zuxxi.com//sinema|geyiks

Galapagos

  • 8MM - 8MM

    VALLAHI MY DEAR, I DON'T GIVE A DAMN

    Epey ilginc bir film. Daha once Mute Witness (1995) ve izlemedigim Snuff (1974) filmerinde ele alinan "Ulan oldurmek ve olum izlemek gercekten zevk olabilir mi?" sorusunu sorduran, "Bunca yol katetmis, boyle bir sivilizasyon kurmus olan insanoglunun dedelerinden kalma oldurme zevki hala bize genlerimizden nanik mi yapiyor?" dedirtiyor. Psikopat ve sadistler disindakilerin insanliklarini duyumsayabimesi icin gormesinde fayda var. Neyse, isteyen izler, istemeyen izlemez.
    Puan: 7
  • Fakülte - The Faculty

    THE HORROR... THE HORROR...

    Konu daha once ele alinmis bazi ogelerin birlesiminden olusuyor; izleyicinin gozune sunulan konu uzaylilarin insanlarin vucutlarini ellerine gecirmesi olsa da, esas tema deger yargisi. Son yillarda cocukca goruslu pro-uyusturucu filmlerden sonra fikir naneli seker gibi insanin icini aciyor. Yanlis anlasilmasin; uyusturucu ogesi minicik kaliyor gelisen olaylarin yaninda, ama anlatilmak istenen toplumca tu-kaka pozisyonundaki uyusturucunun alisilagelmemis durumlarda hayat kurtarici olabilecegini, boyle bir ortamda da dogru kararin gene insanoglunda oldugunu keyifle anlatiyor. Bu arada deger yargisi (daha dogrusu onyargi) filmin sonunda yine izleyicinin kulagina fisildiyor "bak, durumlara onyargisiz yaklasabilecegini zannetsen de goruyorsun ki deger yargisi gibi onyargi da suregelen toplumun bir parcasi olmak zorunda birakilmis, onemli olan once insan olmak, toplumun bir parcasi olmak daha sonra gelir," diye. Millet, Stanley Kubrick'in 'Otomatik Poratakal (A Clockwork Orange)'ini ve Frnacis Ford Coppola'nin 'Mahser Zamani (Apocalypse Now)'ni izlemeden gitmeyin bu dunyadan.
    Puan: 6
  • Gizli Noktalar - Private Parts

    HERE'S LOOKING AT YOU, KID

    İzleyeli epey oldu ama aklımda kalan bazı ilginç bölümleri var. Stern don gömlek iken stüdyoda bulunan hatunun adı Jenna Jameson ve Amerika'nın en popüler porno yıldızlarından (diye duydum). Canlı yayında telefondaki hanımın orgazmı ise tek kelimeyle orgazmik. Medyanın insanları geceden sabaha var ya da yok ettiği bir ülkenin evlatları olarak, mega medya sapıklığının anavatanındaki uçukluğu merak edenlere tavsıye edilir. Söyleyecek fazla birşeyi olmayan, ama yine de yer yer eğlendiren bir film.
    Puan: 5
  • Gözü Tamamen Kapalı - Eyes Wide Shut

    EWS: A PERSONAL ODYSSEY

    İzleyiciden dikkat, sabır ve analiz talep eden Stanley Kubrick (SK) amcamızdan beklenecek kadar zeki, bir o kadar da insanın kanına girmeye aday bir film. Ama baştan demek gerek ki filmi izlerken yer yer bir fili becermeye çalışan bir fare gibi hissediyor insan kendisini - yer yer monoton ve yeterince zevkli değil izlenimi veriyor insana - ama NK’in dediği gibi insan ‘kafasını kullanınca’ daha zevkli hale geliyor. Biraz avanslıyım çünkü bir hafta arayla iki kez izledim. İlk izleyişimde en favori 50 filmimin arasına girmişti, ikinci izleyişte ilk 10’un kapısını zorlamaya basladı. Diyalogları, görüntülerin analizini iyi yapın. Önce kayda değer noktaları sıralamak istiyorum bayanlar ve baylar. İkinci izleyişten sonra Nicole Kidman’ın (daha az ekranda görünmesiyle bağlantılı olarak belki) kocasından daha iyi bir oyunculuk çıkardığı kanaatine vardım. Filmin neredeyse hepsi İngıltere’deki Borehamwood stüdyolarında çekilmiş (izleyicinin Manhattan sokakları olarak kabullendiği sokaklar, apartman daireleri, vs. aslında İngiltere’de – niçin mi? çünkü en mükemmeliyetçi yönetmen olarak bilinen amcamız yıllardır uçma korkusundan dolayı uçağa binmiyor, yanılmıyorsam 2001’i çektiğinden beri vatanı olan ABD’ye uğramamış – ama önemli olan, Stanley amcamızın bu ve diğer birçok takıntısına rağmen Warner Bros’un onun emrine 65 milyon dolar armade etmesi.) Diğer kayda değer bir nokta SK’in kullandığı müzik –ilk başta evlilik ve ‘günlük’ hayatı harikulade bir tragedya etiketiyle tasvir eden Shostakovich’in ‘Jazz Suite’i (izleyiciye ilginç gelse de Nicole ablamızın kalçaları, onun yaşadığı günlük hayatın bir parçası onlar), Chris Isaak’in ‘Baby Did A Bad Bad Thing’ parçası ve tam anlamıyla hayran kaldığım Jocelyn Pook’un film müzikleri (maskeli ayindeki o sanki ateist hava, o kemanın inceliği, tüyleri diken diken etmesi, sonra melodinin bir iki oktav (yoksa başka bir şey miydi onun adı?) yukarıya çıktığında yaşanan o doğasal ‘açılma’, ‘çiçek açma’, o ‘sunuş’ ortamı, kızların o ayağa kalktıklarında, gerildiklerinde o ‘yeniden doğuş’ hissi; ve daha sonra da orgy sahnelerindeki o rüyamsı hava - protoplazmama kadar irkildim, ba-yıl-dım). Kullanılan renkler nefis, mekanlar ilginç. Tom abimizin karakteri okul arkadaşı Nick Nightingale’in piyano çaldığı bara girdiğinde gözünüz ekranın sol tarafında olsun, bazı arkadaşlar orada genççe bir hanımla oturan gözlüklü ve sakallı amcanın Stanley amca olduğunu söylüyorlar; gerçi ben tamamen benzetemedim ama eğer doğruysa sinema tarihinin belki en ‘cin’ ve özel hayatı en gizli yönetmeninin hareket eden ender görüntülerinden birini bulmuş olacağız. Bir de minik hata var sanırım: baştaki partide Ziegler’in (Sydney Pollack) tuvaletindeki durum düzeldiğinde kamera geri geri gitmeye başladığında (Sidney Pollack Tom Cruise ile ilerlerken) sol tarafa bakanlar duş kabininin koşesindeki parlak kaplamada filmin çalışanlarından birinin aksini görecekler (SK bile bile böyle bir yanlış yapacak bir yönetmen değildi, siz ne dersiniz? - SK bu film üzerindeki çalışmasını bitirdikten bir hafta sonra aramızdan ayrıldı.) Şimdi gelelim konuya: Tom abimizin karakteri, sevgili eşiyle bir akşam ‘benim itirafım seninkinden büyük’ oyunu oynarken eşinden beklemediği bir itiraf duyar; bundan sonra afallayan Tom abimiz gözünü açmak istemeye başlar ve yasak meyveye, hedonizme, fanteziye açmak ister gözünü ve bundan sonra gelişen her olay bir sonrakini etkiler. İnsanlığını bir kademe ilerisine ulaşmak icin insanlığını duyumsamaya, kendi kendisini sorgulamaya ve kendi kendisiyle hesaplaşmaya başlar. (HENÜZ İZLEMEMİŞ OLANLAR BUNDAN SONRASINI OKUMASIN BENCE) Başlığa gelelim: Eyes Wide Shut ne demek yahu – bu laftaki mantık kanımca şöyle: Eyes Wide Shut diye bir laf yok; Eyes Shut (1) var, gözler kapalı demek yani düşünmeden, sorgulamadan, hissetmeden, görmeden, kafayı kuma sokarak odun gibi yaşamak (Tom Cruıse’un yolculuğun başındaki hali) ; bir de Eyes Wide Open (2) var ki gözler tamamen açık demek ve filmde Sidney Pollack’in karakteri Ziegler ve maskeli ayin-balo’dakilerin seçimi. Yani hedonizm, insanın ‘alma’, ‘sahip olma’, ‘tüketme’ içgüdüsü ne kadar kabarırsa kabarsın o içgüdülerini sonuna kadar beslemeyi seçenler. Eyes Wide Shut ise aradaki denge; yani bilmek, görmek, ama işin bokunu fazla çıkarmadan doyumsuzluğa düşmemek. Dr. Harford’un (Tom abimiz) filmin sonunda geldiği zihinsel nokta bu bence. Filmin senaryosu Arthur Schnitzler isimli bir yazarın ‘Traumnovelle’ (rüya romanı) adlı romanından uyarlanmış. İzleyenlerden coğunun hemfikir olduğu bu ‘yahu şu ruya mıydı yoksa’ havası ve kitabının adı biraz fazla literer ele alınıyor bence. Evet, Nicole Kidman’ın kocasının gördüklerine benzer bir güzergahtan ruyasında geçmiş olabilir; ancak Arthur Schnitzler bu romanı Viyana’da 1920’lerde yazdığında Freud’un çalışmaları şimdi olduğundan çok daha taze olmuş olabilir. Filmin ana teması kimilerine göre seks, kimilerine göre ölüm korkusu (?), ama kanımca (fikrim sonra değişebilir) film üç katmanda izleniyor. Birinci katmanda seks, ikinci katmanda seksüalite (cinsellik), üçüncü katmanda ise kişisel değer yargısı sistemi var başlıca. Kubrick’in filmlerinin genel teması hep beklenmediği gibi giden planlardır, hepsinin arasından en pozitif mesajlı filmi olabilir EWS. Ama bunu daha derin analiz etmek gerek. Alışılmış Kubrick kara mizahı bu filmde de var: Orgy sahnelerınden hemen sonra esrarengiz gaco Tom abinin karakterini bir köşeye çektiğinde çalan parça ‘Strangers in the Night’, Tom abinin keltoş amca tarafından takip edilirken satın aldığı gazetenin başlığı ‘Lucky To Be Alive’ vs. Sonda ‘aşırı doz’dan ölen gacoyla baştaki tuvalette aşırı doz’layan kız aynı mı hala tam belli değil Ziegler öyle olduğunu söylüyor gibi ama arada minik bir kelime oyunu var sanki; eğer yoksa yine de baştaki kızın ve partideki gaconun göğüs uçları ve gözleri farklı. Şunu da unutmamalı ki bu detayları inceliyoruz ama aktrislerden herhangi biri Kubrick’in dillere destan manyaklıklarına (filmci bir arkadaşım Kubrick’le calışan kameramandan bir sahneyi Tom Cruise’a 100’den fazla kez tekrarlattığını duymuş) dayanamamış ve kapıyı carpıp çıkmış olabilir. Ondan sonra mantık aranır mı tabii kızlar farklı diye? Gerçi Kubrick böyle birşey olduğunda yeni gelecek aktrisle baştan çeker bütün sahneleri ama neyse. Konuya biraz daha eğilmek istiyorum, bazı arkadaşlar SK’in orgy sahnesini seksi ve cekici kılmak yerine daha olağandışı göstererek bunun yanlışlığını vurguladığını söylüyorlar. Evet orgy sahnesi bile bile cekici olmak üzere tasarlanmamış, cünkü bu olgu ekstrem bir notkada sevgili arkadaşlar. Burada yanlışlık veya doğruluk vurgulamak yok. Ruyamsı bir hava var ama önemli olan orada yapılan bir miktar egzibisyonizm (göstericilik) varsa ondan çok daha büyük bir miktarda voyörizm (seyircilik) var. Eğer SK’in ‘yasak meyve yemek yanlıştır’ türü bir mesajı olsaydı aynı absürdite Tom Cruise fahişenin evine girdiğinde de yaşanırdı, ertesi gün aynı evde fahişe’nin arkadaşının göğüslerini okşamaya başladığında da. Kanımca, Tom Cruise Nicole Kidman ile yeraldığı sevişme sahnelerinde bile fahişenin arkadaşıyla olduğu sahnedeki doğallık yok. Ayin sahnesinde Dr. Harford’a yukarıdaki asma kattan bakıp selam veren adam baştaki partide Nicole Kidman’la danseden kazanova Szavost mu? Yoksa Ziegler mı? Selam veren adamın yanındaki kadının doktorun karısı Alice olabileceği düşüncesi beni ilk izleyişimde eğlendirmişti ama öyle değil. Filmin had saffada ilginc olan sahnesi şüphesiz Dr. Harford Ziegler’ın evinden kendi evine döndüğünde kendi yastığının üzerindeki maskeyi gördüğü sahne. Alice film boyunca kocasının çıktığı yolculuklar dışında ‘cin gibi’. Kocası daha babysitter’ın adını bilmiyor ama Alice çok şeyin farkında. Alice çaktırmadan icinde olduğu torbadan maskeyi bulup kocasından açıklama mı bekledi, yoksa kocası bile bile mi sakladı maskeyi de karısı onu sonra mı buldu? (Harford’un kostüm dükkanındayken maskeyi nasıl kaybettiğini geçiştirmesi pek inandırıcı gelmedi bana.) Bu film tam anlamıyla ‘ye beni’ diyor; SK mıymıntılığından uğraşmamıs 1,5 yılı aşkın bir süre bu filmle, film sizden sorgu bekliyor, kendi kendinizi sorgulamanızı bekliyor, siz siz olun bu filme hakettiği saygıyı verin. Yaptığı filmlerde hep ‘yahu düşünün bir kez, insanoğlu kendi çapında bir yerlere ulaşmış olabilir, ama siz şımarmayın ve farkedin ki, evolüsyon bir yerde büyük bir hata yaptı, insanoğlu içerisinde yaşadığı sistemi geliştirdi ama kendi gelişiminde aynı ivmeyi yakalayamadı ve tam anlamıyla ‘gelişebilmesi’ için yine o tek hücreli canlı seviyesine geri dönmesi gerekiyor, hayatınızın anlamsızlığının sarkazmını anlayın’ mesajı veren Stanley Kubrick, kariyerine nokta koymak için ancak bu kadar derin bir proje seçebilirdi. İyi ki dünyamıza uğradın Sayın Kubrick, her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan.
    Puan: 9
  • Dünya Yetmez - The World Is Not Enough

    I E X P E C T Y O U T O D I E, M R. B O N D

    Pierce Brosnan'lı üç film arasından en iyisi diyebiliriz sanırım. Pierce birader diğer filmlerden daha hisli, daha duygulu oynuyor senaryo icabı. Önce Sean Connery vardı, Bond'un şovenist ve maço yanını iyi sergiledi. Sadece bir Bond filminde oynayan Georg Lazenby fazla tutmadı, Roger Moore geldi. Geldi ve Bond karakterinin içine sıçtı; o züppe tavırlarını ekledi. Sonra Timothy Dalton geldi yerine, iyice boku çıktı. Pierce Brosnan züppeliği de, şovenistliği de prezante etmekte Roger Moore'dan daha fazla başarılı. Sean Connery gibisi bir daha çıkmayacak; eğer Bond filmlerini seviyorsanız izleyin, çocuğun son Bond filmi zaten.
    Puan: 5
  • Şeytanın Günü - End of Days

    ...

    Devil's Advocate'ın yanında bok yemenin arapçası gibi kalıyor. Hele o sonda Arnie'nin 'mutlu ölüyom' tarzı bakışı bana 'Ulan artık film sanat olmaktan çok çok öte ve sinema sektörü artık sadece en fazla miktarda 'agu agu' tipi izleyiciyi memnun edebilecek şekilde şekil alıyor.' diyor. Gidin izleyin ama fazla bir şey beklemeyin.
    Puan: 3
  • Çığlık 3 - Scream 3

    I'LL BE BACK

    Yau bi türlü bitmedi bu Ixerim serisi, valla aslinda bitmesin de. Korku janrının matrak sabsekşınını zengınleştiren Wes amcamız yine çok keyifli anlar yaşattı bana. Secrets striptiz kulübü aslında daha keyifli anlar yaşatmıştı ama keyif/maliyet orantısı daha düşüktü onun. Neyse kafam başka yerlere gitmeden diyeyim ki bu film, Scream 1den daha vasat ama Scream 2den çok daha süperiör bir yapımdır. Bu arada eklemeliyim ki filmin başlarında öldürülen bir mavi gözlü sarışın göreceksiniz, o hatun Amerikan erkeklerinin uğruna galonlarca ... harcadığı Jenny McCarthy. Bu arada onu yakından tanıyan varsa galapagosun.ini@virgin.net olan email adresimi ona ulaştırsın da onu inimde bir kuş uykusuna yatıriim. Neyse, bundan önceki eleştirilerimde sinematik detaylara fazla takıldım diye sıkılanlar hatta harakiriye teşebbüs edenler oldu, kısaca bitiriim. Kalbi olanlar dışında herkes gidebilir. Hoplar zıplar, sonra da 'muhahaha' diye kahkahayla çıkarsınız. Psikolojik detaylarda da biraz incelik ve kinaye var, çıktıktan sonra da 'yau benim şu ya da bu hareketim çocukluğumdaki hangi izlenimimden veya düşüncemden yola çıkarak bilinçaltım tarafından kontrole alınmıştır?' diye de kendinize sorarsanız kendi kendinizi şu ya da bu konuda uyutmamaya başlayabilirsiniz (ne alaka demeyin).
    Puan: 7
  • Pi - Pi

    MEIN FÜHRER, I CAN WALK!

    Gerçekten soruyorum kendime, '60.000 dolarla çekilmiş bir film, benim favoriler listeme nasıl böyle hopadanak girebildi' diye. Yönetmen Darren Aronofsky, Harvard mezunu ender sinemacılardandır, eh parayı ne kadar iyi kullandığından belli oluyor. Birçoklarının bu filmi David Lynch'in Eraserhead'iyle karşılastırdığını duydum, ama yorum yapamıycam çünkü onu izleyemedim henüz. Bu arada sakın paranoyaklar gitmesin, siyah-beyaz çekim, kamera tekniği, ışıklandırma vesaire gerçekten rahatsız edici bir atmosfer yaratmak için kullanılmış. Senaryo fazla sağlam değil, ama farketmek zorunda kalmıyor insan. Aklınızda bulunsun, Max metroda kendisinin fotoğrafını çeken çocuğu kovalarken dikkat edin, o çocuk filmin o takdire şayan tekno ım-tıs soundtrack'ini yapan elemanmış. Filmin size katabileceği en baba düşünce gösterilenin doğru yol olmayabileceği ve bunu eksiklikleri hissettirerek sizin tamamlamanıza yardımcı oluyor. Yarı bilimsel, yarı şiirsel (bu konuda katılmayacağınızı zannediyorum - özellikle o paranoyak takdimde) bir tarzla biz yürümeyi öğrenirken koşmaya çalışan Max'ın benliğinde izleyiciyi gezdiren bu filme hakettiği değeri verin (nedense vermeyeceksiniz gibi geliyor bana). Aman şunu da ekliim; canınız sıkkınken ya da moraliniz bozukken izlemeyin, birazcık kıl ediyor.
    Puan: 9
  • Üç Kral - Three Kings

    HMNGH

    Valla üzerinde fazla konuşmaya değecek bi film değil, keyifli sayılır. Ama eklenecek bir şey var ki Amerikalılar'a ne kadar dır dır etsek de herifler kendi devlet politikalarını eleştiren bu kadar film yaparken (bu bıraz eleştiriyor), bizim film endüstrimiz devletin d'sine gıkını çıkartmıyor (Salkım Hanımın Taneleri'ne sözüm yok). Bravo gazla yürüyen milletim, sen herşeyin en doğrusunu bilirsin, kendini kandırmaya devam et. Eğer kafayı kullansaydın fertlerini yılda adam başı 3000 dolara değil 15000 dolara yaşatabilirdin ama sen vatanseverliğini üreterek değil de Taksimlerde İngiliz bıçaklamakla ispat etmeyi seçtin. Bu yaz umarım İngiliz turistler azalmaz (zor). Neyse, film idare eder. Kafayı fazla yormak istemeyenler için.
    Puan: 5
  • Görev Mars - Mission to Mars

    BEYGiRi YE, KULPUNU SORMA

    Kulplu beygir arkadasim, Barul'un usenmeyerek ve insanlari bilgilendirmek amaciyla yazdigi elestiriyi 4 satirlik ve tamamiyla kof olan yazinla curutme istemini sana veren o "unjustified" ego'nu tebrik ederim. Yoksa salt vakit gecirme amacli degil de dusunce urunu bir yaziyi gorunce kendi kendini tetmin etmek amaciyla mi bunu yazdin bilemiyorum. Barul'un verdigi o kadar emege karsilik onun uzayda insan cekme tezini dusunmeye deger gormedigin ya da dusunemedeigin belli oluyor (insanlara hakaret etmen de ayip oluyor) . Tim Robbins'in karisi uydu/modul ile kocasi arasindaki mesafenin %50 sini gectikten sonra kolunda "yakitin %50si bitti - point of no return - yani geri donulemez nokta yaziyor). Diyelim ki oradayken yani yolun tam ortasindayken kocasina gonderdigi ip yeterli geldi. Kocasi ipi yakaladiktan sonra karisi ipi cekseydi, karisi modulden uzaklasacaklardi. Yani kocasi ile modul arasindaki mesafe diyelim 100 metre ise, kendisi de module 50 metre uzakliktaysa, kocasini cektikten sonra kendisi modulden 75 metre uzaklikta olacati, yani geri donusunun sadece 50 metresini katedebilecekti. Angut simdi kim oluyorsa bunun takdirini senin zekana birakiyorum. Filme gelinceeeeeee; dusuncem pek olumlu degil, bence Palma'nin Kubrick kompleksinin bir disa vurumu olmus, gidin gorun, kendiniz karar verin. Palma'nin eserlerini tanimak istiyorsaniz o zaman Carrie (1976) vee Scarface (1983) onerilerim arasinda, zira Palma'yi unlu yapan bunlardir(Snake Eyes (1998)da ilginc sayilir. Barul'a katiliyorum; sevgili Kubrick'in 2001: A Space Odyssey'sini izlemek size cok daha fazla sey kazandiracaktir (butun zamanlarin en iyi 2 bilim-kurgu filminden birini izlemek istiyorsaniz eger). galapagosun.ini@virgin.net
    Puan: 5