Daha İlkokuldaydım, yaşım itibarıyle siyasi-sosyal-ekonomik esprilierinin çoğunu anlayamadığım halde bu derginin nedense müptelası olmuştum; yaşıtlarım babalarına 'akşam eve gelirken çukulata getirseneea' diye yırtınırken ben akşama gırgır sipariş ederdim babama. Sebebi de orta sayfalarında, şu an kimin yazıp çizdiğini hatırlayamadığım (Galip Tekin olabilir mi acaba?) o tuhaf öykü dizileriydi. Komik diildi bunlar, kara mizah, dram, bilimkurgu, korku karışımı bişeylerdi, kendilerine has bi felsefeleri vardı. O yaşta bi çocuk Tom-Jerry izlemesi gerekirken bunlardan ne anlardı, ne zevk alırdı??? oluyodu ama işte, ben de bi parçası oluveriyodum o hikayelerin. Hele 'Küçük Kara Delik' diye bi öykü vardı, bi çocukla odasındaki bi delikten geceleri çıkıp gelen bi yaratığın garip dostluğu..Sonu acıklı mı bitmişti bilmiyom ama ben bittiğinde yine de ağlamıştım. Son bi şey, 'küçük Kara Delik' olmasaydı bile, Atilla Atalay'ı mizah dünyasına kazandırdığı için zaten ben yine minnettar olurdum sevgili Gırgır Dergisi'ne..