Yazgı
Albert Camus'nün kitabını ne yazık ki okuyamadım. Ama Zeki Demirkubuz konusunda tecrübeliyim, üstelik sadece tecrübeli değil fanatiğimde. Zira kendisinin türk sinemasının en karakterli, en iyi filmlerini yapan adam olarak tanıdım, bildim.
Bu filmde, aynı bağlamda karşıladı beklentilerimi elbette, kitabı okumamış olmama rağmen. Tabi diğer Demirkubuz filmlerine göre daha az karanlık gözüken ve daha doğrusal bir hikayesi var. Ama derininde en az onlar kadar karanlık ve depresif bir film.
Demirkubuz gitgide sinemasını soğuklaştırıyor, daha mesafeli bir tavır takınıyor sanki. Diğer filmlerindeki biçimsel oyunlardan bile isteye kaçınıyor, sanki kamerayla bir numara yapmaktan, şaşalı bir görüntü çekmekten utanıyor, seyirciye haz verecek (hazdan kasıt basit, geçici bir zevk) her türlü öğeyi uzak tutuyor filminden ve hikayesinden.
Ve filmin başkarakteri, izlediğim bütün Demirkubuz filmlerinde olduğu üzere, ama bu sefer çok daha vurgulanmış bir şekilde, kayıtsız, pasif, izleyici konumundaki orta yaştan biraz daha genç bir erkek.
Zeki Demirkubuz'un alamet-i farikası oldu bu artık...
Söyleyelim, film yavaş yavaş ilerliyor, ben kendi adıma sıkılmadım ama birçok kişinin sıkıntıdan bayılacağı kadar yavaş bir film bu. Ama yeterince etkili, yavaşlığının ödülünü verende bir film aynı zamanda.
Sevmediğim yanlarıda oldu, kimi diyaloglar fazla kitabi, gerçekdışı duruyordu; misal finalde savcı mıdır nedir, devlet görevlisiyle yapılan konuşma; her ne kadar içeriği ilginç olsada...
Bugün nedense çok cömertim, az sonra moulin rouge'a da 10 vereceğim mesela, buna da 8 veriyorum. Masumiyet onluk, Üçüncü Sayfa dokuzluk, bu ise sekizlik. Ama üçü de çok iyi filmler...
Puan: 8