Ananı nilolay" takılıyorlar.

Kısa Kısa

Şimdi bi aralarda "Boom Boom Boom, inin nin ni nini" diye giden bi şarkı vardı. Hatta Seden Gürel bunu arakladıydı; "BumBumBum daldan hop dala uçtum..." deyu deyu; Gülmüş idik velakin.

Ende Tura Bir Ki Üç

Oyun doğru anlatılmış da isim biraz sallama olmuş. Onun adı "ende tura küsurat" değil "Önde Durma Bana Bakma Arkamdaki Yeşil Kaplumbağa"dır.

Lastik

Bu oyun da sadece kızlara mahsus bir şeydi. Yani ben öyle biliyorum. Öncelikle iki kız ayaklarına iki ucu bağlanmış bir don lastiği geçirirlerdi. Sonra üçüncü şahıs gelir, 'birler','ikiler' diye lastiğin üzerinde ecübik hareketler yapardı. Ne var ki 'altılar'a felan gelince lastiğin yüksekliği artar, kimse burayı geçemezdi. Geçmeye kalkışanlarsa genellikle düşer, eve ağlayarak, yüz göz bok içinde giderlerdi.

Zımba

Tam bi eşşek oyunuydu. Lisede oynardık. Aklı başında damın oynayacağı oyun değildi. Bi ebe, bi kale, ve oyun alanının sınırları belirlenirdi. Ebe kaleden "bir-ki-üç zımba" diyerekten çıktıktan sonra, zımba dediği dördüncü adımından itibaren tek ayağı üstünde sekerek diğer oyuncuları kovalamaya başlardı. Eğer birine dokunabilirse, ebe dahil olmak üzere herkes bu zavallıyı kaleye kaçana kadar tekmelerdi. Eğer ebenin kovalama esnasında ayakları yere değerse, veya ilk çıkışını yanlış yaparsa, herkes onu tekmelemeye başlardı. Oyun uzadıkça sinirler gerilir, yumruklar konuşmaya başlardı. Oyunun sonunda ya kavga çıkardı, ya da müdür muavini gelir, bi de o döverdi bizi. Sıkı salaktık o dönem; büyük zevkle oynardık bu oyunu.

Dansa Davet

Sevdiğin erkek önünden geçerken ne kalbin atardı! Hep bana falso verip, yanımdakini alırdı Turgut, sinir olurdum. Sonunda dayak yediğimiz olurdu ama iyidi...

Dansa Davet

On yaşındaki çocukların kızları düdükleme isteğine bi anlam veremezdim. Ha bi de ayağının altını gösterirsen, "Ben seni istemiyom" anlamına gelirdi. Ama bu ayak kaldırma, eteğin altına bakma isteği uyandırırdı arkadaşlarda.

Dansa Davet

En sona kalan çift ceza alırdı. Ceza da şöyle idi: Birbirini önceden bulan çiftler, yan yana sıralanır, ellerini havada buluşturup bir tünel oluştururlardı. Son çift bu tünelin altından geçerken omuzlarına güm güm vurulurdu. İlk salak aşkların yaşandığı garip bir oyundu işte. Eğer bir kız veya erkek, iki oyun üst üste aynı kişiyi seçerse hemen dedikodular başlardı.

Dekmancılık

Küçükken oynadığımız geyik oyunların liste başı bana göre dekmancılık idi. Herkes eline bir tahta parçası alır ve sanki onlar birer silahmış gibi davranırdı. İki takım oluşturur ve dağılırdık. Düşmanı gördüğümüz yerde tahtayı doğrultup, "dekman!" diye bağırırdık (ne demekse?). Dekmanı yiyen şahıs kıpırdamadan olduğu yerde kalırdı, ta ki onun takım arkadaşı gelip ona dokununcaya kadar. Bu şekilde rakipler birbirlerini dondurmaya çalışırlardı. Bir takımın bütün elemanları donunca rakip takım oyunu kazanmış olurdu. Saçmaydı ama oynardık yinede bu oyunu.

Köşe Kapmaca

Yaw, kimse köşe kapmaca oyununa değinmemiş, olacak iş mi bu? O oyun ki insanları hala etkileyen, onlara toplu taşıma araçlarında, kahvelerde, restoranlarda "ille köşeye ben oturcem" saplantısını kazandırmış, hatta güzel Türkçemize bir baltaya sap olamayan insanların bahanesi olan "herkes bir köşebaşını tutmuş" deyimini yerleştirmiştir. Neyse oyuna geçelim: Efendim n köşe sayısını belirtmek üzere, en az n+1 zirzop bu köşelerin sınırladığı bir alanda içlerinden en uyanığının kendisi köşelerden birine yakınken "haydi köşe kapmaca" diye çığırmasıyla başlar. n tane zirzop köşeleri kaparken geride kalan zirzoplar (ki bunlar hangi köşeyi kapacaklarına karar veremeyenlerdir ve hayatları boyunca da bi skim olamayacaklardır) diğerlerinin salak gibi köşe değiştirmeye çalışırken (Bunu da niye yaptıklarını anlayabilmiş değilim. Güzel güzel köşeni kapmışın işte, otur oturduğun yerde.) boşalttığı köşeleri kapmaya çalışırlar. Oyunun sonu yoktur, hayat boyu devam eder. Etrafınızda gördüğünüz başarılı işadamlarının çoğu bu oyunu küçükkene iyi oynayan kişilerdir.

Evcilik

Kızların bir numaralı oyunu! Hiç kimse öğretmez; kızların içinde vardır bu. Evcilik duygusu ile doğar kızlar ve muhtemelen evcilik oynarken ölürler. Ben de ne anneler, ne kız çocukları olmuştum, hiç unutamam. Ah Ahh. Nerde o eski evcilikler; renkli taşları ezer, incir yapraklarıyla dolmalar yapardık. Bu herhalde Tanrı'nın kızlara ilerideki moron ev yaşantılarına alışmaları için göstermiş olduğu bir lütuf!

Gizli Hedef

Ahhh ah! Gizli Hedef vardı. Mahallenin bütün gençleri toplanır, kutu açılır, harita ortaya serilir. Kırmızı, yeşil, mavi, sarı, siyah ordular. Ahh ah ne kavgalar; Kırmızı benim, Hayır benim... Oyuna başlanır, görev kurası çekilir. Ulan yine "Asya ve Amerika'yı Ele Geçir" geldi be. Nee! "Kırmızı Orduları Yok Et", ulan işimiz zor. Kamçatka, Alaska, Alberta, Kongo, Batı Birleşik. Uff herifteki bağlantıya bak, bütün Avrupa onda. Ve savaş başlar... Bir saat, iki saat, beş saat. Hala oynuyoruz. Evet hala toplanıp oynuyoruz bu oyunu.

Rubic's Cube

Bahsettiğin renkli kutu bulmacanın adı, Rubic's Cube. Tahminen Rubic adında bir gavur bulmuştur.

Telli Araba

Hazır oyunlar bölümünde Telli Arabayı nasıl unutabilirsiniz?! Bugün herhalde 20-35 yaş arası olan tüm erkeklerin bir telli arabası olmuştur. En adi plastikten yapılma, tek renk (camlar dahil) deterjan kutusu kadar bir şeydi. Tavanından çıkan bir tel vasıtası ile itilir, bu esnada ağız ile motor sesi çıkartılırdı. En pahalı ve en hızlıları (nasıl oluyorsa) Mersedes olanları idi. Telin elde tutulan tarafı bükülerek direksiyon şekli verilirdi. Abartıp arabasını pullarla süsleyenler, hatta pille çalışan ledler takanlar bile vardı.

Telsiz

Türkiye'de bir zamanlar telsiz furyası vardı ki abaza arkadaşlar umudunu ona bağlamışlardı. Şimdi İnternet var, aynı abaza arkadaşlarımız chatten medet umuyorlar. Bazı şeyler sadece şekil değiştiriyor galiba.

Yooooğurtçu

Bir zamanlar elinde çan ile dolaşan yoğurtçular vardı be! Şöyle kaymaklı yoğurtu kepçeleri ile aldılarmıydı, derme çatma tartıları ile tartıp kaba veya torbaya doldururlardı. Yoğurdun nerede yapıldığı hiç bilinmedi ama tadına da doyulmadı.

Horoz Şekerleri

Horoz şekerleri vardı. Hani kırmızı renk horoz şekerleri. İğrenç bi tadı vardı ama ben yine de onlara bayılırdım. Yedikten sonra yüzüm gözüm kırmızı olurdu.

Dönme Dolaplar

Ne günlerdi o günler! Seyyar dönme dolaplarını hatırlayanlarınız vardır. Şimdiki o makina gücüyle çalışanlardan, lünapark denen yerle sözleşmesi olanlardan değil; dolapçının iman gücünün kaslarına yansıması sonucu çalışanlardan. Çok severdim. Bi gün yine bizim mahalleye gelmişti, anneme koşup para için bir sürü dil döküp, geri gelene kadar gitmişti. Neden o zamanlar kredi kartları yoktu ki?

Yanlış Numara Adamları

Bi takım adamlar aradıkları numaradan o kadar emindirler ki, alo der demez buyurgan bir sesle "Hasanı ver!" derler. Ya da soru dolu bir tonlamayla "Hatice?". Bu takım adamlara, helada, yeni öldü, gömdük vs. demek de para etmez. Israrla tekrar ararlar. Hasan'ı vermediğin veya Hatice olmadığın için fena bir düşman kazanırsın. Bazıları iyice şüphecidir, "Mimarlar Odası değil mi orası?" diye hayretle sorarlar. "Değil", dersin, "cık cık" yaparlar. Telefonu bir gecede mimarlar odasından nasıl söküp kendi evine bağladığına şaşarlar. Ama onlar kül yutmaz. Onun için bir daha ararlar. Ebediyete kadar ararlar. Bıkmazlar, yorulmazlar. Allah onların müstehakını versin, ne diyeyim?

Mahalle Maçı Adamları

Erkekler o eski mahalle maçlarının heyecanını iyi bilir. Oyuncular arasında diğerlerine nazaran daha karizmatik, sözünü geçiren, kodummu oturturum bir tip hep var olmuştur. Takımları düzenler, kimin nerede oynayacağına karar verir, en şişman ve kabiliyetsiz olanını kaleye geçirir, ya da geride durmasını, gelen toplara "Ya Allah" ederek vurmasını emreder. Bu tipler bir ordu yönetiyormuş gibi takımlarını, ve hatta maçı yönetirler. Hata yapan herkese bağırır, insanı maç yaptığına pişman ederler. Kendi takımından biri faul yapmışsa ve oyun devam etmişse, "adamın devam etti oğlum" demeleri bu tiplerin en belirgin özelliğidir. Bu tiplerle maç yapmak Reha Muhtar ile röportaj yapmak gibidir.

Uzun Anlatanlar

Bir olayı anlatırken, "...sonra elimi bardağa usulca yaklaştırdım, bardağı içindeki suyla birlikte kaldırıp yavaşça ağzıma götürdüm, derken telefonum çaldı..." diye hiç bir şeyi atlamayarak insanı daraltanlardan uzak durun. İyi gelir.

İyi Yapmışsın İnsanları

- Abi işte şuraya gittik bugün... - İyi yapmışsın. - Abi elektrik faturasını yatıracaktım bugün; çok sıra vardı, kasmadım vazgeçtim. - İyi yapmışsın. Ulan neresi iyi bunun? Yarın da yatırmazsak sen yine iyi yapmışsın dersin şimdi. Hatta "En Güzeli, En Temizi" gibi laflar da kullanırsın. Yok abi sen adam olmazsın

Olsa Dükkan Senin'ciler

Bu tipler "cimriler" kategorisinin bir alt grubunu oluştururlar. Başkalarından herşeyi utanmadan isteyebilmelerine karşın, siz onlardan birşey istediğinizde bu türün özelliği kendini göstermeye başlar. İstediğiniz şeyin kendisinde bulunmadığına binbir yalan söyleyerek sizi inandırmaya çalışır ve akabinde "çok eli açık ama, imkansızlıktan dolayı yardımcı olamayan insan" izlenimi yaratmak için "Olsa dükkan senin abi, biliyosun!" gibi cümleler kurarlar. Saf olanlar bu yalanı yutarlar.

İnternet Sarkaçları

Sayıları teknolojinin gelişmesiyle doğru orantılı olarak artan bu insanlar, genelde erkektir. İlk örneklerine 75Mhz'lik Pentium'ların çıkışından birkaç ay sonra rastlanmıştır. İnternet'in yaygınlaşmasıyla birlikte sayıları da hızla artmıştır. Bunlar chat odalarında şiirler okuyarak romantik çocuk kıyafetlerine bürünürler ve kız tavlamaya çalışırlar. Yazdıklarının yarısından çoğu yalandır. İşsiz oldukları halde kendilerini doktor veya avukat olarak tanıtırlar. "Latin müziğine bayılırım", "Almanya'da Master yaparken dans kursuna gitmiştim" gibi geyiklere girmeleri kaçınılmazdır. Eğer onlara X yazarı hiç beğenmediğinizi söylerseniz, o yazar sarkaçların en büyük düşmanı olur. Bir müzik grubunu çok sevdiğinizi öğrenirlerse o grup için canlarını bile verebileceklerini söylerler. Kısacası yalakalığın en üst mertebesine ulaşmış kişilerdir bunlar. Aynı anda onlarca masum kıza sarkabilirler. Kelime oyunlarıyla güzel bir kız olup olmadığınızı anlamaya çalışıp çok zaman kaybetmeden buluşma teklif ederler. Amaçları bellidir ve sadece o amaç için yaşarlar.

Kadın Günleri

Bazı kadınlar hem buluşmak, hemde kaynaşmak için günleri icat etmişlerdir. Mekan olarak her defasında deişik birinin evi seçilir. Ev sahibi hanım konuklarına kendi yaptığı pasta börek ve cörekleri ikram etmekle yükümlüdür. Konuklardan biri mutlaka rejim yapmaktadır ve pasta börekleri götürmektedir. Soranlara ise "Pazartesi başlarım canım" diyerek o günün pazartesi oldugunu unutmaktadır. Bardak bardak çay içilip dedikodular yapıldıktan sonra "E artık geç oldu bizim bey gelecek." diyerek savaş alanına benzeyen mekandan ayrılıp alt kattaki evlerine dönerler.