zuxxi.com//sinema|geyiks

metintash

  • Yaşam Treni - Train de vie

    Esther'im Esther

    Hayat Treni genel olarak bakıldığında insanı seyrettiğine pişman ettirmeyen sıcak bir film. Zayıf başlangıcı ilk başlarda umutsuzluğa sevketse de gitgide rayına oturan temposu ve hoş esprileriyle seyredene oldukça güzel vakit geçirtiyor. Filmin genelinde sezilen amatör ruh senaryodaki mantıksızlıkları ve teknik kusurları önemsiz hale getiriyor ama kendi hesabıma biraz daha iyi oyunculuklar istemez değildim. Goran Bregoviç'in artık aşina olduğumuz müzikleri de filmde gayet güzel bir şekilde kullanılmış -özellikle yahudilerle çingenelerin beraber dansettikleri sahnelerde- Sonuç olarak fazla birşey beklemeden seyreden izleyiciyi yeterince tatmin edecek bir film Hayat Treni... Filme kız/erkek arkadaşınızla giderseniz film çıkışı birbirinize söyleyip gülüşeceğiniz bir repliği der var güzeller güzeli Esther'in. Dünyanın tüm Marks, Engels, Lenin'lerine bedel hani :))
    Puan: 7
  • Görevimiz Tehlike II - Mission Impossible II

    Action Opera

    Bir sinema eserinin başarılı olup olmadığı çekilirkenki amacına ulaşıp ulaşmadığıyla ölçülür. Bu bir Tarkovski ya da Eisenstein filmi için de böyledir, John Woo için de. Woo daha önceki filmlerinde de görüldüğü üzere insanlara, mantığın ikinci plana atıldığı koreografik aksiyon filmleri seyrettirme amacında bir yönetmen ve bu bağlamda filmlerinin (en azından amaçladıkları şeyde) başarılı olduğunu düşünüyorum. Hatta Woo öncesi bu tarzı deneyen diğer bütün yönetmenlerden daha fazla... Söz konusu filmlere tüm James Bond serisini örnek verebiliriz mesela. Bu filmlerde de mantık yoktur ve olmadığı için de gocunulmaz. Amaç cümbüş ve ilginç buluşlarla izleyiciyi filme bağlamaktır sadece. Spielberg ya da Tiernan filmlerinde de mantık hataları vardır ama seyirci, perdede olan bitenin saçma olmadığına inandırılmaya çalışılır bu filmlerde (Indiana Jones ve Zor Ölüm serisi örneğin), çünkü heyecanlanmanın koşulu seyredilenin gerçek olduğuna inandırılmaktır. Woo'nun filmleri ve tüm James Bond bölümleri bu handikapla çıkarlar seyirci önüne... Seyircinin heyecanlanması söz konusu değildir filmin hiçbir karesinde. Başkahraman bir fevkalbeşerdir ve her zor anda insanüstü yetenekler sergileyip kurtulacaktır beladan çünkü. Bu eksikliği telafi etmenin yolu da en azından filmin aksiyon sahnelerinin ilginç bir koreografiyle sunulması ve seyirciye bir bale seyrediyormuş izlenimi vermektir. Bu becerilebilirse ne ala. Woo filmlerinin işte bunu James Bond'lardan ve bu tarza en yakın tarihli bir diğer örnek olan Gerçek Yalanlar'dan çok daha iyi kıvırdığını söylemek ve bu filmi (M:I-2) sadece bir aksiyon balesi seyretmek isteyeceklere tavsiye ederek yazımı bitirmek istiyorum.
    Puan: 7
  • Romeo Ölmeli - Romeo Must Die

    Hi Salaam Alaicum Akbar...

    Ya ben bu filmi vcd'den seyrettim ve her vcd'de olduğu gibi bunun da altyazılarını baştan sona yanlış yazmışlar, konudan bi ..k anlamadım. İşin ilginci hiç de merak etmiyorum filmde neler olduğunu bi de iyi mi? Zaten konusu için gidilecek film değil ki bunlar, arada belki iyi tasarlanmış kavga dövüş sahneleri yakalamak için seyredilir ancak. E ama dövüş bölümleri de dandikse n'apcaz peki? Çok geç yazdım bu yazıyı ya, daha önce yazsaydım belki bir kişiyi bile filme gitmekten alıkoyabilirdim.
    Puan: 3
  • Dar Alanda Kısa Paslaşmalar - Dar Alanda Kısa Paslaşmalar

    Ne bekliyosunuz?.. Brezilya mı...

    Açıkçası filmi beğenmemiş olanların (hem de bir puan verecek kadar) çıkmış olmasına şaşırdım. Her ne kadar sinemanın sadece bir eğlence değil aynı zamanda (ya da aslında) bir sanat dalı olduğunun ayırdına varmamış, Hollywood kıstasları dışında film değerlendirme yetisine sahip olmayan bir izleyici kitlesine sahip olduğumuzu unutmuş değildim ama bu seferlik karşımızda olan film en azından biraz daha ortalama seyirciyi de sarıp sarmalayacak bir film olduğundan bu derece acımasız eleştiriler beklemiyordum. Benim filmde bulduğum samimi, sıcak bir öykü ve bu öykünün oldukça eliyüzü düzgün bir şekilde perdeye aktarılmış hali oldu. Elbette ki bir sinemasal başyapıt değil ama bence ilerde çok daha iyi işler çıkaracak bir yönetmenin, kendilerini "yeni sinemacılar" olarak adlandıran bu yeni oluşumun ilk güzel meyvelerinden biri...
    Puan: 8
  • Vizontele - Vizontele

    Etimden bir parçadır, her baktığında canın acır...

    Arkadaşlar, bir filmden alacağınız şeylerin miktarı, o filmden beklentilerinizle ters oranlıdır. Ne kadar az şey beklerseniz o kadar memnun ayrılırsınız salondan. Gittiğim hiçbir Türk filminden(Kahpe Bizans da dahil olmak üzere) pek hoşnutsuz ayrıldığımı hatırlamıyorum, çünkü filmin bana sunacağı şeyleri üç aşağı beş yukarı filme gitmeden tahmin edebiliyorum. Bu film için de aynı şey söz konusu. Öncelikle yıllardır tiyatro yazarlığı yapmış birinin elinden çıkan senaryoyla son derece sinematogtrafik bir film çıkması zaten beklenemezdi. Ayrıca filmin tam manasıyla bir konusal bütünlüğü (ya da konusu mu demeliyim) yoktu. Ve o olmayan konunun içinde bir mesaj kaygısı da yoktu ; bir yer hariç... Kur-an kursundan kaçan çocuklar, havada uçuşan kuşlar ve her türlü elbiseden kurtulmuş bir şekilde denize dalış :)) Teknik olarak da gereksiz fly-cam kullanımı, görmemişin helikopteri olmuş misali rahatsız ediciydi. Şimdi ben bu kusurları niye saydım... üstelik filme sekiz verdiğim halde. Çünkü ben bu filme kaliteli bir komedi izlemeye gittim ve buldum. Bu yetmiyor mu? Bu bir ilk film yahu, şaheser beklemeye ne hacet? Son olarak da şunu sorayım henüz gitmemiş olanlara: Küfür dinlemek sizi iter mi? Yoksa yerinde kullanıldığında güldürür mü? Filmin en iyi esprileri küfürlerle harmanlanmış olanlarıydı. Televizyonda izlemek istediğinizde bu küfürlerin kesileceğini unutmayın. Ha bu arada... sinemada küfür duymak felaket güldürür beni :))
    Puan: 8
  • Kadınlar Ne İster? - What Women Want

    Çarşaflı kadına n'oldu

    Filmin fragmanını netten indirmiş ve filme gitmeden önce yirmi defa seyretmiştim. Her seyrettiğimde de oldukça gülmüştüm esprilere, fakat filme gittiğimde fragmandakilerden başka bir espriyle karşılaşmamış olmak şok etti beni. Ayrıca filmin başından sonuna kadar nefret ettiğim şu salon müziklerinden çalınınca da taa yıllar önce seyrettiğim Crocodile Dundee II'den beridir ilk defa film bitmeden sinemadan çıkmayı düşündüm. Benim filmden aradığım sinemasal bir tat değildi elbette ama en azından senaryoyu yazanların, kadınların düşüncelerini okuyan bir adam fikrinden komik espriler türetmelerini umuştum. İşte bu da yoktu filmde. Son ve bence ilginç bir not: Filmin fragmanında, filmde olmayan bir sahne var. Mel Gibson parkta, kara çarşaf içinde bir Arap kadınıyla karşılaşır ve Mel Gibson'dan biraz da ürken kadının Arapça çığlıkları (kafasının içindeki çığlıklarını kastediyorum) Gibson'ın kafasında çınlar ve adamımız da kendini zor atar kadının uzağına. Acaba diyorum bu sahne sadece bizim gibi ülkelere yollanan kopyalardan mı kesildi yoksa filmin orijinalinden de mi bu sahneyi kestiler. Irkçılıkla mı suçlanacaklarını düşündüler acaba? Bence komik bi sahneydi...
    Puan: 3
  • Akıl Defteri - Memento

    Kitap, sonunu merak ettiğin için mi okunur?

    Film hakkında yorum yapmaktansa filmdeki önemli bir mantık hatasından bahsetmek istiyorum. Bu yazıyı okuyan olur mu bu saatten sonra bilmiyorum ya... Filmde var olan hata ne yazık ki gözardı edilemeyecek kadar büyük çünkü film bu hatanın üzerine inşa edilmiş. Düşünün bir, eğer kısa dönem hafıza kaybı olsaydı sizde, böyle bir rahatsızlığınız olduğunu bilebilir miydiniz? Son hatırladığınız kafanızın banyodaki aynaya çarptığı ve yanınızda can çekiştiğini düşündüğünüz karınızın görüntüsüyse ve her beş on dakikada bir o beş on dakikada olan herşeyi unutacaksanız, isterse yüzlerce kez doktorlar size kısa dönem hafıza kaybınız olduğunu söylesinler... hatırlayabilir misiniz?
    Puan: 8
  • Yapay Zeka - A.I. Artificial Intelligence

    Jane'i hatırlayanınız var mı :)

    İzlemeyen okumasin

    A.I. için ne söylenmeli bilmiyorum. Öncelikle bu film bir Kubrick-Spielberg ortak yapımı mıdır? Yani ortaya çıkan eserin mesuliyeti ne kadar Kubrick'in üzerinedir? Bu sorunun cevabını oldukça merak ediyorum ama cevabı bulabilmek için Kubrick'in elinden çıkma bir A.I. senaryosuna ya da en azından taslağına ihtiyacımız var; yoksa Kubrick'in çekmesi dahilinde ortaya nasıl bir film çıkmış olabileceğini nereden bileceğiz? Tahmin yürüterek birşeyler söylemek gerekirse eğer, ben filmde Kubrick'in payının son derece az olduğunu düşünüyorum (ama elbette yanılıyor da olabilirim) Böyle düşünmemin en büyük sebebi de bugüne kadar beni seyrettiğimde en fazla tedirgin etmiş olan o garip bilimkurgu başyapıtı "otomatik portakal"ı çekmiş yönetmenin bu derece amerikanvari duygusal klişelere prim verecek bir film yapamayacağına dair inancım. Film bence tamamen bir Spielberg filmi ve içinde aksiyon barındırmayan her Spielberg filmi gibi sarkan ve izleyiciye birşeyler vermeyi pek de beceremeyen bir film. Spielberg bunu çevirdiği aksiyon filmlerinin duygusal sahnelerinde bile beceremiyordu, şimdi mi becerecekti ki? Filmin ilk bir saatindeki sahnelerde Spielberg'in yeteneğinden eser olmadığı gibi oyuncularını son derece iyi oynamaya zorlayan planlardı ve ne yazık ki pek de başarılı bir bir saat değildi (o masadaki gülme sahnesi neydi öyle?) Kindar evlat tiplemesinin klişeliğini ve Teddy'nin yaşlı ve oturaklı ihtiyar adam karakterini bir ayının görüntüsü eşliğinde seyrettikten sonra önceden tahmin edilir bir şekilde David seyirciye çok şeyler vaadeden ama güdük kalmış yolculuğuna başladı. "Flesh Fair" Kubrick'in fikri mi bilmiyorum ama bu bölüm filmin diğer bölümlerine nazaran biraz daha hareketli olduğundan Spielberg'in filme en hakim olduğu bölümdü. Sonrası ise ne yazık ki ne anlatmaya çalıştığını hala anlayamadığım hikayesiyle bi alçalıp bi yükselerek ilerledi durdu. Seyretmesi sıkıcı değildi ama her anında önüme çıkan mantık hatalarını görmezden gelerek izlemeye çalışıyordum filmi, hikayenin nereye çıkmayı amaçladığını merak ederek. Bu arada David'in kendinin eşi robotu paramparça etmesi onun kadar sevgiyle doldurulmuş bir robotun yapacağı iş mi ben anlamadım. Kubrick belki bize tamamen iyi ya da tamamen kötü şablon karakterler sunmayarak David'in bu nefret dolu yönünü -bizi yine tedirgin edecek bir şekilde- sunabilirdi ama Spielberg'in dünyasında karmaşık karakterlere yer yoktur ki... Zaten David bu sahnenin ertesinde o eski aşırı sevgi dolu haline dönüverdi birden SS'in emriyle. Sonlara doğru sinema salonunu doldurmuş insanların gülüşmelerinde, Cüneyt Arkın'ın akrobatik düşman yoketme sahnelerini seyrederken kendimizi tutamayıp gülmelerimizin benzerliği yaşanmaya başlamıştı artık; hele hele Teddy'nin şu saç çıkarma sahnesinde... Sonuç olarak sadece sevgi mesajı vermekten öteye gitmeyen, rejisinde de çok büyük numaralara rastlamadığım bu filmi pek de fazla beğenemediğimi söyleyerek bu uzun kaçmış yazıyı burada bitireyim.
    Puan: 5
  • Maymunlar Cehennemi - Planet of the Apes

    Para toplayan cüce ve deri ceketli hard rockçı maymunlar :))

    İzlemeyen okumasin

    Tim Burton garip adam doğrusu... Genellikle filmlerinde çok kaliteli işler çıkarmasa da bu kadar sevilmesinin ve el üstünde tutulmasının sebebi yaptığı filmlerdeki samimiyet olsa gerek. Demek istediğim Burton'ın her filminde farkına varılacak bir iş sevgisi var. Burton'ın sadece seyirciyi hoşnut tutup bu arada kendi küpünü doldurma isteğine rastlamadım bugüne kadar - her ne kadar filmlerinde çoğu zaman klişelere (hatta çocukça olanlarına) sık sık rastlasak da... Bu filmde de bu tip sahnelere bol bol örnek verebiliriz ama bu sefer biraz da stüdyo tarafından buna zorlandığı kanaati var her nedense bende. Örnek vermek gerekirse şu acar, cesur çocuk ve onun savaş alanında yol açtığı aksaklık son derece klasikti (aynı zamanda da mantıksız, çünkü çocuğu kurtarmak için esas oğlanın alana koştuğu anda en az onun kadar cesur üç dört kişi de atlarının üstünde gerisin geriye geliyorlardı ve en azından biri bile yardım edebilirdi çocuğa) Burton her filminde olduğu gibi bu filminde de tatlı tatlı saçmalamayı tercih etmiş ama bu formülü Batman'dan sonraki hiçbir filminde işine yaramadı oysa. Filmin eski versiyonunda insanların konuşamayacak kadar ilkel olmaları filmi biraz daha seyrettiren bir unsurdu çünkü seyirci, konuşabilen bir insanın olamayacağına koşullanmış maymunların Charlton Heston konuşmaya başladığında bozum olmalarını benimsiyor ve kendini beğenen maymun ırkına hadlerinin bildirilmiş olması hoşlarına gidiyordu. Bu filmdeyse insanlar zaten yeterince zekiler ve bu yüzden olsa gerek bizim pilot aralarında bir ayrıcalık yaratmıyor ve esas oğlan imajını yeteri kadar taşıyamıyor. Filmin hikayesinin kilit noktasını anlayamamış olanlara kendi anladığım çözümü sunayım, yanlışım varsa düzeltirsiniz. Maymunu ve pilotu aramak için elektro manyetik fırtınaya giren ana gemi, zamanda geçmişe gidiyor ve üstünde pek de bir canlının yaşamadığı dünyaya iniyor. Karma gen taşıyan maymunlar ortama daha iyi ayak uydurunca egemenliği ele geçiriyor ve gezegenin hakimi oluyorlar. Bu arada geminin mürettebatı da kendi aralarında çiftleşerek filmdeki ilkel insanları oluşturuyorlar (bu yüzden olsa gerek insan-maymun herkes ingilizce konuşuyor ve salak pilotumuz da gezegende ingilizce konuşulduğu halde kendini başka gezegende sanıyor) Pilotumuz kendi indiği zamanda Thade'i öldürmeyince Thade bir yolunu bulup kurtuluyor ve tüm gezegeni insanlardan temizliyor. Bu film için Tim Burton'ın dört ayrı son çektiğini ve birini filme koyduğunu duymuştum. Bunlardan biri Mark Wahlberg'in son sahnede Abraham Lincoln anıtı yerine maymundan bir özgürlük heykeli gördüğü sahne olabilir mi dersiniz :))
    Puan: 7
  • Yüzüklerin Efendisi Yüzük Kardeşliği - The Lord of the Rings - The Fellowship of the Ring

    İzlemeyen adamdan yorum

    Film izlemeden film hakkında yorum yazmak kulağa pek mantıklı gelmese de buradaki yüzlerce yorum arasından benimkini seçip okuduğunuzda bu mantıksızlığı altedebileceğimi umuyorum. Çünkü bahsedeceğim şey Yüzüklerin Efendisi'nden ziyade daha çok kitapların filmlere uyarlanmaları üzerine... Sitede okuduğum pek çok yorumdan anladığım kadarıyla burda, filmin kitaba sadık kalmamış olmasını eleştiren pek çok kişi ve bunlara cevaben de yönetmenin buna mecbur olduğu çünkü kimsenin Tolkien'in yarattığı dünyayı beyazperdeye aynen aktaramayacağı görüşü yeralmakta. Bu iki fikrin de eksik tarafları olduğunu düşünüyorum. Birincisi zaten bırakın Tolkien'in düşlerini, nerdeyse hiçbir yazarın yazdıklarını tamamen filme uyarlayamazsınız ve buna sebep de edebiyatın sinemadan daha üstün bir sanat dalı olmasından değil, sadece roman yazmada sinemanın hiçbirzaman kullanamayacağı bir olanağın olmasındandır. Tasvir... Burdaki bazı yorumlarda filmdeki kimi karakterlerin kitapta olduğu kadar derin işlenemediği eleştirisi getirildiğini görünce kendimi bunu yazmak zorunda hissettim. Düşünün ki bir kitabı okurken yazar sizi yeni bir karakterle tanıştırdığı zaman ilk olarak neye başvurur? Paragraflar boyunca o karakteri size anlatır; düşüncelerini, geçmişini, karakterini, fiziksel görünüşünü... Peki bir sinemacıysanız ve filminizde yazarın kitabında büründüğü üçüncü kişi konumunu kullanamıyorsanız, yani hiçbir yeni karakter girdiğinde onu bize anlatamıyorsanız ne yapacaksınız? Bu karakteri ancak her farklı durumda nasıl davrandığını göstererek seyirciye tanıtabilirsiniz. Filmde sürüsüne bereket karakter varsa ne olacak peki? Sadece bir karakter için bile ne kadar çok zamana ihtiyacınız var bir düşünsenize. Bir roman yazarı ise sadece karakter ilk defa hikayeye girdiğinde başvurmuyor ki karakteri tasvir etmeye, kitap boyunca her canı çektiğinde anlatır da anlatır karakteri. Kimse de yazarın sıkıcılaştığını düşünmez çünkü karakter hakkında zaten bilgilenmek istemektedir okuyucu. Ama bunu sinemada yapamazsınız. Ayrıca sanırım filmde kimilerinin sözlerini başkalarına söylettiği yazılmış senaristin ve bu da eleştirilmiş. Aslında bunun gerekliliğinin de sanırım farkına varabilirsiniz. Kitapta Tolkien bazı karakterleri diğerlerinden daha fazla konuşturmuş olmalı ve bu açığı da diğer az konuşan karakterleri de oldukça betimleyerek kapatmış herhalde (ben ilk kitabın sadece yarısını okudum da). Eh o zaman senariste düşen bütün bu replikleri adaletli bir şekilde ve herkesin karakterine uyan bi üslupla dağıtmaktır öyle değil mi? Ben bunda kötü bir taraf göremiyorum. Gelelim Arwen ve Aragorn'a... Arwen neden bu kadar öne çıkarılmış ve Aragorn'la aşkının üstünde bu kadar durulmuş? Sinemada olmazsa olmaz bir kural vardır. O da seyircinin mutlaka kendini özdeşleştireceği bir karakterin olması gerekliliği... Pek çok sıkıldığınız filmin asıl handikapı bunu sağlayamamış olmasından ileri gelir. Star Wars neden beklendiğinden çok daha az hasılat yaptı sizce? Oysa Han Solo gibi bir karakter olsaydı flmde, Titanic'i ikinci defa batırabilirdi yirmibeş senelik kemikleşmiş hayran kitlesi ve yeni nesil filmi defalarca seyrederek. Küçücük bir çocuk, yaşlı bir jedi ustası ve aslında olması gereken karakterden çok uzak ve fethullah'çı bir müridi andıran Obi Wan değildi izleyicinin kendisini özdeşleştirebileceği karakter. Peki Yüzüklerin Efendisi'nde kim var dersiniz bu iş için uygun olan? Kitabı okurken Frodo'yı kafanızda her an (ama her an) bir metreden kısa, kıllı ve çıplak ayaklı, ablak suratlı olarak mı hayal ettiniz? Hiç sanmıyorum. Filmde ise onu sürekli bu garip haliyle gördünüz değil mi? Elf, Gandalf, Hobbit... E geriye bi tek Aragorn kalıyo izleyiciye hırçın, asil ve tuttuğunu koparan cesur insan olarak görebileceği. Filmi izlemedim ama fragmanlardan öyle gözüküyor adam, yani demek istediğim bu ticari bir oyun değil tam tersine yapılması gereken bir şey bir senaryo yazarken, anlatabiliyor muyum? Son olarak filmin ortalaması dokuz olduğu için ben de dokuz veriyorum, yoksa tabii ki bu notun bir kıymet-i harbiyesi yok. Filmi izledikten sonra burada kendi yazdığıma cevap köşesinde bir yorum daha yazacağım. Umarım sıkmamışsınızdır ama okumanızı ve bana cevap vermenizi oldukça isterim.
    Puan: 9