Baraka

Baraka

1992

Ortalama Puanı: 9.6

Öykü

İlla bir konu isterseniz, konusu yok. Karakter yok. Konuşma yok. Dünyanın 24 ülkesinde çekilmiş bir belgesel. Görüntü var, ses var, müzik var. "İyi de ne anlatıyor?" derseniz: İnsanın ve dünyanın evrimini, insanın çevresine karşı geliştirdiği davranış ve tavırları anlatmaya çalışıyor.

Notlar:

  • Yönetmen Ron Frick ve yapımcı Mark Magidson, 3 kez dünyayı dolaşmış ve 24 ülkede çekimler yapmış. Gize’deki Piramitler, Hindistan’a Ganj Nehri, Everest Dağı, İstanbul Galata Mevlevihanesi, Kabe, Ayasofya, say say bitmez...
  • 1992 yılı Montreal Film Festivali’nde en iyi film ödülü almış.
  • Ülkemizde de mütemadiyen her sene, yaz şenlikleri kapsamında gösterime girer, çok beğenilir, pek izlenir.

İzleyenler ne demiş?

  • GÖRSEL BİR ŞÖLEN

    Yıllar yılı sinema eleştirmenleri gibi yazmak istemişimdir. Alın işte bir daha yazıyorum. Tam anlamıyla görsel bir şölen. Kaçırmayın!
    Puan: 10
  • insanın makinalaşması üzerine bir hissiyat

    özellikle belgeselin müzikleri bence önemli. Lisa Gerrard ile Brandon Perry iki başlarına Dead Can Dance oluyor. Filmin başında fonda bu grubun Yulunga şarkısı çalarken kameranın yağmur ormanında yaprakları aralayarak ilerlemesi tüyleri diken diken eder. Ya da sadece mistik ruhlarınkileri. Ayrıca Japon işçilerin günlük çalışmalarının hızlı çekimi ve arkada Brian Eno... 10 kere seyrettim, her seyrettiğimden bir puan...
    Puan: 10
  • İnsanlık, teknoloji, değişim.

    Bu film, gerçekten herkesin izlemesi gereken bir film. Filmi izleyen herkesin, farklı şeyler aldığı bu film, insanlığın değişimini, insanların teknoloji karşısındaki tepkilerini ve teknolojiyle içiçe yaşayan bizlerin hayatını sorguluyor. Bir yumurta fabrikasında doğan, büyüyen ve yeni yumurtalar veren canlılardan insanlığa yapılan gönderme, beni gerçekten çok etkilemişti. Bu ruhsuz dünyada doğduğumuz için, ne kadar monoton ve cansız bir yaşamı sürdürdüğümüzün farkında değiliz. Keşke daha fazla puan verebilme imkanım olsaydı.
    Puan: 10
  • ...

    bu filmi daha oğrusu belgesel yalnızca bir kez görme şansına sahip olabildim.benim gibi sinema=görüntü anlayışına sahipseniz büyük keyif alacağınız kesin .özellikle müzik tutkunlarını tatmin edeceğini umduğum enst. müzikler var... benim filmle ilgili iki sorunum var; anlatmak iste(me)dikleri ve öner(eme)diği yaşam biçimi... (bilmem anlatabiliyormuyum?) inanç-kapitalizm eksenindeki filmin semavi dinlere haksızlık yaptığına inanıyorum.... örneğin islam anlayışı yalnızca süleymaniye camiinin muhteşem görüntüleriyle ,semah gösterileriyle vs. anlatılamaz. aynı şekilde hristıyan kültürü de birkaç kilise ve ayin görüntüsü ile anlatmaya çalışmışlar dünyanın 3/2'Sinin üç büyük dinin mensuplarından oluştuğundan haberiniz yoksa,ve sürekli olarak birbirine benzeyen uzakdoğu dinlerinin törenlerinin tekrar tekrar gösterilmesi insana sıkıntı veriyor. kısaca yönetmen inançtan yalnızca bunu anlıyorsa bu Ron Fricke'nin subjektif tavrıdır, ancak yapıtı objektifmiş gibi ortaya koymaya hele hele "ortada" durma iddiasında olmasından vazgeçmesi gerek...
    Puan: 8
  • mükemmel bir yapım.

    Bu filmi ilk kez 5 Ekim 2000 yılında TRT2 deki sinema büyüsü programında izledim. Muhteşem bir yapım. Değişik mekanlarda çekilen görünüler bakımından çok etkileyici. Şu ana kadar izlediğim en iyi yapımlardan biriydim. Ayrıca görüntülerle bütünleşen müziklerde çok etkileyiciydi.
    Puan: 10
  • başyapıt kelimesinden nefret etsem de,baraka bir başyapıttır gözümde..

    Sulu zırtlak bir insan değilim;en azından filmler konusunda duygusallaşabilmek gibi bir vasfa sahip değilim. Ama yokuş yukarı yük arabasını düşe kalka taşımaya çalışan eşşeğin görüntüsünün akabinde gelen çöplükte yaşayan insanların görüntüsü, bu görüntünün evvelindeki büyük şehir izlenimlerininde desteğiyle birleşince, boğazımı gece yatana kadar geçmeyen bir yumruk tıkadı... Filmi ilk izlediğimde şok olmuştum anlıyacağınız.. Aradan geçen zamanda filmi 3 kere daha izleme fırsatı buldum ve her seferinde etkilendim... İnsanların en arınmış hallerinde bulundukları dinsel ibadetleriyle, modern yaşamın vahşi döngüsü arasındaki tezatlık, 20. yüzyılın ruhunu anlatmada öylesine ustaca kullanılıyor ki... Bir arkadaş, Ron Fricke'nin dini modern yaşama alternatif olarak sunduğunu iddia etmişti; ben öyle düşünmüyorum, daha ziyade dinlerin arındırıcı, ruhani yönlerini öne çıkararak, maneviyata yer kalmamış büyük şehir yaşamına olan eleştirisini pekiştiriyor bence fricke. İnsanevladının dünya üzerindeki mucizevi yaşamı üzerine düşünmek yerine kendini fabrikadaki civcivlere çevirmesini eleştiriyor... Bir de değinmeden geçmek ayıp olacağı için, filmin görsel açıdan ne kadar mükemmel, hatta kusursuz olduğunu söylemem gerekiyor... Neyse diyeceğim o ki, bu filmi seyretmeden göçüp gitmeyin dünya üzerinden...
    Puan: 10
  • Aradım Aradım Aradım Aradım Aradım Aradım Aradım Aradım

    Hala da arıyorum.... Arkadaslar bulamadım. birisi su filmi gondersin bana. bilgisayarimda cd-rom a yerlestirip durup durup seyretmek istedigim o kadar cok yeri varki. ama bulamadım. istanbul da olmamamın da payı var tabi bunda... ama nolur elinde cdsi, dvdsi, VHSsi, betası, datı, baska turde hangi medya olursa olsun varsa gonderin alnınızdan opeyim. ya da bana nerden bulabilecegim hakkinda ufacik kucucuk bir ip ucu verin bari yaw.... hııı! film nasil mi? ... :-)
    Puan: 10
  • nereye kadar?

    endüstrileşen toplumun bize dayattığı "daha hızlı olma" arzusu ve bu uğurda yitirilen "insan içgüdüleri"... sanırım sanayi uygarlığına en net cevabı da ağır adımlarını atan ve zaman gibi mefhumu olmayan budist rahip veriyor... şehirleşmenin çıkmazındaki öğrencilerin metrodaki naif bakışları ile beyaz palyaçonun isyanı filmin can alıcı kareleriydi...
    Puan: 9
  • Arbeit Macht Frei

    Filmin hemen başında bir su birikintisi içinde "görmüş geçirmiş", bilge bakışlı bir maymun karşılıyor bizi, film de bu noktadan itibaren koyuyor ağırlığını üzerime. O nası bakıştır hayvanın gözlerindeki? Nerden buldun, nasıl çektin, nasıl yakaladın o ifadeyi? Film boyunca sayın maymun görüntüsünü hiç eksik etmedi dimağımdan, "sen evrimleştin de ne oldu insanoğlu?" dedi durdu yer yer. Devam edelim... Muhteşem doğa manzaraları ardından gelen ironik "modern hayat" görüntüleri, hemen ardından insanın yarattığı dünya... evsizler, hayvanlarla birlikte çöp karıştıran insanlar, silahlar, tanklar, toplama kampları. İnsanın kendi cennetimi yapıcam diye kendi cehennemi içinde kaybolması zannederim ki daha güzel anlatılamazdı. Bu sahneleri izlerken sanırım herkes -muhtemelen başlangıçta pek anlamsız bulduğu- yerli görüntülerini hatırlayacak, ve soracak kendisine: "hangisi daha anlamsız acaba?" diye. Güneş tutulması sahnelerinin film boyunca kademe kademe verilmesi insanın kendi dünyasını karartmasını simgelemekte sanki. Güneş yeniden ortaya çıkıyor haliyle, ilk ışığı görüyoruz, ve hemen ardından ağlama duvarına, Ayasofya'ya, Kabe'ye gidiyoruz. Yönetmen "umut ışığı" nı dinlerde, manevi hayatta gördüğünü anlatıyor bence bu şekilde. Pek dindar bir insan olmayan ben böyle yorumlamaktayım bu sahneleri. Bi hayli özet bi bakış oldu bu filme, fakat her sahneye hakettiği değeri vermeye kalksak buralara sığmaz. Ayrıca japonları pek seven bir biladerin de ifade ettiği üzre bu film kesinlikle sinema ekranında görülmeli, tadı eksik kalıyor sonra... Seyreden pek çok yönetmenin "keşke ben çekseydim" diye kıskançlık duyacağı bir yapıt olmuş Baraka.
    Puan: 10