Being John Malkovich
Film daha ilk dakikasından itibaren odadakileri kendine esir etmiş gibiydi. Oysa henüz oyuncular bile görünmemişti. Herkes ekrandaki “kukla”nın dansını çıt bile çıkarmadan seyrediyordu. Sonra “kuklacı” uyandı ve film de durdurulamaz bir hızla başladı.
Filmin yaklaşık onuncu dakikasında ilk kendi kendine söylenen Lewis Carroll oldu: “Ne güzel, zamane gençliği hala benden ilham alıyor.” Fakat iki dakika daha geçmeden, Carroll böbürlenmeyi bir yana bırakarak şaşkınlıkla Alice ile tavşanı harikalar diyarından ekran karşısına çağırdı. Çünkü BJM çok daha sürreal bir deneyim olacağa benziyordu.
Neden sonra Andy Warhol küçük histerik kahkahalar atarak, “Ben dememiş miydim? İşte gelecek bu filmde geldi!” diye bağırarak ünlü sözünü gururla tekrarladı: “In the future, everyone will be famous for 15 minutes…” Tavşan kendini fazla kaptıran Warhol’u uyararak susturdu.
Film bittikten sonra odayı önce sessizlik, sonra da bir uğultu kapladı. Sigmund Freud aynı anda hem sağında oturan Jean Martin Charcot’un hummalı bir şekilde “consciousness, pre-consciousness, unconsciousness levels” hakkındaki teorilerini filmle örneklendirmeye çalışmasına, hem de solundaki Josef Breuer’in filmdeki deneyimin neredeyse cathartic terapiye eşdeğer olduğunu savunuşuna kulak kabartmaya çalışıyordu. Breuer’e dönerek “İyi ama, filmdeki karakterler hipnoz etkisi altında değiller ki…” dedi Freud, “Ya da… sizce filmdeki deneyim bir çeşit hipnoz sayılabilir mi, azizim?”
“Önemli olan bu değil, sayın dostum…” diyerek lafa karıştı Salvador Dali. “Kimliklerinden ve deneyimlerinden memnun olmayan insanlar gün geçtikçe çoğalıyor, farkettiniz mi? Ve yanılsamalar gerçeğin yanında ne kadar da çekici? Hep söylerim, ‘the difference between false memories and true ones is the same as for jewels: it is always the false ones that look the most real, the most brilliant.’…”
Ben mi? Tüm bu tartışmalara karışmadım bile. Ama mutlaka birşeyler söylemek gerekirse… Spike Jonze ve Charlie Kaufman gibi iki rahatsızlık derecesinde arızalı beynin yarattığı, tüm zamanların en şaşırtıcı filmlerinden biri BJM. Göz kamaştırıcı bir sürrealite, kaçıklık sınırlarını zorlayan obsesyonlar, dahice bir yaratıcılık. Karışık, saçma, komik, inanılmaz derecede sürükleyici. Ama tek kelimeyle olağanüstü. John Cusack, Cameron Diaz, John Malkovich ve Catherine Keener ise böylesine absurd bir hikayeyi öyle gerçekmiş gibi oynamışlar ki, seyrederken bir ara olanlara inanarak seyrettiğimi farkettim ve duyduğum hayranlık bir kat daha arttı. BJM bir kara komedi mi, psikolojik drama mı, hepsi mi, ne? Nitelendirmek zor, bana da düşmez zaten. “Hayat onu düşünenler için komedya, hissedenler için tragedyadır.” demiş bir filozof. Belki biraz öyle. Belki alakası bile yok.
Kafanız mı karıştı? Siz bir de filmi seyredin! Biliyorum, içinizden “Bu nasıl eleştiri, film hakkında neredeyse hiçbir şey söylemedi…” diye geçiriyorsunuz ama seyrettiğinizde ne konu ne de karakterler hakkında en ufak birşey söylemediğime çok sevineceksiniz (Bir Lady’e de bu yakışırdı zaten). Ben ise ilk dakikalarından itibaren bir sonraki kareyi sürekli merak ettiren ve her sonraki karede insanı daha da şaşkına çeviren BJM’i ilk kez seyrediyor oluşunuzu kıskanıyor olacağım.
Lady Witchcraft
NOT: Bu yorum Withchcraft'ın -sayfanın başından üç say- yorumunda bahsettiği http://www.geocities.com/lordunuz/john.html adresinde yazdığı özel bir yorumdur. Ordan buraya aynen copy-paste edilmiştir. İnanmazsanız gidip bakın!
Puan: 9